Muvaffakıyetin Sırrı

Gönül Dergâhından Hikmetler

Yıl: 2018 Ay: Şubat Sayı: 137

II. Murad Hân’ın, oğlu 2. Mehmed’i ısrarla tahta geçirmesindeki sebeplerden biri de, onda gördüğü büyük istîdatlardır. Zira İstanbul’u fethedecek olan Şehzâde Mehmed, henüz çocuk denilecek yaşlarda iken, olgun yaşlardaki bâzı insanların bile akledemeyeceği şeyleri düşünür, yapar ve babasına çok derûnî sualler sorardı. Nitekim bir seferinde sarayın bahçesinde oynarken babasını görmüş ve birden oyunu bırakarak onun yanına koşmuştu. Hâl ve hatırını sorduktan sonra da şöyle konuşmuştu:

“–Ey benim devletlü babam! Ne hikmettir ki, sırtınızdaki onca ağır yük ve eziyete rağmen, sizde, diğer ihtiyarlardaki gibi yaşlılık alâmetlerine rastlamış değilim. Siz, diğer insanlar gibi yaşlandınız, fakat eğilip bükülmediniz ve kamburlaşmadınız. Her türlü zahmet ve sıkıntıya rağmen genç yaştaki zindelik, kahramanlık ve yiğitlikle beraber akıl ve irâdenizi yerli yerinde kullanmaktasınız. Bir bakıyorum, cenk meydanlarında muzaffer bir kumandansınız; bir bakıyorum, ilim meclislerinde derin bir üstadsınız; bir bakıyorum, halka hizmet eden samîmî, içli bir dervişsiniz!.. Geceniz gündüzünüz yok! Bütün bunlara fidan gibi boyunuzu eğriltmeden, rûhunuzu yıpratmadan nasıl tâkat getirebiliyorsunuz? Bu nasıl iştir muhterem babacığım?!. Zihnin sürekli meşgûliyeti insanı eritip bitirirken sizde bir değişiklik meydana getirememiş, huzur hâlinizi bozamamış!.. Sahip olduğunuz müstesnâ karakter için ne tür bir ilâç, üstün aklınız için ne tür bir şurup kullanıyorsunuz? Lûtfedip bunları bana öğretir misiniz? Tâ ki ben de sizin yolunuzca yürüyeyim. Bu yolda benim rehberim olun!”

Sultan 2. Murad Han, küçük yaştaki çocuğundan hiç beklemediği bu sualler karşısında hayrete düşmekle beraber gâyet memnun kalarak şu târihî nasihatte bulundu:

“–Ey benim sevgili oğlum! Beni mesrûr eyledin. Kâinâtın ve bütün varlıkların kulluk eylediği yüce Rabbim, sana vermiş olduğu üstün meziyetleri ziyâdeleştirsin. Böyle büyük ve geniş meselelerin araştırılması düşüncesini devam ettirsin.

Ey oğlum! Kim ne derse desin, ben, hayatlarını doğruluk üzere geçirenlerin, bu dünyadan ayrıldıkları zaman âhiret âleminin o hayâle sığmayan sonsuz nîmetlerine kavuşacaklarına inanıyorum. Bu inancımda en ufak bir şüphem yoktur. Bunun için yüce Allâh’ıma karşı yaptığım ibadetleri, en samîmî bir şekilde cân u gönülden yaparım. Ben bu çile ve ıztıraplar dünyasında çektiklerimin karşılıklarının, Allah tarafından, gelecek başka bir âlemde verileceğine inanıyor ve her hususta O’na ilticâ ediyorum. Ayrıca kadere teslim oluyor; ilâhî takdirin, benim için büyük bir safâ olduğunu düşünüyorum.

Ey oğlum! Her söylenene inanıp aldanmaktan uzak durmak, her ayrı durumun içyüzünü öğrenip düşünmek ve kendi hakikî gerçeğine yaklaşmak gerek!..

Nasıl ki bir meyve, ancak olgunlaştığı zaman güzelce yenir. Bunun gibi, insanlardan güngörmüş, bilgi ve tecrübesi yerinde olanlar da her zaman tercihe şâyandırlar. Aksi hâlde olgun ve nefis üzüm salkımları dururken henüz olmamış bir koruğu yemek, aklın zaafiyetidir.

Ey oğlum! Ara sıra yüce ecdâdımı hatırlarım. Benden sonraki neslimizin âkıbeti hakkında düşüncelere dalarım. Elhamdülillâh bugüne kadar sevgi, hürmet ve bağlılık görerek geldik. Bugünden sonra da aynı şekilde devam etmemizi arzularım. Nasıl doğup geldiysek, yine öylece gidelim isterim…

Şunu iyice bilesin ki herhangi bir şeyin devamı; yalnız kaba kuvvet, kılıç zoru, toprağı kanla sulamak, kuru kahramanlık ve ezici güçle mümkün değildir. Akıl, tedbir, sabır, ileriyi görme, imtihan ve yorucu tecrübeler çok mühimdir. Birinci yol, her zaman geçerli olmadığı gibi, mahzurları da çoktur. İkinci yol da tek başına bir işe yaramaz. Büyük muvaffakıyetler için her ikisini de bir arada yürütmek gerek!.. Unutma ki, yüce ecdâdımızın büyük zaferleri, görünüşte kılıcın gölgesinde olmuşsa da, hakîkatte akıl, mantık ve muhabbet güçleriyle gerçekleşebilmiştir.

Ey oğlum! Bir an bile olsa sakın adâleti elinden bırakma! Çünkü yüce Allah, âdildir ve âdil olanı sever. Bir bakıma sen O’nun yeryüzündeki halîfesisin. O, sana, kendi irâdesiyle birtakım lûtuflarda bulunmuş ve seni kullarının başına serdâr eylemiştir; senin de vazifen hakkı tebliğ etmektir, bunu unutma!..

Ey oğlum! Bu dünyada üç türlü insan vardır:

Birinci grup, akıl ve fikirleri yerinde, istikbâli az-çok gören ve düşünen, hiçbir gayr-i tabiîlikleri olmayan kimselerdir.

İkincisi, hangi yolun doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak olan gâfil kimselerdir. Ancak bu duruma kendi istekleriyle değil, etraflarının tesiriyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde doğru yola gelirler; hakîkati kabûl eder, söz dinlerler. Bununla birlikte çoğu zaman da duyup işittiklerine uyarak yaşarlar.

Üçüncüsü ise, ne kendileri bir şeyden haberdardır, ne de yapılan îkaz ve nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini zannederler. Bunlar en tehlikeli olanlardır. Zira âhiretlerini vîrâneye çevirmektedirler.

Ey oğul! Yüce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım kimselerden yaratmışsa, sevinir, Cenâb-ı Hakk’a şükrederim. Yok eğer ikincilerden isen, sana yapılan nasihat ve îkazlara kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncü gruba dâhil olmayasın! Onlar, hem Allâh’a, hem de insanlara karşı iyi bir durumda değildirler.

Ey oğul! Pâdişahlar, ellerinde terâzi tutmuş kimselere benzerler. Ancak asıl pâdişah odur ki, elindeki terâziyi doğru tuta… Sen pâdişah olunca, terâziyi doğru tutmanı tavsiye ederim. O zaman yüce Allah da, senin hakkında hayır murâd eder. Seni sâlihlerden kılar. Her şey O’nun mâlûmudur…” (Osman Nûri TOPBAŞ, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, s. 95-97’den iktibas edilmiştir.)