Ömre Bedel Bir Gece

Gönül İkliminden İnciler

Yıl: 2018 Ay: Haziran Sayı: 160

Rahmet ve mağfiret iklîmi olan Ramazân-ı Şerîf’in son günlerini idrâk ediyor, son günlerine misâfir oluyoruz. Misafir olduğumuz bu günlerin içerisinde öyle bir gece var ki, Rabbimiz bizlere onu şöyle takdim ediyor:

“Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.” (el-Kadr, 3)

Yani Cenâb-ı Hak, seksen küsur senelik ecri, bu bir gecede ikram ediyor. Bu büyük ikramın bize öğrettiği iki hakîkat var;

Birincisi, Cenâb-ı Hakk’ın nihâyetsiz cömertliği, lûtfunun sonsuzluğu. Zira bir kimse, bir başkasına cömertlik hususunda ne kadar ileri gidebilir? Muhakkak ki verebileceği mahdut, sınırlı olacaktır. Lâkin merhamet ve cömertliği sonsuz olan Mevlâmız, tek bir gecede bir ömre bedel ihsanda bulunmaktadır. Ayrıca bu ihsânı her sene kullarına tekrar tekrar lûtfetmektedir.

İkinci hakîkat ise, Rabbimiz’in Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e olan eşsiz muhabbetidir. Ki Cenâb-ı Hak, peygamberler arasında yalnız Efendimiz’e Kadir gecesini ikram buyurmuştur. Bu büyük lûtuf, yalnız O’na mahsustur. Bizler de O’nun ümmeti olmakla, bu muazzam ihsâna nâil olduk. O’nun yüzü suyu hürmetine bu ikram ile şereflendik, hamd olsun.

Buradan hareketle idrâk etmeliyiz ki, Cenâb-ı Hak Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i çok seviyor. Dolayısıyla bizler de, Rasûlullah Efendimiz’i ne kadar çok sever, O’nun hâliyle ne kadar hâllenmeye gayret edersek, Cenâb-ı Hak da bizi o kadar sever, bizleri rahmetiyle kendine yaklaştırır ve mağfiret buyurur.

Zira âyet-i kerîmede şöyle buyruluyor:

(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31)

Peki, Kadir Gecesi’ni bu kadar değerli kılan nedir? Hiç şüphesiz ki, Kur’ân-ı Kerîm… Nitekim şöyle buyruluyor:

“Biz onu (Kur’ân’ı) Kadir gecesinde indirdik.” (el-Kadr, 1)

Mâdem ki bir geceye, ömürlük bir kıymet kazandıran Kur’ân’dır, o hâlde bizlere düşen; Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa hidâyet rehberi olarak gönderdiği Kur’ân ile alâkamızı dâimâ canlı ve diri tutabilmektir. Çünkü mü’min, kulluk tahsilini Kur’ân ile öğrenir. Gönül dünyasını Kur’ân ile ziynetlendirir. İdrâkini, Kur’ân ile inkişâf ettirir. Velhâsıl Kur’ân ile kıymet kazanır. Şu bir hakîkattir ki;

Cibrîl -aleyhisselâm- Kur’ân’ı indirmiş olduğundan, meleklerin en faziletlisi olmuştur.

Kur’ân, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e inmiş olduğundan, O, bütün rasûllerin seyyidi olmuştur.

Kur’ân, Ümmet-i Muhammed’e geldiğinden, o ümmet, ümmetlerin en üstünü olmuştur.

Kur’ân, Ramazan ayında indiği için, bu ay, ayların en hayırlısı olmuştur.

Kur’ân, Kadir gecesinde indiğinden, o gece, ecir bakımından bin aydan daha öteye geçmiştir. Bütün gecelerin en hayırlısı ve en faziletlisi olmuştur.

Dolayısıyla;

Eğer Kur’ân bizim kalbimize inerse, hayatımıza saâdet güneşi doğar, ömür defterimiz huzurla dolar. Yaşayışımız sırât-ı müstakîm üzere olur. Velhâsıl bizler Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği kullardan oluruz.

Yani müslümanlığın en mühim şiârı ve alâmeti, Kur’ân’ı dâimâ birinci plânda tutmak, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz gibi, hayatı canlı bir Kur’ân olarak yaşayabilmektir. Bu; Cenâb-ı Hakk’ı nasıl sevdiğimizin bir alâmeti, Rasûlullâh’a nasıl muhabbet duyduğumuzun da açık bir göstergesidir.

Bir hadîs-i şerîflerinde:

“Faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân 25, 27, 28, 35) buyuran Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onun hangi gün olduğu hakkında da şu mâlumatları zikretmektedir:

“Kadir gecesini Ramazan’ın son on günü içerisinde arayınız!” (Buhârî, Leyletü’l-Kadr, 3; Müslim, Sıyam, 219)

“Kadir gecesini Ramazan’ın son on günündeki tek gecelerde arayın!” (Buhârî, Leyletü’l-Kadr, 3)

Bu mübarek gece için kesin bir vakit zikredilmemiş ve böylece mü’minlere, Kadir gecesinin ömre ömür katan feyiz ve bereketini yakalama gayreti içinde her geceye ayrı bir hassâsiyet göstermeleri telkin edilmiştir. Nitekim Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz, Allah Rasûlü’nün Ramazan’ın son on gecesine gösterdiği hassâsiyeti şöyle haber vermektedir:

“Ramazan ayının son on günü gelince, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geceleri ibadetle geçirir, ailesini uyandırır, hanımlarıyla münâsebetten uzak dururdu.” (Buhârî, Leyletü’l-Kadr, 5)

Efendimiz’in ailesini bizzat uyandırması, onların da bu hususta ciddî bir gayret içinde olmalarını arzu etmesindendir.

Yine Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Ramazan ayında diğer aylardan daha fazla (kulluk yapmaya) çalışırdı. Ramazan’ın son on gününde de Ramazan’ın diğer günlerinden daha fazla ibadet ederdi. (Müslim, İ‘tikâf, 8)

Bizler de bu gecelere şükür ve istiğfarlar ile girmeye gayret edelim. Dilimiz dâimâ kelime-i tevhîd ve salevât-ı şerîfelerle meşgul olsun. Ashâb-ı kirâm gibi, Rasûlullah Efendimiz’e dâimâ bey‘at hâlinde olmaya gayret edelim. Zira onlar, ömürlerini Efendimiz’e bey‘at üzere geçirmenin ve böylece dünya hayatında beraber oldukları gibi âhirette de beraber olabilmenin gayretiyle yaşadılar. Meselâ;

Akabe’de; Efendimiz’i canlarından daha çok korumaya, emanetine sahip çıkmaya, İslâm’ı yaşamaya bey‘at etmişlerdi.

Bedir’de; “Denize girsen arkandan biz de denize gireriz ya Rasûlâllah!” diyerek bey‘at etmişlerdi.

Uhud’da Efendimiz’i mahzun gördüklerinde şehid olmaya bey‘at etmişlerdi.

Hudeybiye’de; “Gönlünde ne varsa yâ Rasûlâllah!” diyerek tam bir teslîmiyetle bey‘at etmişlerdi.

Biz de bir müslüman olarak, ashâbı örnek almalı, onlar gibi Efendimiz’e her hâl ve ahvâlde bey‘at etmeliyiz. Onlar nasıl yaşadılar, Efendimiz’in hissiyatını kalplerinde nasıl duydular, nasıl hissettilerse biz de aynı duygulardan hisse almaya çalışmalıyız. Onlar nasıl fedakârlık içinde yaşadılarsa, biz de öyle yaşama azmi içinde olmalıyız. Onlar, Efendimiz’i nasıl sevdilerse, bizler de öyle sevmeye gayret etmeliyiz.

Unutmamalıyız ki;

Bu bey‘atler, bizim Efendimiz’e olan bağlılık ve sadâkatimizin test edilmesidir. Acaba biz de aynı şekilde bey‘at hâlinde miyiz? Yoksa kalplerimiz dünyaya meylediyor da nefsimiz, bilip bilmeden başka başka şeylere mi bey‘at ediyor?

Bir de kimi insanlar, kendilerini içinde bulundukları toplumla kıyas ederek; “Ben bu toplum içerisindeki insanların çoğundan üstünüm!” deme gafletinde bulunuyorlar. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, kendimizi içinde bulunduğumuz toplumla değil, asr-ı saâdet insanı ile mukâyese etmemizi istiyor.  Zira toplumlar dâimâ değişir. Yani toplumların câhiliye devrine benzedikleri dönemler de olur, takvâda mesafe katettikleri dönemler de olur. Aslolan ise asr-ı saâdet insanına benzeyebilmek, onlara tâbî olabilmektir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (et-Tevbe, 100)

Yine âyet-i kerîmede Kadir Gecesi için şöyle buyruluyor:

“O gecede, Rab’lerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrâil), her iş için iner dururlar. O gece, tanyeri ağarıncaya kadar süren bir selâmettir.” (el-Kadr, 4-5)

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- bir defasında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hitâben;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl duâ edeyim?” diye sormuş ve Efendimiz’den şu cevâbı almıştır:

اَللّٰهُمَّ اِنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنّ۪ى

“–«Allâh’ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla!» diye dua et!” (Tirmizî, Deavât, 84)

Lâkin unutulmamalıdır ki, kul hakları ve borçlar ilâhî affın dışında bırakılmıştır. Bunların hesabı, hak sahipleri dünyada birbirlerinden helâllik almadıkları müddetçe âhirete kalacaktır. Fakat bu hususta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetini şöyle îkaz etmektedir:

“Ey insanlar! Kimin üzerinde bir (kul) hak(kı) varsa, onu hemen ödesin, dünyada rezil-rüsvâ olurum diye düşünmesin! İyi biliniz ki dünya rüsvâlığı âhirettekinin yanında pek hafif kalır.” (Taberânî, Kebîr, XVIII, 280; İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319; Heysemî, IX, 26)

Güzelce ihyâ edilen Ramazân-ı Şerîf’in neticesinde Rabbimiz, mü’minlere bir bayram ikram ediyor. Yani bu rûhânî eğitimi tamamlayanlar, bayram şahâdetnâmesiyle taltif ediliyor…

Velhâsıl, Ramazân-ı Şerîf’in son günlerine misafir olduk. Nasıl ki bir kimse, misafirliğe gittiği yerde ev sahibini hoşnud etmek için dâimâ edep üzere bulunursa, bizler de Rabbimiz’in misafiri olduğumuz bu Ramazan günlerinde ilâhî emirlerin dışına taşmadan güzel bir kulluk yaşamanın gayretinde olalım. Böylece de ömürlük bir mükâfâta nâiliyet kazanalım.

Rabbimiz, cümlemize bu mübarek günleri rızâsına medâr olacak kıvamda geçirebilmeyi, son nefesimizin de bir bayram sabahı olmasını lûtf u keremiyle ihsân eylesin.

Âmîn…