“Mahzun Olma, Allah Bizimle Beraberdir.” (Tevbe, 40)

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

“MAHZUN OLMA, ALLAH BİZİMLE BERABERDİR.” (et-Tevbe, 40)

Efendimiz bir hadîs-i şerîf buyuruyor, elde kor tutmak gibi:

“Şiddetli bir şey, yaklaşan fitne sebebiyle vay insanların hâline! (Buyuruyor Efendimiz.) Kişi mü’min olarak sabahlar da akşam kâfir ol(arak öl)üverir. Birtakım insanlar, dinlerini küçücük bir dünya menfaati karşılığında değiştiriverirler…”

ثَمَنًا قَلِيلًا (“Az bir menfaat” [Bkz. el-Bakara, 41, 79, 174; Âl-i İmrân, 77, 187, 199…])

“…İşte öyle bir zamanda dînine sıkıca sarılan kişi, elinde kor ateş tutan kimse gibidir.” (Ahmed, II, 390; Ayrıca bkz. Müslim, Îman, 186; Tirmizî, Fiten, 30/2196)

Ticarette buna dikkat edeceğiz, fâize girmeyeceğiz. Televizyon, internet vs… İnsan savrulup gidiyor. Çocukları perişan oluyor. Bizim çocuğumuz değil, televizyonun çocuğu oluyor, internetin çocuğu oluyor, modaların çocuğu oluyor, reklâmların çocuğu oluyor. Onlar gibi olmaya çalışıyor.

Onun için, çok iş düşüyor. Yani hem kendimizden mes’ûlüz, hem evlâtlarımızdan mes’ûlüz.

Birinci:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” [el-Alak, 1])

İkincisi:

لَا تَحْزَنْ

“…Mahzun olma…” (et-Tevbe, 40)

Ebû Bekir Efendimiz’e Rasûlullah Efendimiz buyurdu:

“…Allah bizimle beraberdir…” (et-Tevbe, 40)

Demek ki, Cenâb-ı Hak’la beraber olmanın gayreti içinde olabilmek. Bu da, takvâ ile.

Üçüncü:

Efendimiz; “İki emânet bırakıyorum; Kur’ân ve Sünnet’imdir.” buyuruyor. (Bkz. Hakim, I, 171/318)

Kur’ân-ı Kerîm; evet, tilâvetini okuyacağız, feyz alacağız, rûhâniyet alacağız, fakat Allâh’ın murâdı bu âyetlerde nedir? Benim nasıl bir mü’min olmamı Cenâb-ı Hak arzu ediyor? Ki;

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyruluyor.

Bütün gâye, Cenâb-ı Hakk’a yakın olmak.

Süleyman -aleyhisselâm- sarayda yaşadı. Eyyûb -aleyhisselâm- samanda yaşadı, toprakta yaşadı.

İkisine de Cenâb-ı Hak:

نِعْمَ الْعَبْدُ (“…Ne güzel kul…” [Sâd 30, 44]) buyuruyor.

Süleyman -aleyhisselâm- yaşadı, kalbini kasa etmedi. (Dünya) kalbinin dışında kaldı. “Ben fakirlerle beraberim.” buyurdu.

Cenâb-ı Hak onu da imtihan etti Süleyman -aleyhisselâm-’ı. Bir an geldi, bütün malını, hepsini, bütün saltanatını, bütün vücut gücünü bir anda aldı. Âyet-i kerîmede; “…Onu tahtının üzerinde ölü bir ceset gibi bıraktık…” (Sâd, 34) buyruluyor. Sonra tekrar verdi. Yani Fâil-i Mutlak, Cenâb-ı Hak.

Eyyûb -aleyhisselâm- büyük bir sabır ve şükür. نِعْمَ الْعَبْدُ (“…Ne güzel kul…” [Sâd 30, 44]) buyruluyor. Her ikisi de -biri varlıkta, biri yoklukta- ikisine de نِعْمَ الْعَبْدُ (“…Ne güzel kul…” [Sâd 30, 44]) buyruluyor.

Süleyman -aleyhisselâm- kadar zengin olsan, eğer parayı kullanabilmeyi biliyorsan, Allâh’ın verdiği nîmetleri kullanabiliyorsan, kurtuldun. Yok, bilemiyorsan, yandın.

Eyyûb -aleyhisselâm-’da ne var? Şükür var, rızâ var.

Karısı diyor ki:

“–Sen (diyor), peygambersin, duâ et (diyor). Bu iptilâlar kalksın üzerinden.” diyor.

“–Rahime (diyor), biz (diyor) seksen sene (diyor), rahat yaşadık (diyor), sıhhatli yaşadık (diyor). Bu bizim ıztıraplı hâlimiz kaç sene ki? (Diyor.) Ben nasıl (diyor), isteyebilirim.” diyor.

Âyet-i kerîmede, en nihâyet; “…Sen, Erhamu’r-Râhimîn’sin.” (el-Enbiyâ, 83) buyuruyor.

Gelelim, hocamızın okuduğu âyet-i kerîmeler, Fussilet Sûresi’nde:

“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra « ثُمَّ اسْتَقَامُوا» (Allah Rasûlü’nün rûhânî izinde yürüyenler için) onlara melekler iner (üç yerde iner); «Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vaad edilen cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)

Bunun birincisi; ölüm ânı, en zor an. Bizi konuşturan, güldüren, düşündüren o rûhun bedenden çıkması. Bedenden çıktıktan sonra o beden, etten bir kalıp hâline geliyor, çürümeye başlıyor hemen. Bitiyor, fonksiyonu bitiyor. O zor bir an.

Melekler gelecek o an, (Allâh’ın) o dost olan kullarına:

“Korkmayın, üzülmeyin, Allâh’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” diyecekler.

İkincisi, tefsirlerde, kabirde gelecekler. Büyük vedâ. Yalnız bir yolculuk, zor bir yolculuk. Orada da melekler gelip karşılayacaklar.

Yine âyet-i kerîmenin devamında:

“Biz size dünya hayatında da âhiret hayatında da dostuz…” (Fussilet, 31) diyecekler.

Kıyâmette kalkış: O da çok zor bir an. Orada da melekler gelecek. Orada da müjdeleyecekler, beraber olacaklar.

Kimler bunlar?

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Onlar, korkmayacaklar, üzülmeyecekler.” (Yûnus, 62) Allâh’ın velî kulları olmuş olanlar.

Yine buna mümâsil çok âyetler var. Nasıl âyetler? Meselâ Âl-i İmrân Sûresi’nin 191. âyetinde Cenâb-ı Hak:

“Onlar, ayaktayken, otururken, yanlarına yatarken, Allâh’ı zikrederler…” Yani hayatın her safhasında, hiç boşluk yok.

Ne dünya boşuna, insanlar, hayvanlar, bu mahlûkat…

“…Sen bunları boşuna yaratmadın derler. Bizi Cehennem azâbından koru derler.”

Bu hâlet-i rûhiyede olmamızı arzu ediyor Cenâb-ı Hak.

Yine Cenâb-ı Hak Enfâl Sûresi’nde:

“…Allah anıldığı zaman, وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ kalpleri titrer...” (el-Enfâl, 2) buyuruyor.

Cenâb-ı Hak o kadar kudret, o kadar ilâhî azamet sahibi ki, sana bir îtibar veriyor, seni kul olarak yaratıyor. Fakat bu da kalp inkişâf ederse bu olur. وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ “kalpleri titrer” buyuruyor.

“…Allâh’ın âyetleri okunduğu zaman îmanları artar…” (el-Enfâl, 2) buyuruyor. Allâh’ın bu âyetteki şeyi nedir? Verdiği bize mesaj, tâlimat nedir? Onunla bir derinleşilecek, kalp onunla derinleşecek.

Bir sürü gazete okuyor, bir sürü şeyler seyrediyor, bomboş zaman akıp gidiyor. Zamanı helâk ediyoruz. Esas zamanı değerlendirmek; Allâh’ın bu âyetteki bize olan tâlimâtı nedir, nasıl bizim kul olmamızı arzu ediyor?

İşte “îmanları artar” buyuruyor.

Ondan sonra, üçüncüsü; “tevekkül ve teslimiyet.” (el-Enfâl, 2)

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا الله (Gaybı Allahʼtan başkası bilemez).

Gaybı bilmiyorsun. Bilmediğin bir şeye de üzülmek, şey yapmak, o da olmuyor.

Ömer bin Abdülaziz’e soruyorlar -Hazret-i Ömer’in torunu, Emevî halifesi sekizinci.

“–Senin için dünyada en çok hoşlandığın nedir?” diyor.

“–En benim hoşlandığım (diyor), Allâh’ın (diyor), takdirine râzı olmamdır.” diyor.

İki buçuk senelik bir hilâfetiyle İslâm tarihine en büyük imzayı atıyor. Hattâ, daha evvel, müheykel, pehlivan yapılı bir vücut, o Müslümanların derdiyle, kemikleri çıkıyor arkadan, kamburlaşıyor.

Bir gün eski arkadaşı kendisini görmek istiyor.

“–Gelsin (diyor), buyursun.” diyor. Eski arkadaşı geliyor, bakıyor, o eski Ömer bin Abdülaziz gitmiş, başka bir kalıp karşısında. Gözler çukurlaşmış, içeri düşmüş.

“–Halife! (Diyor.) Ne bu hâlin? (Diyor.) Sana ne oldu böyle?” diyor.

“–Yâhu (diyor), geç bunları (diyor). Sen (diyor), benim (diyor), kabre konulduktan üç gün sonraki hâlimi görsen, çok çok daha fazla şaşarsın (diyor). Sen (diyor), bana (diyor), İbn-i Abbas’tan iki tane hadis rivâyeti oku da (diyor), içim-gönlüm ferahlasın.” diyor.

Cenâb-ı Hak. İşte, üçüncü madde, “tevekkül ve teslim olurlar” buyuruyor. (el-Enfâl, 2)

Dördüncü madde:

“Namazı ikāme ederler…” (el-Enfâl, 3) diyor. Yani namazı kalp-beden hâlinde, ilâhî huzurda olduğunun farkında olarak…

Cenâb-ı Hak; “temiz elbiselerinizle secde edin” buyuruyor. (Bkz. el-A‘râf, 31) Yani namaza, o kadar yani, hem zâhirin, hem bâtının bir huzurda olduğunun idrâki içinde olacak.

“…Onlar infâk ederler.” (el-Enfâl, 3) buyuruyor. Allah sana niye verdi? Bunun bir idrâki içinde kul olacak, infak edecek.

Velhâsıl, benzer/mümâsil çok âyetler…

Efendimiz’in Vedâ Haccı’nda tâlimâtı var bize, ashâbın şahsında bütün kıyâmete kadar ümmet-i Muhammed’e:

“Yarın (diyor) Rabbinize kavuşacaksınız. Bugünkü hâl ve hareketinizden muhakkak hesaba çekileceksiniz. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizle (kavga etmeyin) boynunu vurmayın…”

İşte bugünkü hâl. Nasıl Müslüman Müslümanı katlediyor.

“…Haberiniz olsun ki ben önceden gidip Havz başında sizi bekleyeceğim. Diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla sevineceğim. Sakın (sakın, sakın günah işleyerek) yüzümü kara çıkartmayın.” buyuruyor Efendimiz. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

Nasıl bir baba evlâdına der; “Oğlum! (Der.) Sakın benim yüzümü kara çıkartma!” der. Ki, bir evlât babayı sevdiği kadar babaya şey yapar, dikkat eder hâline.

Efendimiz:

“Sakın (diyor, günah işleyerek diyor), benim (diyor), yüzümü kara çıkartmayın kıyâmet günü.” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

Demek ki, hakikaten yani bu, bize Rasûlullah Efendimiz’in sevgisini kendimizde test edebilmek.

Yine buyuruyor:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ buyuruyor. “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyuruyor. (Buhârî, Edeb, 96)

Demek ki, kişi sevdiğiyle beraber.

“Tasavvuf” da, veyahut da “takvâ” diyelim, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e benzeyebilme gayreti. Rasûlullah Efendimiz’in muhabbetiyle fânî olan gönüller, Hakk’a dost olur. Hakk’a dost olanlar içinse, şu ilâhî müjdeler vardır:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

(“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” [Yûnus, 62])

Şimdi, tefsirlerde, bu âyette zikredilen dünya hayatındaki müjdeler:

Allah dostlarına Kur’ân-ı Kerîm’de müjdeler var.

Bir dünyevî müjde geldiği zaman seviniyoruz.

İkincisi; Peygamber Efendimiz’in verdiği müjdeler var.

Hadîs-i mütevâtirde Cenâb-ı Hak; “…Ben, o kulumun gören gözü, işiten kulağı, akleden kalbi olurum…” buyruluyor. (Buhârî, Rikāk, 38)