NÜBÜVVETİN YEDİNCİ-DOKUZUNCU SENELERİ: BOYKOT YILLARI

HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER


Müşriklerin Müslümanları Tecrid Siyâseti: Üç Yıl Süren Boykot

İslâm, bütün engellemelere rağmen gün geçtikçe gelişme kaydediyor ve bu durum, müşriklerin kin ve hasetlerinin daha da artmasına sebeb oluyordu. Bu hâle tahammül edeme­yen müşrikler, Varlık Nûru’nun muazzez vücûduna kastederek kâinâtı karanlıklara boğmak husûsunda sözleştiler:

“−O’nu gizlice veya açıktan, muhakkak öldüreceğiz!” diye yemin ettiler.

Ebû Tâlib, Kureyş müşriklerinin bu cinâyeti işlemeye kararlı olduklarını görünce, Allâh Rasûlü’nün hayâtı hakkında endişeye düştü. Hâşimoğulları ve Muttaliboğulları’nı toplayarak, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanında bulunmalarını ve O’nu her türlü tehlikeye karşı korumalarını emretti.

Muharrem hilâlinin doğduğu gece, Ebû Tâlib başlarında olmak üzere, Allâh Rasûlü, bütün Hâşimoğulları ve Muttaliboğulları, Ebû Tâlib mahallesinde toplandılar. Sâdece Ebû Leheb onlara katılmadı, müşriklerin safında yer almaya devâm etti.

Bunun üzerine müşrikler, İslâm’ı, daha fazla yayılıp kuvvetlenmesine fırsat vermeden yok edebilmek için hâince bir plân yaptılar:

İktisâdî ve ictimâî bir boykot ve ambargo ile bu dînin tâze mensuplarını bu­naltıp yöneldikleri nûrlu istikâmetten -gûyâ- geriye çevirmek!..

Bu maksatla, Ebû Cehil’in başkanlığında Hayf-ı Benî Kinâneʼde toplanan karanlık kalpler, müslümanlar ve onları koruyan Hâşimoğulları ile her türlü alışverişi kesmekten kız alıp-vermek gibi medenî muâmele­lere kadar, bütün beşerî münâsebetleri kopardılar. Bunu bir ahitnâme ile de perçinleyerek Kâbe’nin duvarına astılar.

Bu ahitnâme sahîfesini, Mansûr bin İkrime yazmıştı. Sahîfeyi yazdığı gün Allâh Rasûlü’nün duâsı netîcesinde eli kuruyuverdi. Bunun üzerine müşrikler aralarında:

“−Hâşimoğulları’na zulmettiğimiz için Mansur musîbete uğradı!” demeye başladılar. (İbn-i Hişâm, I, 372-373; İbn-i Sa’d, I, 208-209; Buhârî, Hac, 45)

Bu boykot üzerine, evvelce Mekke’nin değişik semtlerinde dağınık bir sûrette ikâ­met etmekte olan bütün müslümanlar, aralarındaki tesânüdü daha kolaylıkla sağlaya­bilmek için Şi’b-i Ebî Tâlib denilen, Hazret-i Peygamber’in amcasının mahallesine taşındı­lar. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Erkam’ın evinden çıkarak bu mahalleye yerleşti.

Ebû Tâlib, herhangi bir kötülük veya suikasta karşı elinden gelen her türlü tedbîri alıyordı. Peygamber Efendimiz akşam mûtad olarak yatağına yatıyor, gece insanlar uykuya daldıktan sonra Ebû Tâlib, oğullarından, kardeşlerinden veya amcaoğullarından birisini, Allâh Rasûlü’nün yatağına yatırıyor, Efendimiz’i de onun yerine gönderiyordu.[1]

Müslümanlar için büyük bir mahrûmiyet dönemi başlamıştı. Ebû Cehil ve onun azgın adamları, gece gündüz müslümanların mahallesini gözlüyorlar ve oraya kaçak erzak girmesine dahî mânî olmaya çalışıyorlardı.

Çarşı ve pazarların müslümanlar tarafına giden bütün yollarını kestiler. Satılmak için gelen yiyecekleri, müslümanlara bırakmayıp kendileri satın alıyorlardı. Müslümanlar ancak hac mevsimlerinde Ebû Tâlib mahallesinden dışarı çıkabiliyorlardı. Mü’minlerden biri çoluk-çocuğu için biraz yiyecek almak üzere herhangi bir satıcıya uğrasa, Ebû Leheb hemen erzak yüklerinin başında durur:

“−Ey tüccarlar! Fiyatları Muhammed’in ashâbına öyle yükseltiniz ki, onlar sizden bir şey alamasınlar! Siz benim zengin ve sözünü yerine getiren bir kimse olduğumu bilirsiniz. Böyle yaptığınız takdirde size bir zarar gelmeyeceğine ben kefîlim!” derdi.

Müslümanlar açlıktan ağlaşan çocukları için yiyecek bir şey alamadan geri dönerlerdi. Tüccarlar ertesi sabah Ebû Leheb’in yanına varırlar, o da kalan eşyâyı yüksek fiyatla satın alırdı.[2]

Bu zor durum karşısında Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve Hazret-i Hatîce vâlidemiz, bütün servetlerini müslümanlar için sarf ettiler.[3]

Müşriklerin mahalle yollarını kapama husûsunda göstermiş oldukları bütün gayretlere rağmen, bâzı Mekkeliler gizlice akrabâlarına yardımda bulunuyorlardı. Hakîm bin Hizâm, bir kervanla Şam’dan buğday getirmişti. Bir devenin üzerine buğday yükleyerek gizlice mahallenin yoluna getirdi ve devenin arkasına vurarak müslümanlara doğru deveyi kovaladı. Onlar da devenin üzerindeki buğdayı aldılar. Bir başka gece deveye un yükleyip mahallenin içine saldı.

Hişâm bin Amr da aynı şekilde müslümanlara yardım eden zâtlardan biri idi. Hişâm’ın birkaç deve yükü yiyecek gönderdiğini öğrenen insanlık fukarâsı müşrikler, onu sert bir üslûb ile tehdid ettiler. Yapılan îkazlara rağmen Hişam akrabâlarına yardım etmeye devâm edince, müşrikler ağır sözler söyleyerek onu tartaklamaya kalktılar. Ebû Süfyân araya girerek öldürülmesine mânî oldu ve:

“−Bırakınız adamı! Akrabâlarına iyilik etmiş! Keşke biz de onun yaptığı gibi yapabilsek ne güzel olurdu!..” diyerek, Hişâm’ı müdâfaa etti.

Bu dönemde müslümanlar büyük zahmet ve mahrûmiyetlere katlandılar. Bâzı kereler ağaç yap­rakları ile karınlarını doyurmak zorunda kaldılar. Çocuklar açlıktan kırılıyordu. Onların feryâdı, mahallenin dışından bile duyulur hâle gelmişti.

Müşriklerin bu muhâsaradan maksatları, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendilerine teslîm oluncaya kadar müslümanları aç bırakmak ve bu sûretle Allâh’ın Rasûlü’nü öldürebilmek için bir fırsat yakalamaktı. Ancak Ebû Tâlib’in riyâsetindeki Hâşimoğulları’yla birleşmiş bulunan müslümanlar, Varlık Nûru’nu koruyabilmek için, gerektiğinde kanlarını son damlasına kadar fedâ etmeye kararlıydılar.

***

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Mekkelilerin işkence ve eziyetleri had safhaya varınca, mübârek ellerini semâya açtı ve Kureyş müşriklerine şöyle bedduâ etti:

“−Yâ Rabbi! Şu zâlim kavme, Yûsuf -aleyhisselâm-’ın zamânındaki gibi yedi sene kıtlık azâbı vererek bana yardım eyle!”

Bunun üzerine, yağmurlar kesildi; Kureyş müşriklerini öyle bir kuraklık ve kıtlık yakaladı ki, her şeyi kökten kazıdı, silip süpürdü! Birçokları açlıktan öldüler! Yiyecek bir şey bulamayınca, ölü hayvanların etlerini, derilerini yemeye başladılar. Onlardan biri semâya baktığında, açlık sebebiyle ortalığı duman kaplamış gibi görürdü!

Allâh Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de bu hâdiseden şöyle bahseder:

فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِى السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبِينٍ يَغْشَى النَّاسَ هذَا عَذَابٌ اَلِيمٌ

“Şimdi sen, semânın, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem verici bir azaptır.” (ed-Duhân, 10-11)

Bu kuraklık son derece şiddetlenince Ebû Süfyân, Âlemlerin Efendisi’ne mürâcaat etti ve:

“−Ey Muhammed! Sen rahmet olarak gönderildiğini söylüyor, Allâh’a itaati, akrabâya yardım etmeyi emrediyorsun. Kavmin ise kıtlıktan yok olmak üzeredir! Onlardan bu felâketin kaldırılması için Allâh’a duâ ediver! Eğer Sen’in duân vesîlesiyle Allâh bu belâyı üzerimizden kaldıracak olursa, Allâh’a îmân edeceğiz!” dedi. Ardından da yemin ederek söz verdi.

Bunun üzerine Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz duâ etti. Yağmur yağdı. Kıtlık nihâyete erdi. Rahata eren müşrikler ise tekrar şirke döndüler.[4]

Cenâb-ı Hak, ehl-i küfrün bu psikolojisi hakkında şöyle buyurur:

وَاِذَا مَسَّ اْلاِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ اَوْ قَاعِدًا اَوْ قَائِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَا اِلَى ضُرٍّ مَسَّهُ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

“İnsana bir darlık dokunduğu zaman, yanı üzere yatarken, yahut otururken ya da ayakta iken Biz’e yalvarır; ama Biz onun sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü Biz’e hiç yalvarmamış gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere, yaptıkları iş böylesine süslü gösterilmiştir.” (Yûnus, 12)


[1] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 132.

[2] Süheylî, II, 127-128.

[3] Ya’kûbî, II, 31.

[4] Buhârî, Tefsîr, 30, 44; Müslim, Münâfikîn, 40; Ahmed, I, 431, 441.


HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER