Mahzun Bayram

1994 – Mart, Sayı: 097, Sayfa: 021

Hata ve onun neticesi olan ızdırap, insan yaratılışı ile başlar. Zira ilk ceddimiz Adem -aleyhisselâm- da murad-ı ilâhî icabı bir zelleye düçar olmuştur. Bunun neticesi olarak Cennetten tard edilip Dünya’ya gönderilişi ile ilk ızdırap tadılmış olur.

Adem -aleyhisselâm-‘ın yaratıldığı balçığa 39 sene hüzün, bir sene sürûr yağmıştır. Keder ve hüzünün hakimiyeti bu kadar kadimdir.

İnsan hayatı, bir annenin ızdırabı, kendisinin ise ağlaması ile başlar. En nihayet, bedenden soyundurularak ebedî yolculuğa çıkartılır. Gelişinde de gidişinde de, ızdırap hakimdir.

Bu geliş ve gidiş arasına gönül gözü ile bakılırsa hayat sonsuz elemler, hüsranlar, ızdırap verici haller ve boş hevalarla doludur. Yalnız, gaflet gömleğini yırtıp, geldiği alemin hakîkatlerine vâkıf olan büyük ruhlar için hayat bir imtihan, ölüm ise bir Şeb-i Aruz yani bir vuslattır. Mevlana hayat boyu, bu vuslat anını büyük bir iştiyak ile beklemiştir.

Fâni olan hayat sahnesinde gerçekleşen nefsânî başarılar, deniz kenarında oynayan çocukların gelecek bir dalga ile yok olmağa mahkum, kumdan yapılmış evleri ve oyuncakları kâbilindendir.

İnsanın yaratılış sebebi, Rabbe kulluk, Onun bilinmesi ve nefsin kontrol altına alınmasıdır.

Dünya hayatında ferdî ve içtimaî müessirlerden bazıları nefsanî, bazıları ise rûhânî duyguları tahrik eder.

Bayramlar, bu duygular arasında insandaki şefkat, merhamet, vefa ve diğergamlık hislerini bileyler ve coşturur.

Hem kendi hazzını, hem de başkalarını sevindirmenin hazzını yaşatır.

Bayramlar, ferdin değil, toplumun manevî sevinci, bu heyecanın paylaşılması, gönül iklimine girme, bütün müslümanları gönülden kardeş hissedebilmedir. Bir kudsî hadiste Hak Teala buyurur: “Yere ve semalara sığmam bir mü’min kulumun kalbine sığarım.”

Bayram, Yaradan’dan ötürü bütün müslümanlara sevgi, şefkat, nezâket ve muâvenettir.

Dünya, ezelle ebed arasında ruhun bir gurbet diyarıdır. Bayram, sürûr ve ızdıraplarla dolu bu gurbet aleminde Rabbin kullarına ihsan ettiği bir sürûr günüdür.

Bayram günü, mahzunları, kimsesizleri, muzdariplerin gönlünü almakla başlamalıdır.

Hadis-i Şerif mucibince ilk bayramlaşma en çok âlâka, yardım ve şefkat bekleyen geçmişlerimizle mahzun selviler altından başlamalıdır. Bu hal ölülerle dirilerin hasret gidermesi, haşır neşir olmasıdır. Fâtihalar ve sadakalar ikram ederek geçmişlere bir vefa borcunun ifasıdır. Ecdad, insanın kendi akıbetini görebilip, ibret alabilmesi için kabristanları hep şehir ortalarına yapmıştır. Nitekim Fahri Kainat -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- buyurur: “Size iki vaiz (nasihatçi) bıraktım. Biri susar biri konuşur. Susan nasihatçi ölümdür. Konuşan ise Kur’ândır.”

Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Hadis-i Şerifte “Kabre giren, bataklığa düşen insan gibidir. İmdat bekler.” buyurur. Acaba, Bosna-Hersek, Karabağ, Filistin ve Keşmir’deki şehitlerimizle nasıl bayramlaşırız? Onların varislerine gidecek bayram tebriği nasıl olmalıdır?

Bu bayram, kırık kanatlı yaralı bir kuş gibi olan mazlumlara, muzdariplere, yorgun gönüllere, yetimlere, bîkeslere yüreğimiz ne kadar uzanabilecek? Onların bir tebessümü, bize hakîkî bir bayramın buketi olacak, bahar neşesine götürecektir. Nitekim Mesnevîsinde Mevlana buyurur:

“Eğer senin gönlün varsa gönül Kâbe’sini tavaf et. Topraktan yapılmış sandığın Kâbe’nin mânâsı gönüldür.” “Cenabı Hak görünen, bilinen suret Kâbe’sini tavaf etmeyi kirliliklerden temizlenmiş, arınmış bir gönül Kâbe’si elde edesin diye sana farz kılmıştır.”

Dertli Yunus’umuz da;

Gönül Çalab’ın tahtı Çalap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı kim gönül yıkar ise” der.

Müslümanların kalbi ve nabzı, tek bir insanın nabzı ve kalbi gibi olmalıdır.

Bayramın hakîkatine ancak yardımların sürûru ile yaklaşılabilir.

Buna muvaffak olanlar nefs engelini aşıp gerçek insanî cevherini ortaya koymanın saadetine ulaşmış olurlar. Zira bütün ulvî davranışlar, ruhumuzu kuşatan, gaflet libaslarından kurtulmanın bir tezahürüdür. Böylece bayramlar, topyekûn beşeriyetin, insanlığın ulvîleşmesi cehdinde müstesna bir fırsattır. Ne saadet bu fırsatı değerlendirip bayramın hakikatini idrak edebilenlere…