Namaz Dinin Direğidir

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2015 Ay: Nisan Sayı: 103

Efendim; Dinin direği olan namazın Peygamber Efendimiz’in hayatındaki yeri nasıldı? Bu hususta neler söylemek istersiniz?

Îman ile şereflenen bir kimse için en önemli ibadet, namazdır. Makbul bir namaz, kulu, Rabbe yakınlık iklîmine götüren muhteşem bir ibadettir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatı da, “Secde et ve yaklaş!” (el-Alâk, 19) emrine ittibâ çerçevesinde dâimâ namazla şekillenmiştir.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, vakti girdiğinde, Cenâb-ı Hak ile mülâkat olan namaz için âdeta hayatı durdurmuşlardır. Namazlarını dâimâ ilk vaktinde ve cemaatle kılmaya büyük îtinâ göstermiş ve bunu ümmetine de ısrarla tavsiye etmişlerdir. Nübüvvetin gelmesiyle birlikte hemen namaz da emredilince, daha ilk günden itibâren Hazret-i Hatice ve Hazret-i Ali -radıyallâhu anhumâ- ile birlikte cemaat olmuşlardır. Mekkeli müşriklerin zulümlerine muhatap olmamak ve namazlarını huzur içinde kılabilmek maksadıyla da Mekke’den uzaklaşıp tenha vâdilere gitmişler ve namazlarını oralarda edâ etmişlerdir.

Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gün ve geceleri, farzların hâricinde devam ettiği pek çok nâfile namazlarla da feyizlenmiştir.

Mesela farzlardan önce ve sonra kıldığı sünnet namazları, sabah namazından sonra kıldığı İşrak namazı, güneşin harâreti artmaya başlayınca kıldığı Duhâ namazı, akşam namazından sonra kıldığı Evvâbîn namazı, yatmadan evvel kıldığı dört rekât namaz, gün içinde abdest tâzeledikçe kıldığı Vudû namazı, her mescide girdiğinde kıldığı Tahiyyetü’l-mescid namazı, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalb-i saâdetlerinin dâimâ namaz hâlinde olduğunun bir göstergesidir.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bilhassa Teheccüd namazını, geceleri uzun uzun kılmış ve seferlerde dahî aslâ terk etmemiştir. Hazret-i Âişe vâlidemizin bildirdiğine göre, teheccüd namazlarında kıyamda durmaktan Efendimiz’in ayakları şişer ve secde yeri gözyaşlarıyla sırılsıklam olurdu.

Efendimiz’in namaz ile münâsebeti bunlarla da sınırlı değildir. Bunun dışında Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sefere çıkarken ve sefer dönüşlerinde de mutlakâ namaz kılmış, bu yolculukları esnâsında da devesinin üzerinde uzun uzun ibadet etmeyi ihmal etmemiştir.

Bunlara ilâveten Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sevindiğinde, güzel bir haber aldığında veya duâsı kabûl edildiğinde, Allâh’ın bu ihsânına şükür için secdeye kapanmış ve namaz kılmışlardır.[1] Kur’ân-ı Kerîm’de secdeden bahseden bir âyet-i kerîme okuyunca hemen secde etmişlerdir. Üzücü bir şeyle karşılaştığında veya kederlendiğinde, yine namaz ile tesellî bulmuşlardır.[2]

Güneş ve Ay tutulması, zelzele gibi fevkalâde hâdiseler, yani ilâhî azametin müstesnâ tecellîleri karşısında,[3] Allah’tan bir hâcetini taleb edeceğinde yine namaz kılmışlardır. Kuraklık olduğunda istiskā namazı, zaman zaman da tesbih namazı kılmışlardır. Bir işe karar vereceği zaman istihâre namazı kılarak Cenâb-ı Hak’tan her işin hayırlısını istemişlerdir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ramazân-ı Şerîf’te de uzun uzun terâvih namazı kılmışlardır.

Peygamberimiz bütün bu namazları da ağır ağır, büyük bir huşû ile ve tâdil-i erkâna riâyet ederek edâ etmişlerdir. Kimin huzurunda olduğunun idrâki içerisinde kendilerini tamamen namaza vermişlerdir.

Sahâbeden Abdullah bin Şıhhîr -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’in namazdaki huşû hâlinden bir manzarayı şöyle tasvir etmektedir:

“Bir keresinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Ahmed, IV, 25, 26)

Cenâb-ı Hak, kullarından huşû içerisinde, yani kalp ve beden âhengi ile îfâ edilen bir namaz istemektedir. Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmuştur:

“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir; onlar ki namazlarında huşû içindedirler…” (el-Mü’minûn, 1-2)

Bunun yanında kalpleri huşûdan mahrum olarak sırf sûret muhtevâsında namaz kılanlar hakkında Cenâb-ı Hak:

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazı gâfilâne kılarlar.” (el-Mâûn, 4-5) buyurmaktadır.

Bir de namazı ihmâl edenlerin hâlini düşünmemiz îcâb eder. Zira âyet-i kerîmede bildirildiği üzere, Sekar cehennemine düşenler, bu yakıcı azâba dûçâr olmalarının sebepleri arasında şu gafletlerini de zikretmişlerdir:

“…Biz namaz kılanlardan değildik!” (el-Müddessir, 43)

Namaz, Cennet’in anahtarı[4] olduğu için, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cennet’e girmek ve orada kendisine komşu olmak isteyenlere de, çokça secde etmelerini tavsiye buyurmuşlardır.[5]

Namaz, îmânın kemâli için çok mühimdir. Bu sebeple de Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, çeşitli yerlere gönderdiği valilere, gittikleri yerin halkına kelime-i şehadetten sonra namaz kılmalarını istemelerini emretmiştir. Nitekim Muaz -radıyallâhu anh-’ı yönetici olarak Yemen’e gönderdiğinde Peygamber Efendimiz kendisine şunları söylemiştir:

“Sen kitap ehli olan bir topluma gidiyorsun, Onları, Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allâh’ın Rasûlü olduğuma şahitlik etmeye dâvet et. Eğer onlar, bu dâvete uyup itaat ederlerse, Allâh’ın kendilerine her bir gün ve gecede beş vakit namazı kesin olarak farz kıldığını bildir. Şayet buna da itaat ederlerse, Allah Teâlâ’nın, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere, kendilerine zekâtı mutlak sûrette farz kıldığını bildir. Buna da itaat edip uydukları takdirde, onların mallarının en gözde ve kıymetli olanlarını almaktan sakın. (Yani en pahalı veya en değersizini alma, orta hâlli mallardan al.) Mazlumun bedduasını almaktan da son derece çekin, çünkü onun bedduası ile Allah arasında bir perde yoktur.” (Buhârî, Zekât 41, 63, Meğâzî 60, Tevhîd 1)

Bir diğer hadîs-i şerîfte ise Efendimiz namazın ehemmiyeti ile ilgili şöyle buyurmuşlardır:

“Gerçekten kişi ile şirk ve küfür arasında namazı terk etmek vardır.” (Müslim, Îmân, 134)

Zira hakkıyla edâ edilen bir namaz için âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…” (el-Ankebut, 45)

Nitekim bir kişi Peygamber Efendimiz’e gelerek:

“–Falan zât gece namaz kılıyor, sabah olunca da hırsızlık yapıyor!” demişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

“–Hakîkî namaz kılıyorsa, bu namazı ve namazda okuduğu Kur’ân âyetleri, o (kimseyi takvâya yönlendirecek ve bu) yaptığı kötü fiilden onu uzaklaştıracaktır.” (Ahmed, II, 447)

Rasûlullah Efendimiz cemaat üzerinde dâimâ hassâsiyetle durmuş, “Bir kimsenin camilere gitmeyi îtiyâd hâline getirdiğini görürseniz, onun îmanlı olduğuna şâhitlik edin.” (İbn-i Mâce, Mesâcid, 19) buyurmuşlardır. Mescide girdiğinde ashâbını tek tek gözden geçirmiş, eğer hasta olup gelemeyen varsa ziyaretine gitmiş, seyahatte olanlarına da duâ etmişlerdir. Sonra cemaat içerisinde yaşlı, hasta ve çocuklar bulunduğunda kıraati daha kısa tutmuşlardır.

Cemaate devam hususunda da hiç tâviz vermemişlerdir. Nitekim bir gün âmâ sahâbî Abdullah ibn-i Ümmi Mektûm -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlâllah! Medîne’nin zehirli haşereleri ve yırtıcı hayvanları çoktur. (Ben bu hayvanların zarar vermesinden korkuyorum. Cemaate çıkmayıp evde namaz kılabilir miyim?)” demişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–حَيَّ عَلَى الصَّلَاةِ ve حَيَّ عَلَى الْفَلَاحِ davetlerini işitiyor musun? Öyleyse durma mescide gel.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 46/553)

Velhâsıl Peygamber Efendimiz, namazı hayatlarının mihveri kılmışlardır. Bu yüzden “Namaz gözümün nûrudur.”[6] buyurmuş ve son nefeslerinde ümmetine, “namaza îtinâ etmelerini”[7] vasiyet etmiştir.

Yâ Rabbi, bizlere namazı sevdir. Namazın feyzinden cümlemizi müstefîd eyle. Sana bol bol secde eden kullarından olmamızı lûtf u kereminle ihsan buyur…

Âmîn…

Dipnotlar:

[1] Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 162/2774-2775; İbn-i Mâce, Salât, 192.

[2] Bkz. Müslim, Zikir, 83; Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 22/1319.

[3] Bkz. Buhârî, Küsûf, 2-4; İbn-i Hibbân, Sahîh, VII, 68, 100. İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, II, 220.

[4] Bkz. Ahmed, III, 340.

[5] Bkz. Müslim, Salât, 225, 226; Ahmed, III, 428, 500.

[6] Nesâî, Işretü’n-Nisâ, 1.

[7] bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124.