Maksat Takvaya Ulaşmaktır

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

MAKSAT, TAKVÂYA ULAŞMAKTIR

Neticede ne olacak?

اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“…Allah indinde sizin en keremliniz (en üstününüz) اَتْقٰیكُمْ en çok takvâ sahibi olanınızdır…” (el-Hucurât, 13)

Ve bu âyet bir köleye indi. Ashâb-ı kirâm arasında bir köleye indi. Demek ki kölenin, Cenâb-ı Hak kölenin o takvâsını terviç ediyor bize. Köledeki o takvânın bizde de olmasını arzu ediyor.

Kölenin iki şeye muhabbeti vardı:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe çok muhabbeti vardı. Satılırken hiçbir şey talep etmedi. Yalnız Efendimizʼle beraber olmayı talep etti.

Bir de “namaz”a karşı büyük bir iştiyâkı vardır. Allah Rasûlüʼnün arkasında namaz kılmak istedi. Şart olarak satılırken, bu iki şartı koydu.

İbrahim Edhem Hazretleri, Cenâb-ı Hakʼla dostluğun lezzetini şöyle bildiriyor:

“İlâhî muhabbetteki vecd ve istiğrâkımız müşahhas bir şey olsaydı, krallar onu alabilmek için bütün hazinelerini, krallıklarını, tahtlarını feda ederlerdi.”

Demek ki bu, Cenâb-ı Hakʼla dostluk, doyulmaz bir muhabbet, doyulmaz bir lezzet hâline geliyor.

Sahâbî de bu lezzete kavuştuğu için, Allah Rasûlüʼnün bir arzusunu yerine getirmeyi arzu ederlerdi. “Yâ Rasûlâllah! Emret!” derlerdi. Küçük, büyük, hayatını feda etmek vs… “Emret” derdi. “Canım, malım, her şeyim Sana fedâ olsun!” derlerdi.

Yani bu, muhabbeti elde edebilmek, kulun, müʼminin kalbinin sanatı olmuş oluyor.

Her müʼmin, îmânın bedelini Allah Teâlâʼya ödemek mecburiyetinde. Biz “Hâdî” sıfatının tecellîsi olarak lûtfen, Cenâb-ı Hak “Hâdî” sıfatının tecellîsine bizi mazhar kıldı. Birçok insan da “Mudill” esmâsının tecellîsinde.

Velhâsıl, meccânen müslüman olarak geldik. Îmânın da bedeli Cenâb-ı Hakkʼa ödenecek. Neyle ödenecek?

“Siz Allâhʼa yardım ederseniz (yani Allâhʼın dînini yaşarsanız, yaşatırsanız) Allah da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyruluyor.

Demek ki îmânın bedelini ödeyebilmek.

Velhâsıl bedeli ödenmeyen bir şeye sahiplik iddiasına kalkışmak ve ödenmeyen bir bedelin karşılığını talep etmek ise abesle iştigaldir.

Cenâb-ı Hak, kuluna “مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ” şah damarından daha yakın olduğunu bildiriyor. (Bkz. Kāf, 16)

“…Secde et yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4]) buyuruyor.

Bir beraberliği -nereye gitseniz- Cenâb-ı Hak bizimle beraber olduğunu bildiriyor.

Ve Cenâb-ı Hak kulundan kendisine ihsân etmiş olduğu, kendisine âit olan malı ve canı kendisi uğrunda cömertçe harcanmasını istiyor. Yani malı ve canı emânet veriyor, bir imtihan malzemesi veriyor, bir laboratuvar malzemesi. Ve bunun da cömertçe harcanmasını istiyor. Bu şekilde ölüm güzelleşecek.

Cenâb-ı Hakkʼın nîmetlerine karşı duyguların artması lâzım. Cenâb-ı Hak Câsiye Sûresiʼnde:

“…Göklerde ve yerde ne varsa hepsi kendi katından âmâde kıldı…” (el-Câsiye, 13) buyruluyor.

Güneş âmâde, Ay âmâde, atmosfer âmâde, hiç değişmiyor. Topraktan çıkan her şey âmâde. Meyveler, sebzeler âmâde. Birçok hayvan âmâde.

Velhâsıl;

“…Elbette bunu düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13) buyuruyor. Cenâb-ı Hak kuldan derin bir tefekkür istiyor.

Müʼmin, Cenâb-ı Hakkʼın lûtfettiği bu malzemeleri düzgün kullanmak mecburiyetinde. Malı nasıl kullanacak, canı nasıl kullanacak, tefekkürü nasıl kullanacak?

Tefekkür istiyor Cenâb-ı Hak. Hep;

اَفَلَا يَعْقِلُونَ (“…Hiç düşünmüyorlar mı?” [Yâsîn, 68])

اَفَلَا تَعْقِلُونَ : (“Akıl erdirmez misiniz?” [Bkz. Âl-i İmrân, 65; el-A‘râf, 169; el-Bakara, 44, 76; el-En‘âm, 32…])

لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (“…Aklını kullanacak bir kavim için.” [el-Bakara, 164; el-Ankebût, 35; el-Câsiye, 5…])

لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ (“…Umulur ki düşünüp anlarsınız.” [el-Bakara, 73, 242; el-Enʼâm, 151; el-Hadîd, 17…])

اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ (“…Şâyet aklınızı kullanırsanız.” [Âl-i İmrân, 118; eş-Şuarâ, 28])

اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ : (“…Hiç düşünmez misiniz?” [el-En‘âm, 50])

Velhâsıl Cenâb-ı Hak tefekkür ve akıl erdirme istiyor. Akıl da bir malzeme. Akıl, iki uçlu bıçak gibi, hem şerre vesîle hem hayra, hem zulme, hem de takvâya vesîle.

Akıl, vahyin içinde yaşanırsa, Kitap ve Sünnetʼin içinde yaşanırsa hayra vesîle. Akıl eğer nefsin istikâmetine giderse, şerre, Cehennemʼe girebilmeye bir vâsıta.

Cenâb-ı Hak diğer bir âyette, Saff Sûresinde:

“Ey îmân edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allâhʼa ve Rasûlʼüne inanır, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edersiniz…” (es-Saff, 10-11)

Cihâd etmek, fedakârlık. Canla fedakârlık, malla fedakârlık. Adam öldürme değil cihad. Cihad, adam ihyâ etmektir. İnsanın ihyâsıdır. Bugün maalesef, terör deniyor vs… İslâm, Efendimizʼin 23 senelik nebevî hayatı, terörle mücâdele; Kurʼân-ı Kerîm, terörle mücâdeledir. İnsanın ihyâ edilmesidir.

Cihad, insanın ihyâ edilmesidir. İnsanın katledilmesi değildir. Kılıç bir demir parçasıdır. Kurşun bir demir parçasıdır. Kurşun, insanı ihyâ etmez. O, zarûrette zulmü kaldırmak içindir.

Cenâb-ı Hak her şeyle tefekküre davet ediyor bizi. Semâ ile, toprak ile, yaratılışımızla, fânîlikle, dünya hayatının kısalığıyla:

اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰیهَا

(“…(Dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar (kaldıklarını sanırlar).” [en-Nâziât, 46])

Velhâsıl Cenâb-ı Hak hep îkaz hâlinde. Bu, aksine, bu ikram edilen nîmetler, Cenâb-ı Hakkʼın uğrunda değil de yanlış yerlerde harcanırsa, o _imete ihânet olmuş oluyor. İhânet olmuş oluyor.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“O, sizin için kulakları, gözleri, gönülleri yaratandır…” (el-Müʼminûn, 78)

Cenâb-ı Hak niye kulağı yarattı, niye gözleri yarattı, niye gönülleri yarattı? İnsan bir robot hâlinde gelmedi.

“…Ne de az şükrediyorsunuz?” (el-Müʼminûn, 78) buyuruyor. Bunları düşünmüyorsunuz ve yerli yerinde kullanmıyorsunuz, ne de az şükrediyorsunuz buyuruyor.

Yine o âyet-i kerîmenin devamında, Müʼminûn Sûresi:

“Ve O, yaşatan ve öldürendir…” (el-Müʼminûn, 80)

Dünya gelişimizden haberimiz yoktu. Yaşatan da O. Her an ölümle karşı karşıyayız. Ve öldürendir.

Ondan sonra genel bir kâinâtın tefekkürüne Cenâb-ı Hak yönlendiriyor:

“…Gecenin ve gündüzün değişmesi, Oʼnun eseridir…” (el-Müʼminûn, 80)

Hiç takdim-tehir var mı? Yarın, düşünen var mı acaba Güneş, 6ʼyı 20 geçe değil de 7ʼyi 20 geçe doğar diye? Yahut şu saat değil şu saatte batar diye? Bir ateistin bile îtimâdı var. Fakat gafleti kaplıyor. Cenâb-ı Hak:

“…Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (el-Müʼminûn, 80) buyuruyor.

Bu kadar ilâhî azamet;

“…Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (el-Müʼminûn, 80) buyuruyor.

Velhâsıl Cenâb-ı Hakʼla dost olmak, en başta canı ve malı Allâhʼa adamakla gerçekleşir.

Okunan âyet-i kerîme bu gerçeği bize bildiriyor:

“Allah müʼminlerden mallarını ve canlarını kendilerine verilecek Cennet karşılığında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111)

Demek dünya bir pazar. Kabir bir pazar değil, âhiret bir pazar değil. Dünya bir pazar. Hattâ Cenâb-ı Hak;

تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ (“…Aslâ zarara uğramayacak bir kazanç.” [Fâtır, 29]) buyuruyor diğer bir âyette.

Demek ki mallarınızı ve canlarınızı… Mallar, Allah ve Rasûlʼünün uğrunda harcanacak, infak edilecek. Canlar da, bu da fedakârlık, canlardan fedakârlık olacak. Bütün mesâî, bütün gayretler, canın bütün gücünü Allah yoluna adamaya sarf edilecek.

Bunların karşısında ne olacak? Cennet satın alınacak.

Bu nereye kadar gidecek?

“…Çünkü Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler…” (et-Tevbe, 111)

Bütün fedakârlıklar… İşte ashâb-ı kirâmın durumu. Târihimiz de bizim, en basiti, Çanakkale bunun en müşahhas bir misali.

“…Ve bu, Tevratʼta, İncilʼde ve Kurʼânʼda Allah üzerine hak bir vaattir…” (et-Tevbe, 111)

Cenâb-ı Hakʼla bir alışveriş olmuş oluyor.

“…Allahʼtan daha güzel sözünü yerine getiren kim vardır?..” (et-Tevbe, 111) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

“…O hâlde Oʼnunla yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte bu, gerçekten büyük bir kazançtır.” (et-Tevbe, 111)