Kur’an-ı Kerim Takva ile Anlaşılır. Din Bir Heyecandır Takva İle Yaşanır

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KUR’ÂN-I KERÎM TAKVÂ İLE ANLAŞILIR. DİN BİR HEYECANDIR, TAKVÂ İLE YAŞANIR.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin aziz, lâtif, mübârek, mücellâ, musaffâ, pâk rûh-i tayyibelerine; ehl-i beytin, ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kiram hazarâtının, cümle geçmişlerimizin rûh-i şerîflerine; dînimizin, vatanımızın, milletimizin selâmetine; şerirlerin şerlerinden muhafazasına; bugün sünnet olan yavrularımızın ve bütün evlâtlarımızın, dîne, îmâna, vatana, millete hayırlı evlâtlar olması, bizlere sadaka-i câriye olması niyâzıyla, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…

Muhterem Kardeşlerimiz!

Okunan âyet-i kerîmeler, bize Cenâb-ı Hakk’a olan dostluğumuzu, yakınlığımızı, onu test etmemizi… Benim yakınlığım Rabbime karşı ne kadar?..

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“Benî Âdem’i (yani insanoğlunu) mükerrem kıldık (üstün kıldık)…” (el-İsrâ, 70) buyuruyor.

Bütün mahlûkat içinde insanı Cenâb-ı Hak üstün yaratıyor. Yani üstün olacak vasıflar veriyor.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْأِنْسَانَ فِي اَحْسَنِ تَقْوِيم

(“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” [et-Tîn, 4]) buyuruyor. En güzel bir yaratılışla. Fakat, eğer bu yaratılışı koruyamazsa, nefsâniyete mağlup olursa, onun da ucu, esfel-i sâfilîne kadar gidiyor. Altların en altı. Bütün mahlûkatın en altına kadar gidiyor. (Bkz. et-Tîn, 5)

Bizi Cenâb-ı Hak meccânen, en büyük peygambere ümmet kıldı, bir bedelsiz olarak. Yine bedelsiz, en büyük kitaba Cenâb-ı Hak bizi muhatap kıldı.

Bir imtihan dershânesi içindeyiz. Cenâb-ı Hak, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i çok seviyor. Âhir zaman ümmetini, O’nun ümmetini de çok seviyor. O’nun ümmetine de en büyük kitabı, mûcizevî kitabı Cenâb-ı Hak inzâl etti. O, Efendimiz’in ümmetiyle dost olmak istiyor bilhassa.

Dostluk -mâlum- müştereklikten kaynaklanır. Cenâb-ı Hak mü’minleri kelime-i tevhîd ile dostluğa davet ediyor. “Lâ ilâhe illâllah”; bu kelimeyle dostluğa davet ediyor.

Bu dostluk, lâfızda değil de fiilde gerçekleşmesi lâzım. Îman; dil ile ikrar, zihinle tasdik değil; dil ile ikrar, kalp ile tasdik. Yani hayata geçmesi.

“Lâ ilâhe”: Cenâb-ı Hak bizi bütün nefsânî arzulardan, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmaya mânî olan bütün nefsânî arzuları bertaraf etmemizi istiyor. Yani kalp bir putperest hâle gelmeyecek. Eşyanın putperesti olmayacak. Fânîliğin putperesti olmayacak.

“İllâllah”: Kalp Cenâb-ı Hak’la beraber olacak.

Yine âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

“Ey Peygamber! Hevâ-hevesini ilâh hâline getirenleri gördün mü?..” (el-Furkân, 43) buyuruyor.

Hevâ, yani nefsânî arzularını. Onları, nefsânî arzularına râm olanları gördün mü?

“…Sen onlara vekil değilsin.” (el-Furkân, 43) buyuruyor.

“İllâllah”: Kalp, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatlarının mazharı olacak.

Bu şekilde Cenâb-ı Hak’la bir dostluk kurulmuş olacak. Cenâb-ı Hak bu dostluk neticesinde bir son nefes bayramı veriyor. Bir kıyamette, o büyük infilâkta bir bayram yaşatıyor.

Hiçbir zaman dost dostu unutmaz. Onun için Cenâb-ı Hak son nefeste de unutmuyor dostu, kıyamette unutmuyor.

Son nefes zor bir an. Canın gırtlağa geldiği bir an. Cenâb-ı Hak Fussilet Sûresi’nde, âyet-i kerîmede:

“Rabbim Allahʼtır deyip…” (Fussilet, 30)

ثُمَّ اسْتَقَامُوا (“…Sonra dosdoğru olanlar…” [Fussilet, 30])

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in o nûrânî izinde gidenler için, O’nu bir üsve-i hasene, örnek şahsiyet, örnek karakter olarak takip edenler için,

“…Melekler (ölüm ânında) iner:

«–Korkmayın, üzülmeyin, Allâh’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)

O vefat edenin en zor ânında, öyle bir müjde gelir meleklerden.

Tabi bu kimler için? Cenâb-ı Hak’la dost olanlar. Hayatı, Kur’ân ve Sünnet’in muhtevâsında yaşayanlar. Bir yerde unutmayanlar. İbadette, ahlâkta, muâmelâtta, hayatın her safhasında.

Yine kıyamet çok büyük infilâk. Bütün kâinâtın infilâkı. Bir tsunamiden ne kadar endişe ediyoruz?! Bir depremden ne kadar endişe hâlindeyiz?! Kıyamet ise bütün kâinâtın; semânın infilâkı, yeryüzünün infilâkı, denizlerin infilâkı. Bütün mahlûkâtın bir çok değişik hâli. Cenâb-ı Hak göklerin ayrı bir gök, yerlerin ayrı bir yer olduğu bir sahne bildiriyor.

Yine Cenâb-ı Hak Abese Sûresi’nde; en yakınından kardeşinden başlayarak en yakınından kaçar buyuruyor. (Bkz. Abese, 34-36) Bütün sığınak ve barınaklardan kaçacağını bildiriyor o kıyamette.

Yine Cenâb-ı Hak semâyı, trilyonlarca yıldız, galaksi vs… Hepsini bir tomar kağıdı büker gibi bükeceğiz buyuruyor. Eski hâline getireceğiz buyuruyor. (Bkz. el-Enbiyâ, 104)

Müzzemmil Sûresi’nde; sübyanlar, saçları ağarmış ihtiyarlar hâline gelir buyuruyor. (Bkz. el-Müzzemmil, 17)

Daha çok âyetler var. Hac Sûresi’nde ayrı âyetler var.

Cenâb-ı Hak hep bize o kıyamet sahnelerini bildiriyor ki o sahnelere hazırlıklı bulunalım. Kurtuluş neresi, barınak neresi, nereye koşacağız?

فَفِرُّوا اِلَى اللّٰهِ (“O hâlde Allâhʼa koşun…” [ez-Zâriyât, 50]) Cenâb-ı Hak buyuruyor. Cenâb-ı Hakk’a dost olmak, Cenâb-ı Hakk’a koşabilmek bu âlemde.

Onlar da Cenâb-ı Hakk’a dost olanlar, bu infilâkta:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyuruyor.

Hem ölüm ânında bir ferahlık, hem de o kıyametin o ilâhî azamet depreminde Cenâb-ı Hak dostu koruyacağını ve dosta ikram edeceğini Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Cenâb-ı Hak imtihan dünyasında olduğumuz için, nefs engelleri veriyor. Ve nefs arzularına da bir câzibe veriyor. Câzibe olduğu için insan harama, şüpheli şeylere meylediyor. Bu, fücur deniyor buna. Allah’tan uzaklaştırıcı şeyler.

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 8-9])

Allah’tan uzaklaştıran her hâlden kul kaçınacak, “takvâ” üzere bir hayatı olacak. 258 yerde Kur’ân-ı Kerîm’de “takvâ” geçiyor. Ancak Kur’ân-ı Kerîm takvâ ile anlaşılır. Din, takvâ ile yaşanır. Din bir heyecandır. Bir geometri değildir. Fücurdan kaçılacak, takvâya doğru mesafe alınacak. O da ancak nasıl olacak:

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])

İç âlem temizlenecek. Yani iç âlem fücurdan temizlenecek. İç âlem, Cenâb-ı Hak’la bir dostluğa…

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])

Cenâb-ı Hak’la kalp huzur bulacak.

Bütün o fücur, ona tiksinti verecek.

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])

Böyle bir kalbi Cenâb-ı Hak Cennet’e davet ediyor.

Bu dünyadaki kulluğumuzun imtihanı bu.

Hak dostu olmamızı Cenâb-ı Hak arzu ediyor. Ve dosta da ikram etmek istiyor.

“Üç vasıftaki insan Hak dostu olamaz” buyruluyor:

“Kibirli insan olamaz.” buyruluyor.

Yani “ben” diyen insan. Hâlbuki bütün lûtfeden, Cenâb-ı Hak. Ne gücümüz var ki? Onun için kibirli… Bir sıfır sermayeyle geldik dünyaya. Aklımız varsa vesâiremiz varsa hepsini veren Cenâb-ı Hak. İstîdatlarımızı veren, Cenâb-ı Hak. Onun için, kibir, kibriyâ sıfatına ortaklık, İblis ve Kârun bu şekilde kahroldu gitti.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman, 18)

Dâimâ kul, bütün muvaffakıyetlere “Yâ Rabbi, Sen’dendir.” Diyecek. Nabız “Yâ Rabbi!” diyecek. Kalp devamlı “Yâ Rabbi!” diyecek. “Hep Sen’dendir.” diyecek.

Cenâb-ı Hak Kârun’a çok nîmetler verdi. Tevrat’ı en iyi tefsir edenlerden biriydi. O da malına güvendi, malına sığındı, şımarmaya başladı. Kibirlenmeye başladı. Kavmi ona, âyet-i kerîmede:

“…Şımarma! Allah bil ki şımaranları sevmez.” (el-Kasas, 76) buyurdu.

Velhâsıl, demek ki bir kulun enâniyeti, yani fücûru şey yapması için, fücurun en büyük vasfı, enâniyettir. Kulda “ben” olmayacak. Enâniyet olmayacak. “Yâ Rabbi, Sen.” olacak. “Ben” lâfzı olmayacak. Dâimâ “Sen yâ Rabbi!” diyecek.

Mûsâ -aleyhisselâm-’a mukaddes vâdi Tuvâ’da peygamberlik verildi. O sırada da hanımı Safura Hâtun, Şuayb -aleyhisselâm-’ın kızı doğum yapıyordu mağarada.

Cenâb-ı Hak Mûsâ -aleyhisselâm-’a:

“–Hemen dedi, kardeşinle beraber, Hârun’la beraber, Firavun’a git, onu irşâd et dedi. Leyyin bir lisan kullan dedi. Giderken de âyetlerimi unutmayın.” buyurdu. İki peygambere âyetlerimi unutmayın. (Bkz. Tâhâ, 42-44)

Yani kalp, hep Cenâb-ı Hak’la beraber olacak.

Mûsâ -aleyhisselâm-:

“–Yâ Rabbi dedi, mağarada dedi, Safura var, doğum yaptı dedi. Çocuk var.” dedi.

Karanlık, kış, vs… Tabiat şartları tamamen tersine.

“–Onları ne yapayım?” dedi. Yani onları nereye şey yapayım dedi.

Cenâb-ı Hak da buyurdu ki:

“–Ey Mûsâ dedi, anan seni doğurup dünyaya attığı gün, Firavun’un şerrinden seni kim korudu? Yine anan seni bir sandığa koyup bir denize, Nil Nehri’ne bıraktığı zaman seni orada kim korudu? Firavun’un sarayında seni kim korudu? Medyen çöllerinde garip, yalnız, kimsesizken seni kim korudu?..”

Hep Mûsâ -aleyhisselâm-:

“–Sen yâ Rabbi, Sen yâ Rabbi, Sen yâ Rabbi!..” diyordu.

Cenâb-ı Hak kulundan dâimâ “Sen yâ Rabbi!” istiyor. “Ben” istemiyor.

Onun için, birinci; Cenâb-ı Hakk’ın dost olmak istediği kişide dostluğu en bozan şey, kibir oluyor, nefsâniyet oluyor.

Onun için bir müslümanın lügatinde “ben” olmayacak, “Yâ Rabbi, Sen!” olacak. Cenâb-ı Hak bizden bunu istiyor dostluğu için.

İkincisi:

Bizden “cimrilik” istemiyor.

Malı kullanmayı bilecek.

اَلْمُلْكُ لِلّٰهِ: “Mülk Allâh’a ait.”

Cimrilik demek ne demek? Kendisinin malı olmayan bir mala ortak oluyor. Fakat Cenâb-ı Hak; “mal benimdir” diyor; اَلْمُلْكُ لِلّٰهِ.

Demek ki Cenâb-ı Hak malı niye vermişse, verdiğini kullanmayı bilecek. Allah bu malı bana niye verdi, ona vermedi? Demek ki ben onun ihtiyacı göreceğim.

Bir mü’minin îmandan sonra en büyük fârik vasfı, “merhamet” oluyor. Cimrilik de merhamete en büyük set çeken bir hâdise.

Bir mü’min, her şeyiyle cömert olacak: Hizmetiyle cömert olacak. İnfâkıyla cömert olacak. Yani ne varsa cömert olacak bir mü’min. Cimri olmayacak. Sırf cimrilik denilince “para” zannedilir, değil.

Buyruluyor:

“Ahmak olmayacak.”

Ahmak nedir? Ahmak da dünyayı âhirete tercih edenler. Şeytanın kandırmasına uyanlar.

“–Canım ne olacak, daha gençsin, sonra bunu yaparsın. Şimdilik işle. Allah nasıl olsa Gafûru’r-Rahîm’dir, Erhamu’r-Râhimîn’dir…” Bu bir hamâkat oluyor.

Dâimâ bir mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet sıfatını düşünürken, gadap sıfatını da düşünecek. Cenâb-ı Hak Gaffâr’dır, aynı zamanda Kahhâr’dır, aynı zamanda Azîzün zü’ntikâm’dır.

Bazen Cenâb-ı Hakk’ın gadabı küçük bir şeyde, bazen büyük bir şeyde, bazen orta bir şeyde… Allâh’ın rahmeti de o şekilde.

Onun için bir mü’min, mayın tarlasında gezer gibi her hâline, her adımına, aldığı her nefese, ağzından çıkan her kelimeye dikkat etmek mecburiyetindedir. Onu en ufak bir şey Cehennem’e de kaydırabilir, en küçük bir rahmet tecellîsi de onu Cennet’e götürebilir.

Efendimiz buyuruyor:

“…Cennet’e karış kalır, Cehennem’e döner…” (Bkz. Buhârî, Kader, 1)

 

İşte Kârun’da olduğu gibi.

“…Cehennem’e karış kalır, (Kur’ân-ı Kerîm’de geçen Firavun’un sihirbazları gibi) Cennet’e girer…” (Bkz. Buhârî, Kader, 1)

Velhâsıl Cenâb-ı Hak:

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

(“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” [Âl-i İmrân, 102]) buyuruyor. Ancak müslümanlar…

“…Allâh’ın azamet-i ilâhiyyesine göre takvâ sahibi olun, ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.

“Siz, Allâh’ın dînine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7)

Allâh’ın dînine yardım ne şekilde olur?

Birincisi; “yaşamak.” Kur’ân ve Sünnet’in muhtevâsı içinde hayatımızın olması ve İslâm’ı temsil etmemiz.

“…Allah da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyruluyor.

Bu nefsânî hayatı bertaraf edebilme.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])

Bir Allah dostu onu buyuruyor:

“Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaratan…”