Mağrifet İklîmi

1999 – Ocak, Sayı: 155, Sayfa: 020

Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, Ramazan-ı Şerîf’in mağfiret iklîmi, mü’minleri bir rahmet bulutu gibi gölgesi altına aldı.

Ramazan-ı Şerîf ki, İslâm’ın dört şartının heyecanla yaşandığı mübârek bir aydır. Rûhu incelterek derinleştiren Ramazan-ı Şerîf, “refes”, “fısk” ve “cidâl”in yasaklandığı hassas hac ibâdetine rûhen bir hazırlıktır.

Hiç şüphesiz ki Ramazan-ı Şerîf’in bütün günleri birer fırsat demleridir. O, baştan sona feyiz semâsının bereket yağmurudur. Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- buyururlar:

“Ramazan-ı Şerîf’in evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden âzâd olmaktır…”

Ramazan-ı Şerîf, gönüllerde feyz ü bereketin taştığı, rûhânî bahar yeşilliklerinin açtığı bir mevsimdir. Kurumuş îmân sîneleri, amel-i sâlihle tazelenecek, solmuş sararmış kalbler, takvâ ile bezenecek ve rûhânîleşecektir. Bu ay, baştan sona bir ganîmet ve kazanç fırsatı olacaktır.

Ancak bu fırsatı değerlendiremeyenlerin ne büyük bir hüsrânda olacağını şu hadîs-i şerîf şöyle sergiler:

Kâ’b bin Ucre’den:

Rasûlullâh -aleyhisselâm-, bizden, minbere yakın oturmamızı isteyince, minberin tam önünde topluca oturduk. Bir basamak çıktı: “Amîn!” dedi. Bir basamak daha çıktı. Yine “Amîn!” dedi. Bir basamak daha çıktı. Yine “Amîn!” dedi. Minberden indiğinde:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Bugün biz, sizden daha önce işitmediğimiz yeni bir şey işittik.” dedik.

Bunun üzerine buyurdu ki:

“-Minberde iken Cebrâîl geldi. Bana birinci basamakta iken:

“96Ramazan-ı Şerîf’e erişip de bağışlanmayana lânet olsun!” dedi.

Ben de: “Amîn!” dedim.

İkinci basamağa çıktığımda:

“Yanında senin adın söylendiği halde sana salât ve selâm getirmeyene lânet olsun!” dedi.

Ben de: “Amîn!” dedim.

Sonra üçüncü basamağa çıktığımda:

“Ana babasının yaşlılığına erişip de veya bir tekinin ihtiyarlığını görüp de, cenneti kazanamayan kişiye lânet olsun!” dedi.

Ben de: “Amîn!” dedim.” (Hâkim, Tirmizî)

Bu hadîs-i şerîfde bu kadar rahmeti bol olan bir ayda ibâdete, kulluğa, salevât-ı şerîfeye ve ana-baba hakkına karşı bîgâne kalmanın hazîn âkıbeti ifâde edilir.

***

Bu mübârek günlerin değerlendirilmesi husûsunda îfâ edilen ibâdetlerin başında yoksul, yetîm, kimsesiz, çâresiz, hasta ve muhtaçların gözetilmesi de gelir ki, yüreklerin böyle kimselere uzanması, onlarla bir gönül beraberliği yaşanması ve onlara sıcak bir kucak olunabilmesi, Ramazan-ı Şerîf’in fazîletini yücelten en mühim müessirlerdendir. Zîrâ bu ibâdetler, yâni ehline verilen zekât ve sadaka gibi amel-i sâlihler, Cenâb-ı Hakk’ın afv ü mağfiretini coşturur. Feyiz ve bereketlere gark eder. Rahmet-i ilâhiyyenin kapılarını aralar. Azâbın yolunu kapatır. İnâyet-i ilâhiyye kapılarını açar.

Hadîs-i şerîflerde buyurulur:

“Sadaka, şerrin yetmiş kapısını kapatır.”

“Sadaka, Allâh’ın gazabını söndürür.”

Lokman Hakîm oğluna:

“-Evlâdım! Bilerek veya bilmeyerek bir günâh işlediğinde, hemen tevbe edip tasaddukta bulun!” derdi.

Husûsiyle Ramazan-ı Şerîf’de verilen sadakaların ehemmiyeti şöyle beyân edilmiştir:

Bir adam Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘e gelerek:

“-Yâ Rasûlallâh! Hangi sadaka ecir bakımından daha büyüktür?” diye sordu.

Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:

“-Ramazan-ı Şerîf’de verilen sadaka…” (Tirmizî) buyurdular.

Hakk dostları, infâk edenlerin sıfatlarını şöyle ifâde ederler:

Şerîat ehlinin infâkı, mallardan; hakîkat ehlinin infâkı, mallara ilâveten rûhâniyetlerindendir.

Âriflerin infâkı, gönüllerinden olur. Çünkü onlar, ilâhî huzûrdan geri duramazlar. Âşıkların infâkı, rûhlarından olur. Çünkü onların rûhları kazâ-yı ilâhiyye tecellîsine rızâ hâlindedir. Zenginlerin infâkı, malın keseden çıkmasıdır. Dervişlerin infâkı, gönülden ağyâr ve mâsivânın çıkmasıdır.

Âbidlerin infâkı, nefislerinden olur. Onlar da nefislerini kulluk ve hizmetten esirgemezler.

Gönlü ganî olan zenginler, infâk ederken mallarını muhtaçtan kıskanmazlar.

Bütün kimsesiz ve yoksullar, şükreden cömert zenginlerin varlığı ile mes’ûd ve zengindirler. Nisan bulutu, üzerinden geçtiği topraklara nasıl rahmet ve bereket yağdırır ise; cömert ve merhametli kullar da, aynı şekilde Allâh’ın muhtaç ve garîbe olan rahmetine vesîle olur.

İnfâk eden, ne kadar severek, candan ve bir zevk-i bediî içinde verirse, alana da o kadar bereket olur. Böyle bir alış-veriş, verene de alana da huzûr kaynağıdır. Çünkü verenin rûhî derinliği, alana akseder. Âyette buyurulan “ticâreten len-tebûr” meydana gelir.

Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:

“el-Fakru fahrî; Yoksulluk, benim iftihârımdır!..” buyurur.

Bu hadîs-i şerîf, bir hikmet levhasıdır. Dünyâ zenginliğine karşı gönül zenginliğini tercîh eden bu görüş, kanâati emreder. Bu ifâde, sâlih yoksullardaki fazîleti idrâk edebilmek içindir.

Âyet-i kerîmede “mahrûm” diye belirtilenler, yâni iffeti dolayısıyla isteyemeyenler, kanâat, rûh hazînesi ve zenginliği ile mücehhez bulunan kimselerdir. Kanâat ne güzel bir hazînedir.

Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“Sehâvet ehli olan kimseye yakışan, fakîre ihsândır. Âşıklara sezâ olan, cânân yoluna fedâ-yı cândır.”

***

İnfâka nümûne olması için Allâme İbn-i Kayyım, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in infâktaki gönül zenginliğini şöyle ifâde eder:

Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz, sahip olduğu şeyleri sadaka olarak verme husûsunda hiçbir insana benzemezdi. Allâh’ın kendisine verdiği malları biriktirmez, bir köşede tutmazdı. Bir kimse, kendisinden bir şey istediğinde az veya çok mutlakâ verirdi. O’nun sadaka verişi, fakîrlikten korkmazcasına bir verişti. Sadaka vermek, kendisi için en büyük bir hazdı. O’nun vermekten duyduğu sevinç, ihtiyacı olup da O’ndan alanın duyduğu sevinçten kat kat daha fazlaydı. Hayır işlemede insanların en cömerdiydi. Sağ eli bereket saçan bir rüzgâr gibiydi. Bir ihtiyaç sahibi, O’na derdinden söz açtığı zaman çok duygulanır, onu kendisine tercîh eder, bazen yemeğini, bazen de üzerindeki elbisesini verirdi.

Hazret-i Câbir’den naklen Tefsîr-i Hâzin’de deniliyor ki:

“Küçük bir çocuk Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in huzûruna geldi. Annesinin bir gömlek istediğini arzetti. O sırada Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in, sırtındakinden başka gömleği yoktu. Çocuğa başka bir zaman gelmesini söyledi. Çocuk gitti. Tekrar gelip, annesinin Hazret-i Peygamber’in sırtındaki gömleği istediğini söyledi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, Hücre-i Seâdet’e girdi, sırtındaki gömleği çıkarıp çocuğa uzattı.

O esnâda Bilâl -radıyallâhu anh- da, namaz vakti girmiş olduğundan ezân-ı Muhammedî’yi okumaya başladı. Fakat Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, sırtına alacak bir şey bulamadığı için cemâate çıkamadı. Ashâbdan bazıları, merak edip Hücre-i Seâdet’e girdiler; Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘i gömleksiz olarak buldular. Bu hâl, onları derin derin düşündürdü.

***

“Beşinci halîfe” ünvanını alan Ömer bin Abdülazîz şöyle buyururdu:

“Namaz, seni yolun ortasına kadar götürür. Oruç, Pâdişâh’ın kapısını açar. Sadaka da, Pâdişâh’ın huzûruna sokar.”

Ubeyd bin Umeyr’den:

“İnsanlar son derece aç, susuz ve çıplak olarak haşrolunurlar. Onlardan hangisi dünyâdayken Allâh için yedirmişse, Allâh da onu o günde doyurur. Allâh için dünyâda içirene Allâh orada içirir. Nihâyet Allâh için giydireni de Allâh orada giydirir.”

Hadîs-i şerîfde buyurulur:

“İnfâk et ey insanoğlu, ki sana da infâk edilsin!” (Buhârî, Müslim)

İnfâkın hakîkatini Mevlânâ Hazretleri, şu misâl ile ne güzel îzâh eder:

“Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez; hayırlarda bulunmak, malı kaybolmaktan, zâyî olmaktan korur!”

“Verdiğin zekât, kesene bekçilik yapar, onu korur. Kıldığın namaz da sana çobanlık eder, seni kötülüklerden, kurtlardan kurtarır.”

“Ekin ekenin ambarı boşalır, lâkin hasad vakti gelince, saçtığı tohumlara karşılık kaç mislini geri alır! Boşalttığı bir ambara mukâbil kaç ambar dolusunu iâde alır!..”

“Fakat buğday ekilmez, yerinde kullanılmaz da ambarda saklanırsa, bitlere, küçük kurtlara, farelere yem olur. Bunlar, onu tamamıyle mahvederler.”

Allâh Teâlâ buyurur:

“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk edin!” (el-Münâfikûn, 10)

“(Ey Rasûlüm!) Altın ve gümüşü biriktirerek saklayıp onları Allâh yolunda harcamayan kimseleri acıklı bir azâb ile müjdele!..” (et-Tevbe, 34)

Zekât ve infâk, Allâh için bir ibâdet olduğundan dolayı, verilenlerin doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’a verildiğini bilmelidir. Hadîs-i şerîfde buyurulur:

“Sadakalar, önce Allâh’ın lutuf eline, oradan da muhtacın eline geçer…”

Mü’min, zekât ve sadakayı hakîkatte Allâh’ın eline verir, muhtaç da bunu almakta Allâh Teâlâ’nın vekîli olursa, verilenler, bir edeb ve teşekkür içinde muhtaca takdîm edilmiş olur.

Âyet-i kerîmede bu ibâdetin ehemmiyetini tebârüz ettirmek için mecâzen: “Sadakaları Allâh alır.” (et-Tevbe, 104) buyurulmaktadır.

***

Sadaka verirken dikkat edilmesi gereken edeb, çok mühimdir. Sadakadaki edebin, Kur’ânî ifâdesi şöyledir:

“Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhıret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın! (Sadakalarınızı imhâ etmeyin!)” (el-Bakara, 264)

Allâh dostları, zekât ve sadaka verirken minnet ve başa kakmak endişesinden kurtulmak için muhtacın önünde ayağa kalkıp tevâzu göstererek takdîm etmişlerdir.

Süleymân -aleyhisselâm-, Cenâb-ı Hakk’ın bahşettiği dünyâ saltanatına bir meyil göstermeyip, bu saltanatı, kalbinin dışında taşımıştır. O, sık sık fakîrlerin yanına gider, onlarla oturmakdan haz alırdı:

“Miskîn, miskinlere yakışır!” derdi.

Böylece, dünyâ saltanatı içinde tevâzûun en güzel hâlini yaşardı.

Âyet-i kerîmede buyurulan:

“Ey insanlar! Hepiniz fakîrsiniz. Zengin olan ancak Allâh’dır.” hakîkatinin idrâki içindeydi.

Birgün gâfilin biri, zengin gönüllü fakîrlerle bir arada olmaktan hoşlanan, onlarla hem-hâl olan Süleyman -aleyhisselâm-‘a şöyle dedi:

“-Niçin böyle fakîr ve miskinlerle oturur, yer-içersin?”

Süleyman -aleyhisselâm- da cevaben:

“-Çünkü ben yalnız gönülleri zengin olanları severim.”

İçinde yalnız hava bulunan ağzı kapalı bir testi, suyun üstünde batmadan mesâfeler alır.

Kalbi Allâh -cellle celâlühû- aşkı ile dolu, aynı zamanda ağzı bütün nefs ve dünyâ azgınlıklarına kapalı mü’min de, dünyâ ummânında batmayarak nice yüce menzillere ulaşır.

Gönlü cömertlik, merhamet, tevâzu ve muhabbet duyguları ile dolu bir mü’min, dünyâya aldanmayıp cân âleminde seyreder.

Dünyâya âid olanca nîmetler, onların gönül gözünde hiçtir. Arzu ederler ki, gönülleri mârifet ve ilâhî aşkla dolsun ki, o ilâhî muhabbet semâlarına kanatlanmak kolay olsun!

***

Bu mübârek mağfiret ve gufrân ayında ihtimam göstereceğimiz diğer bir husus ise Kadir Gecesi’ni ihyâdır.

Kadir Gecesi, Rabbin, ümmet-i Muhammed’e sonsuz merhametinden saçtığı müstesnâ bir lutuf gecesidir. Bu gece, nice mânevî hazîneler bahşedilmektedir. Bu gecenin ihtişam ve azametine binâen hakkında müstakil bir sure nâzil olmuştur.

Kadir Gecesi, Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinde indirilmesiyle nurlanmış, Cebrâîl ve diğer meleklerin iştirâki ile mânevîleştirilmiştir. Mü’minlere görülmez nurânîler tarafından selâm verilen bu gece; feyz ve bereket dolu bir lutuf, Rabbin kullarına bir merhamet gecesi ve Ramazan ayının bir bahar faslıdır.

Kadir Gecesi, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘den gelen mâneviyyât dolu afv ve gufrân yâdigârı olan bir gecedir.

Hadîs-i şerîfde:

“Kadir gecesini, fazîlet ve kudsiyyetine inanarak, sevâbını yalnız Allâh’dan bekleyerek ibâdet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı hâriç- geçmiş günâhları bağışlanır.” (Buhârî, Müslim) buyurulmaktadır.

Bizi Kadir Gecesi’nin hakîkatine; ancak dünyâ gâyeleri ile karıştırılmayan; riyâ, gösteriş, ücub gibi bulaşıklıklarla kirlenmeyen ve ihlâsla îfâ edilen bir oruç, namaz, zekât ve emsâli kulluk vazîfeleriyle nâil olunur. Bu rûhâniyet ile Ramazan mektebini bitirirsek, işte o zaman gerçek bayram şehâdetnâmesini almak nasîb olur.

***

Bayramın yaşanmasına gelince, bu, dost ve akrabâ râbıtalarını güçlendirerek gönlümüzün, yoksul, garîb, kimsesiz, yetîm, dul, yorgun ve bîtâb gönüllere uzanması ile olacaktır. Dostlarına, yakınlarına, muzdariplere ve bir kenarda kalmış kardeşine sırt dönenler için bayram sürûru ve hazzı düşünülemez.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, “kırık kalbler”e hassâsiyetle davranmak gerektiğini beyitlerinde şöyle ifâde eder:

“Harâb gönül, Hakk’ın nazargâhıdır. Hakk’ın teşrîf ettiği yerdir. Hakk’ın defîneleri harâb gönüldedir. Harâbelerde pek çok defîneler gömülüdür. Gönlü yaratan ne yüce ve ne güçlüdür.”

Bilmeliyiz ki bayram, bir tatil veya ferdî bir neş’e vesîlesi değil, umûmî bir muhabbet, şefkat ve merhametin ve insanî duyguların ictimâî parıltıları olmalıdır.

Gerçek bayram, geniş bir rahmet ve ğufrân iklîmi, sonsuz bir afva mazhar olan müslümanların derin bir îmân heyecanı içinde birbirleriyle kaynaştığı muhteşem hâtırâlarla dolu mübârek bir gün olmalıdır.

Bayram, büyük-küçük, muzdarip-sıhhatli, zengin ve fakîrin müşterek bir sürûr günüdür. Onların hepsinin memnûn olması, bayramların gerçek mânâsının yaşanması ile mümkündür. Bu îtibarla bayram, yaradandan ötürü bütün mahlûkâta sevgi, şefkat, nezâket ve muâvenete vesîle olan bir gündür.

Ramazan-ı Şerîf ve bayramlar, ölüm ötesindeki neş’eli günlere bir rahmet meş’alesidir.

Ancak nefsin sultasında yaşanan ve güce râm olunan bir dünyâda garîbi mütebessim kılacak muzdaribi sevindirecek hakîkî bayram acabâ hangi hamleye muhtaçtır?

Acabâ bu bayram, yurdundan tard edilmiş Kosovalı mazlûma, bir pirinç tanesine muhtaç olan ve çocuğuna süt veremeyen Afrikalı anneye, kenarda kalmış yetîm ve garîbe gönlümüz ne kadar uzanabilecek?

Bu bayramda gösterdiğimiz merhamet ve hizmet tezâhürleriyle gönüllerimizi mizân ederek bulunduğumuz noktayı tesbit ile nefislerimizi ne nisbette muhâsebe edebileceğiz?

Bayram, ne güzel bir dünyâ cennetidir, kendisini muzdariplerin tebessümüyle gülşene çevirebilenlere!

Ne güzel bayramdır, bütün rûhânî tezâhürlerine ma’kes olarak ümmeti kucaklayabilen mü’min gönüllere!..

***

Bizler, birgün şu fânî lezzetler ellerinden alınacak olan hakîkat yolcularıyız.

Feyizli gönüller, gelip geçmekte olan şu rûhânî günlerin hasretini çekecektir. Bu mağfiret ve cehennemden âzâd olma günlerinden ayrılış, muttakîlere vedâ gözyaşı döktürecektir. Rabbimiz bayram günlerini, ancak sabır ve nîmetlerin kadrini bilip yapılan amel-i sâlihler ve verilen infâklar mukâbilinde bir mükâfât olarak ikrâm edecektir.

Rabbimiz, dünyâ hayatını bizler için bir Ramazan-ı Şerîf eyleyip kıyâmet sabahını hakîkî bir bayram eylesin!

Âmîn!