Nefsani Hayatın Pençesine Düşmeden Müslüman Hayatı İnşa Edebilmek

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

Nefsânî Hayatın Pençesine Düşmeden MÜSLÜMAN HAYATI İNŞÂ EDEBİLMEK

Muhterem kardeşlerimiz!

Cenâb-ı Hak, okunan âyet-i kerîmelerin muhtevâsı içinde bir ömür nasîb eylesin -inşâallah-.

Cenâb-ı Hak, bizi meccânen, hiçbir bedel ödemeden, hiçbir sermaye arz etmeden, “insan” olarak dünyaya getirdi ve:

لَقَدْ خَلَقْنَا الْأِنْسَانَ فِي اَحْسَنِ تَقْوِيم

(“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” [et-Tîn, 4])

Bize, kendisine dost olacak en güzel rûhânî yapıyı Cenâb-ı Hak verdi. Yani kul, bu yapıyı tekâmül ettirecek ve Cenâb-ı Hakʼla dost olacak.

Beden, türâbî yapımız. Topraktan geldik. Daha evvel, asırlar evvel, topraktaydık. Oradan alınan gıdâlarla dedelere nutfe olduk. Arkadan annelere geçtik ve dünyaya geldik.

Beden, rûhumuza giydirilmiş bir elbise. Bu elbise, beden elbisesi, son nefeste çıkarılacak. Yine ruh devam edecek. Kıyâmet günü yeniden bir inşâ olacak. Orada rûhânî yapımıza göre bir sîmâ, bir beden teşekkül edecek. O şekilde bir sonsuz âleme doğru yolculuk olacak.

Türâbî yapımız bu. Topraktan geldik. Toprakla gıdalanıyoruz. Yine toprakta bedenî hayatımız bitecek. Rûhânî hayatımız devam edecek. Rûhânî hayatımız da Cenâb-ı Hakʼtan geldi.

نَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72])

Cenâb-ı Hak istîdat verdi ve bu istîdat geliştirilecek. Kul, “Benî Âdem” mükerrem olacak, en üstün varlık olacak, “ahsen-i takvîm” olacak. Nefsânî hayatının pençesine düşmeyecek. Düşerse “esfel-i sâfilîn” oluyor, altların en altı oluyor, mahlûkâtın en altına düşüyor.

Cenâb-ı Hakkʼın rızâsı, kulunun kendisine dost olmasıdır. Onun için Cenâb-ı Hak, akıl, izʼan, idrak veriyor. Peygamberler gönderiyor, kitaplar gönderiyor, suhuflar gönderiyor.

Kâinat, bilhassa Dünya, ilâhî bir laboratuvar. Her şey Cenâb-ı Hakkʼın ilâhî azametinin, ilâhî kudret akışlarının şâhidi. Kulun bu idrak içinde yaşaması, nefsânî arzuları bertaraf etmesi, tekâmül ede ede en güzel bir, Cenâb-ı Hakkʼın kulu hâline gelebilmesi.

Cenâb-ı Hak bizden, hayatın her safhasına yansıyan bir İslâm şahsiyeti istiyor. Îtikad istiyor. Îtikad güçlü olacak. Aşk ile yaşanan bir îman istiyor, isteniyor. Bunun Kurʼân-ı Kerîmʼde misallerini Cenâb-ı Hak veriyor; nasıl aşk ile yaşayan müslümanları.

Firavunʼun sihirbazlarını misal veriyor. Ashâbuʼl-Uhdûdʼu misal veriyor. Habîb-i Neccârʼı Cenâb-ı Hak misal veriyor. Îmanlarını korumak için ne kadar cefalara katlandılar. Mekkelileri bildiriyor, ilk müslümanları. Onlar nasıl çile çemberinden geçti ve kalplerini korudu. Mallarını, canlarını hepsini feda etmeye azmettiler, sırf kalplerini korumak için.

Cenâb-ı Hak bizden böyle bir îman istiyor. İbadet istiyor. İbâdet îmâna güç verecek. Beden ve kalp âhengi içinde olacak. Vecd hâlinde bir ibadet isteniyor.

İbadetler de bizim için, bizim menfaatimize. Bütün insanlar ibadet etse veyahut ibadet etmese, Allâhʼın azamet-i ilâhiyyesinden bir şey eksilmez.

Her ibadet, bizim için ayrı bir vitamin ve bu ibadetlerden rûhâniyetimize bir gıdâ verebilmek. Îmânımızın güçlenmesi neticesinde bir muâmelât, beşerî münâsebetler, din kardeşliği, Allâhʼın bütün mahlûkâtına Hâlıkʼın (şefkat) nazarıyla bakış tarzı. Ve kalbin bir dergâh hâline gelmesi. Kalbin bir mahşer hâline gelmesi. Bütün mahlûkâta sevgi muhabbet tevzî etmesi.

Cenâb-ı Hak bizden, kulundan böyle bir güzellik istiyor. Bu güzelliği teşhir edebilen, yaşayabilenleri de Cenâb-ı Hak Cennetʼe davet ediyor.

Velhâsıl müʼmin, kendisine verilen emânetin ehli olacak. Dünya ve âhiret işlerinde îtinâ gösterecek. “اَحْسِنُوا” buyruluyor âyet-i kerîmede. (Bkz. el-Bakara, 195)

Samimî ve güler yüzlü olacak, lâkin lâubâlî olmayacak.

Sabırlı olacak, hayatın med-cezirleri karşısında bezginlik ve yorgunluk göstermeyecek ve maddî-mânevî enerjik olacak.

Kendisine teʼyîd-i ilâhî gelmesi için, ilâhî yardımın gelmesi için ibadetine, duâlarına, hâline, ahlâkına dikkat edecek.

Hayatın her safhasında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi örnek almayı unutmayacak. Allâhʼın bize lûtfettiği en büyük nîmet, Kurʼân ve Sünnetʼin şükründen geri kalmayacak, gâfil kalmayacak. En büyük nîmet. Dünyayı verseler dünyada kalacak. Ebedî hayat. Ebedî hayatı temin eden Kurʼân-ı Kerîm. Kurʼân-ı Kerîmʼin muhtevâsında bir yaşayış. Örnek de -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz.

Efendimiz bir teşbih buyuruyor. Çünkü Cenâb-ı Hak her şeyin misâlini kâinatta verdi:

“Müʼmin bal arısına benzer (buyuruyor -sallâllâhu aleyhi ve sellem-). Temiz olanı yer (yani helâl yer), temiz olan şeyler ortaya koyar. (“اَحْسِنُوا” bir müʼminin her şeyi en güzeldir.) Temiz yerlere konar. Konduğu yeri ne kırar, ne de bozar. (Îmâr eder, inşâ eder, ihyâ eder.)” (Ahmed bin Hanbel, II, 199)

Demek ki bir müʼminin istikâmeti bu şekilde olmasını -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz arzu ediyor.

Din bütündür. Bir kısmını yapıp bir kısmını yapmamak olmaz. O zaman boşluk kalır. Boşluktan da nefsânî hayat istifâde eder. Onun için İslâmʼa olan bağlılığı diri tutma durumundayız.

Cenâb-ı Hak bizlere “yeryüzünde Allâhʼın şâhitlerisiniz” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 143) Yani Kurʼânʼı bir temsil etme durumunda olacağız. İç âlemimiz, rûhâniyet ve Hakkʼa muhabbet ile dolu olacak. Bunun olması için de tabi, kalbî bir mesâi isteniyor. Bu kalbî mesâiyi de Cenâb-ı Hak:

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“(Nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir. [eş-Şems, 9]) buyuruyor.

İç âlem temizlenecek. Neyle temizlenecek?

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8])

Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden kalp uzaklaşacak. Takvâ. Kul, ilâhî kameranın altında olduğunu, ilâhî müşâhedenin altında olduğunu, kalpte idrak ve şuur hâline getirecek.

Cenâb-ı Hak misaller veriyor, bu fücûrun felâketine:

İblis, Cenâb-ı Hakkʼa karşı “ben” dedi, yıkıldı gitti.

Yine A‘râf Sûresiʼnde Belʼam bin Bâûrâ, o da “ben” dedi, onun da bir kelp misâline döndüğünü Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Kârun da “ben” dedi, “ben kazandım” dedi, “ben ettim” dedi. O da “ben kazandım” dediği kazancıyla yerin dibine girdi.

Velhâsıl misalleri çok. Cenâb-ı Hak fücur istemiyor.

فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ buyruluyor.

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” (Hûd, 112)

Bu âyet indiği zaman Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin saçında ve sakalında beyazlıklar başladı. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Yâsînʼin ilk âyetlerinde:

“Sen istikâmet üzeresin.” (Yâsîn, 4) buyruluyor.

فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” (Hûd, 112)

Müfessirler; -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin, ümmetinin derdinden; çünkü ümmete böyle bir yük veriliyor, onun için Efendimizʼin sakalında, saçında ağarmalar başlıyor. Bu da Efendimizʼin ümmetine olan muhabbet ve sevgisi.

Velhâsıl nefsânî arzular zayıflatılacak, rûhânî istîdatlar inkişâf ettirilecek. Neticede bizden Cenâb-ı Hak “kalb-i selîm” istiyor.

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])

Rafine olmuş, tertemiz, berrak bir kalp istiyor. Nasıl bir doğuşta tertemiz olarak, mâsum dünyaya geldik; ibadetlerle, muâmelâtla, ahlâkî yapımızla kalbimizin o duruma gelmesi. Cenâb-ı Hak “kalb-i selîm” istiyor, Cennetʼe girme vizesi.

“Kalb-i münîb” istiyor: Hayatımızda hak ve şer, kalp tefrik edecek. Nefsâniyete tâviz vermeyecek. Çünkü İslâm tâviz kabul etmez. Şerʼî gâye için gayr-i şerʼî bir metot kullanılamaz. Onun için Cenâb-ı Hak bizden “kalb-i münîb” istiyor.

“Nefs-i mutmainne” istiyor: Tatmin olmuş. Neyle tatmin olmuş? Cenâb-ı Hakkʼa kul olmakla. Cenâb-ı Hak ne kadar istîdatlar verdi? Bu istidatların hepsini Allah yolunda kullanıyor.

Bu duruma kalp gelince Cenâb-ı Hak; “Cennetime gir.” (el-Fecr, 30) buyuruyor.

Râdıye; sen Allahʼtan râzı. Hayatın değişen şartları altında. Îtiraz yok, çıkmaz sokağa girmek yok. “Yâ Rabbi! Senʼdendir.” diyebilmek. “Sana teslimim.” diyebilmek.

Merdıyye; kulun bu samimiyetinden Cenâb-ı Hakkʼın da râzı olması “Ve Cennetime gir.” (el-Fecr, 30) buyruluyor.

Âyet-i kerîmede, Zümer Sûresiʼnde, bu müʼminler, bu muvaffakıyetten sonra, Cennetʼe giriş vizesi aldıktan sonra Cennetʼin kapısına gelirler, Cennetʼin bekçileri;

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ diyecekler.

“…Selâm size (diyecekler), tertemiz geldiniz…” Tertemiz geldiniz, dünyanın kirine vs. bulaşmadan geldiniz. Temizlenerek geldiniz. “…Artık ebedî kalmak üzere girin buraya.” (ez-Zümer, 73)

Velhâsıl demek ki ağır bir imtihan içinde olduğumuzun idrâki içinde bulunabilmek.

Kimlere benzeyeceğiz? Peygamberler, zirveler. Büyük insan terbiyecileri. Ashâb-ı kirâm da Peygamberimizʼin talebeleriydi, biz de Peygamber Efendimizʼin talebeleriyiz.

Cenâb-ı Hak Tevbe Sûresiʼnin 100. âyetinde, Cenâb-ı Hak:

“İslâm dînine girme hususunda (ilk geçen, ilk muhâcirler, ilk) öne geçen muhâcirler…”

Bunlar, îmanlarını kurtarmak için her türlü zulme, meşakkate katlandılar. Her şeyden ferâgat ettiler, fedakârlık ettiler. Sırf, îmanlarını, kalplerini kurtarmak için. Her zulme râzı oldular. Allâhʼa kul olabilmenin gayreti içinde oldular.

Cenâb-ı Hak ilk defa onları bir misal olarak veriyor. Onlar 13 senelik Mekke devrinde nelere katlandı? Bize bir misal…

Ondan sonra “Ensâr” buyruluyor. Onlar da Medîneliler. Onlar da her inen âyete; “سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا : (işittik ve itaat ettik)” dediler. (Bkz. el-Bakara, 285) Hemen tatbikâta geçtiler. Ki o kötü âdetler, câhiliye devrinde kökleşmişti. Bir anda onları yüreklerinden söküp attılar.

Onlar gibi olmamızı Cenâb-ı Hak istiyor:

“…Onlara tâbî olan ihsan sahipleri…” (et-Tevbe, 100)

Cenâb-ı Hak bizden böyle bir karakter, böyle bir kimlik bizden arzu ediyor…