Muhabbetin Kudreti

Ebedî Fecre

Yıl: 2006 Ay: Temmuz Sayı: 17

HER ŞEY MUHABBETLE CANLI…

Hadîs-i kudsîde buyurulur:

“İhlâs, benim sırlarımdan (öyle) bir sırdır (ki), onu kullarımdan (ancak) sevdiğim kimsenin kalbine emânet ederim. Onu (ecir defterine) yazmak için bir melek ve ifsâd etmek için de bir şeytan ona (ihlâsa) muttalî olamaz.” (et-Tâc, I, 43)

Allâh’ın sırrı olan ihlâs gibi bir lutf-i ilâhî, insanlar içinde ancak muhabbet-i ilâhî sahibi olanlara verilmektedir. Hadiste geçen «sevdiğim kullar» ifadesi bu gerçeği göstermektedir.

Bu demektir ki, insana bütün kapılar ancak aşk ve muhabbeti nisbetinde açılır. Muhabbetin bittiği yerde ihlâs da biter, samimiyet de, fazîlet de, gayret de. Muhabbetin canlı olduğu bir gönülde her şey canlıdır; ibâdetler, güzel hasletler, sadâkat, teslîmiyet ve ebedî huzur… Onun için her şeyden evvel gönüllerde muhabbet, nûru hiç solmayan bir güneş gibi sarsılmaz bir kıvamda ve kalıcılıkta olmalıdır. Aksi takdirde mum misâli tükenen muhabbetler; insanı da tüketir, güzellikleri de. Öyle ki bazen ebedî bir zarar ve hüsrâna dönüşür. Hazin neticelerle insanı perişan eder. Nahşebî Hazretleri’nin anlattığı şu kıssa bu hakikate ne güzel bir misâldir:

SAHTE SEVGİLER FELÂKET…

“Bir genç, padişahın kızının kapısına gelmiş ve kendisinin ona âşık olduğunu söylemişti. Haber, padişahın kızına iletilince hanım sultan kapıya geldi ve gence;

«–Al şu bin dirhemi de; bir daha bana da, sana da zarar verecek böyle bir şey söyleme.» dedi.

Genç vazgeçmeyince;

«–Öyleyse iki bin dirhem al!» teklifinde bulundu.

Nihayet pazarlık on bin dirheme varınca, genç, kabûl etti. Bu durumu gören padişah kızı;

«–Sen beni nasıl seviyorsun ki, gözün para-pul ile kamaşıp beni görmez oldu. Beni benden başkasına tercih edenlerin cezası nedir biliyor musun?» dedi ve ardından sevgisinde samimî olmayan ve dünyalığa mağlûp olan genci huzûrundan tard etti.

Bu hâli duyan bir ârif, düşüp bayıldı. Kendine geldiğinde şöyle dedi:

«–Ey insanlar! Bakın dünyada sahte sevgilerin başına neler geliyor! Ya Hakk’ı sevdiğini iddiâ edip de ondan başkasına yönelenlerin başına âhirette neler gelmez ki…»”

Bu kıssa da gösteriyor ki, insanın hayatı, aslında baştan sona gerek mecâzî gerekse hakikî aşk açısından devamlı muhabbet imtihanları ile doludur. Çünkü muhabbet; hem yaratılış sırrımız, hem de yaşayış hikmetimizdir. Zira mâlûmdur ki:

VARLIĞIN SERMÂYESİ MUHABBETTİR…

Allah Teâlâ, ezel âleminde gönüllerde bilinmeye muhabbet etti ve bu vesileyle de sayısız varlıklar halketti. Bir imtihan dergâhı olan dünyada ve bütün âlemlerde kendi kudret ve sanatını sergiledi. Bu sanatın zirvesi olarak da insanı yarattı.

Böylece kâinat ve insan, ilâhî muhabbetin birer aynası oldu. Muhabbet; her şeyin hem yaratılış sırrı, hem de yaşayış enerjisi ve huzûru olarak varlıkların özüne yerleştirildi.

Onun için zerreden kürreye her şeyde muhabbet hâkimdir. Bitkilerden hayvanâta, canlılardan cansız zannedilen varlıklara kadar bu âlemde ne varsa hepsinde muhabbet vardır. Öyle ki; on sekiz bin âlemdeki hayat, muhabbetle devam eder. Bilhassa bu gerçek, insan hayatı için büyük bir hakikattir. Çünkü bir ömrü kuşatan çileler, ıstıraplar, acılar, felâketler, mahrumiyetler ilh… ancak muhabbet merhemiyle tedavî edilebilir ve fânî âlemi sonsuz bir saâdete dönüştürmek mümkün olur. Şair ne güzel söyler:

Uğruna gökler yedi kat,

Var mı muhabbet gibisi?

Aşk ile yer buldu hayat,

Var mı muhabbet gibisi?

Âdem’e, Havvâ’ya sorun,

Mecnun’a, Leylâ’ya sorun,

Hazret-i Mevlâ’ya sorun;

Var mı muhabbet gibisi?

Kul olamaz aşka sağır,

Başkacadır ondaki sır,

Her gece mîrâca alır,

Var mı muhabbet gibisi?

Goncaya sel sel aka dur,

Bağrını gül gül yaka dur,

Göz göze Seyrî baka dur,

Var mı muhabbet gibisi?   (Seyrî)

MUHABBET BASAMAKLARI…

Muhabbetin en zirvede tecellî ettiği varlık, hiç şüphesiz ki insandır. Çünkü beşer kalbinin en büyük gıdası, muhabbet ve aşk-ı ilâhîdir. Bu bakımdan gönüller; Allah muhabbeti ile doldukça yaratılıştaki hikmete ulaşırlar, huzur ve sükûnete ererler. Aynı zamanda Allâh’a muhabbet, bütün meşrû muhabbetlerin de temelini teşkil eder. Onun içinde başta Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e muhabbet de vardır. Ondan sonra Hak dostlarına, anne-babaya, evlâda, bütün ehl-i îmâna, hattâ bütün mahlûkāta muhabbet de, Allâh’a muhabbetin îcabıdır.

Nitekim Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, Mekke fethine giderken yolda yavrusunu emziren bir köpeği ürkütmemek ve rahatsız etmemek için ordusunun güzergâhını değiştirmiştir. Kurban olarak koyun kesecek birinin hayvancağızın gözü önünde bıçak bilediğini görmesi üzerine;

“Bıçağını şu koyunun görmeyeceği bir yerde bilesen olmaz mı?” diye îkāz etmiştir. Çünkü:

MUHABBET, MERHAMETİ GEREKTİRİR

Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk’ın en çok «Rahmân» ismi zikredilmektedir. Onun tecellîsi ise merhamettir. Merhamet de muhabbetin mahsûlüdür. Allâh’a gerçek yakınlık, muhabbet ve merhamet nisbetindedir.

Dolayısıyla gönüllerin her şeyden önce Allah muhabbeti ile nurlanması ve tekrar cennet ile cemâle kavuşabilmesi yönünde liyâkat kazanması şarttır. Kulluk ufkunun yegâne ideali, bu olmalıdır.

Çünkü Cenâb-ı Hak, varlıklar içerisinde en çok insanı sevmektedir. Bu sebepledir ki insanı cennette yaratmıştır. Sonra bir imtihan olarak onu bu dünyaya indirmiş ve nefs engelini bertarâf ederek kullukta bulunmak vazifesiyle memur kılmıştır. Âkıbet, Rabbimiz’in murâdı, yine bizim cennete ve cemâle dönmemiz istikametindedir. Bu itibarla Fecir Sûresi’nde açık bir şekilde;

«Rabbine dön!» ve «Cennetime gir!» diye fermân etmektedir.

Elbette asıl dönüş, Allâh’adır. Ancak Allâh’a dönen, netice itibarıyla cennete dönmüş olur.

MUHABBET TAHSİLİ…

Bütün peygamberler ve Allah dostları, işte bir ömür yukarıdaki ilâhî fermanı yerine getirebilme gayreti içerisinde muhabbet tahsili yapmışlardır. Neticede her biri muhabbeti ebedîleştiren birer mâneviyat kahramanları olmuştur. Diğer semâvî kitaplar ve Kur’ân-ı Kerim, hidâyet ikliminde böyle bir kulluğun kıvâmı için lutfedilmiştir. Kur’ân ışığında bütün Hak dostlarının kaleme aldığı eserler de bu sır, yani muhabbet sırrı ile ve muhabbet sırrını îzah için kaleme alınmıştır. Meselâ Mevlânâ’nın 26 bin beyitlik Mesnevî’si de âdeta bir muhabbet-nâmedir. Hazret-i Mevlânâ buyurur ki:

“Azîzim; muhabbeti de aşkı da Hak Teâlâ sıfatı bil!”

“Sen; kaskatı bir taş veya mermer parçası olsan, muhabbet dolu bir gönül sayesinde cevher olursun. Fakat sevgi olmayınca mum bile demir gibi katılaşır.”

“Muhabbet öyle bir sırdır ki; onunla acılar tatlılaşır, onunla gönüller kir ve pastan arınır. Dertler onunla şifâ bulur…”

“Ölü, sevgi ile dirilir; sevda sebebiyle padişah kul olur. Aşk sayesinde hapishâne ve zindan gül bahçesi olur. Nâr, nûr olur.”

“Yine muhabbet sayesinde kederler, üzüntüler neşe olur, sevinç olur. Nice kahırlar, nice rahmete dönüşür.”

“Fakat böyle neticeler hâsıl eden gerçek muhabbet, ancak âriflere mahsustur. İrfan ve ihlâs sonucudur. Yani saçma sapan şeylere kapılan, asla sevgi tahtına oturamaz…”

Gerçek muhabbet, Cenâb-ı Hakk’ı candan daha aziz bir sevgi ile sevmektir. Buna aşk-ı hakikî denir ki, bu; yaratılanı da Yaratan’dan ötürü sevmeyi gerektiren bir muhabbettir. Bunu müşahhas olarak hurma kütüğünün ağlamasında görüyoruz. Zulmedilen hayvanların Allah Rasûlü’nün huzûruna koşup gözyaşı dökmelerinde müşâhede ediyoruz.

HURMA KÜTÜĞÜNÜN MUHABBET GÖZYAŞLARI

Mâlûmdur ki, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-; ashâbına vaaz ederken mescid direklerinden bir hurma kütüğüne dayanır, öyle sohbet ederlerdi. Gün geldi, mescidde sohbet dinleyen ashab o kadar çoğaldı ki; sahâbîlerin mühim bir kısmı, kalabalıktan Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in mübârek yüzünü göremez oldular ve bunun üzerine Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in izniyle mescide bir minber yapıldı. Fakat Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in bu yeni minbere ilk çıkışında beklenmeyen mûcizevî bir hâdise oldu. Rasûlullah Efendimiz’in daha önce hutbe okurken yaslandığı hurma kütüğü, hicran ile hıçkırdı ve orada bulunan herkesin duyduğu bir sesle ağlamaya başladı. Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- de minberden inerek onu sıvazladı, teskin etti.

Câlib-i dikkattir ki bir hurma kütüğünün muhabbeti, âdetâ hicran içinde inleyen ve hasretle feryât eden bir insan misâli sevda tecellîleri sergiledi. İşte bu, muhabbetin kudretidir!

İşte bu kudret, bütün varlıkların sığındığı ve muhtaç olduğu bir muhabbettir. Asr-ı saâdette bu gerçeğin pek çok tecellîlerinden biri de şudur:

MAHZUN DEVEYİ TESKİN EDEN MUHABBET…

Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- ensardan bir kimsenin bahçesine uğramış, orada bir deve görmüştü. Deve, Peygamber Efendimiz’i görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Efendimiz, devenin yanına gitti, kulaklarının arkasını şefkatle okşadı. Deve sâkinleşti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:

“−Bu devenin sahibi kimdir? Bu deve kimindir?” diye sordu. Medineli bir delikanlı yaklaştı ve;

“−Bu deve benimdir, ey Allâh’ın Rasûlü!” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz;

“−Sana lutfettiği şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? O, senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2549)

Hazret-i Peygamber’de tecellî eden böylesi yüce muhabbet ve merhamet nümûnelerini, verese-i enbiyâ olan sâlih insanlar, her zaman hayatlarının yegâne düstûru hâline getirmişlerdir. Bir bakıma Allah dostları, Hazret-i Peygamber’in muhabbet ve merhametinin zamana yayılmış zirveleri olmuşlardır. Evliyaullâh’ın büyüklerinden olan Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’nin sergilediği şu misaller pek mânidardır:

ÂCİZ MAHLÛKĀTA ŞEFKAT

Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruh-, ilâhî muhabbetten o kadar hassaslaşır ve incelirdi ki, Yaratan’dan ötürü yaratılanlardan her birinin ıstırabını sînesinde hisseder ve muzdarip olurdu.

Bir gün, önünde bir merkebi çok fecî bir şekilde dövdüler. Öyle ki, hayvanın arkasından kanlar boşandı. O anda Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’nin de baldırlarından kan sızmaya başladı.

Yine Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruh-, bir yolculuk esnasında bir ağacın altında biraz istirahat ettikten sonra yolculuğa devam etmişti.

Yolda torbaların üzerinde, dinlendikleri yerden geçen birkaç karıncanın gezindiğini gördü. Onları yurtlarından mahrum etmemek ve onlara gurbet hayatı yaşatmamak için derhâl geri döndü. Dinlendiği yere geldi ve karıncaları eski yerlerine bıraktı.

Bu hâller, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara gösterilen kâbına varılmaz bir şefkat ve merhamet tezâhürüdür. Rabbe yakın bir mü’minin gönül ufkunun derinliğidir.

Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Kedisinin aç kalmasını umursamayıp ölümüne sebep olan bir kadın cehenneme gitti. Susuzluktan soluyan bir köpeğe ayakkabısı ile su içiren günahkâr bir kadın da affedildi.”

Ancak unutmamak gerekir ki, Allâh’ın rahmeti, bazen küçük bir hayırda bazen de büyük hayırlardadır. Aynı zamanda kahrı da, bazen küçük bir günahta bazen de büyük günahlardadır. Dolayısıyla amellerimizi bu gerçeğe göre mîzân etmeli ve değerlendirmeliyiz.

İnsana bu kıvâmı kazandıran sır da, hiç şüphesiz ki ilâhî muhabbettir. Bu muhabbet, iki cihan saâdetini kazandıracak bir nasiptir. Kulu yeşerten, maddeten ve mânen genç ve zinde eyleyen bir iksir-i ilâhîdir. Bu bakımdan Hak dostlarının en bâriz vasfı ve gayesi, dâimâ muhabbet olmuştur. Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“Hak âşıkları, muhabbet deryasının balıklarıdır. Onlar vuslat suyuna kanmazlar…”

“Sen de mânâ ehli ile düş kalk da; onlardan hem lütuflar, ihsanlar elde et, hem de mânevî güç kazan, ilâhî muhabbetle genç ve dinç kal!

MUHABBETİN EN MÜHİM TECELLÎSİ…

Muhabbetin en mühim tecellîsi; gönülden bütün mâsivâyı, yani Allah’tan başka her şeyi, bilhassa dünya hırsı, haset, kin ve nefreti temizlemesidir. Eğer bunlar kalpten çıkarılamamışsa o kalbe muhabbet henüz yerleşmemiş demektir. Çünkü ehl-i muhabbet olanlar, ehl-i dünyanın fânî ve nefsânî çekişmelerinin oluşturduğu boş sellere kendilerini kaptırmazlar, sadece sonsuz âlemin vuslat iklimine doğru koşarlar. Böylece iki dünyaları da huzur ve saâdet içinde geçer. Dünyanın en buhranlı zamanlarında bile rûhî çöküntü yaşamazlar, gönül bakımından devamlı zinde ve genç kalırlar.

Cenâb-ı Hak, bizleri böyle bir aşk-ı hakikî ile yaşatsın! Muhabbetin bereketli pınarlarıyla bütün kurak gönülleri yeşertsin! Bu çileli dünya hayatında da bizleri cennet güzelliği içerisinde mâmûr eylesin!

Âmîn!..