Kur’an-ı Kerim Bizden Ne İstiyor?

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KURʼÂN-I KERÎM BİZDEN NE İSTİYOR?

Cenâb-ı Hak bütün mahlûkat arasında bizi “insan” olarak yarattı. “…Mükerrem kıldık…” (el-İsrâ, 70) buyuruyor. Yani Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşacak vasıflar verdi.

“اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ” buyuruyor, “en güzel bir yaratılış”la halketti. (Bkz. et-Tîn, 4)

نَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyruluyor. Kendinden istîdatlar verdi, kul bu istîdatları inkişâf ettirecek, Cenâb-ı Hakkʼa dost olacak.

“Benî Âdemʼi mükerrem kıldık…” (el-İsrâ, 70) buyuruyor.

Muhteşem Cennetʼe dâvet ediyor. O ihtişamlı Cennetʼe dâvet hâlinde. Yüz yirmi dört bin küsur peygamber, Cenâb-ı Hak gönderdi Âdem -aleyhisselâm-ʼdan Efendimizʼe kadar.

Bizi de en yüce peygambere ümmet kıldı. Bir bedel ödemedik. Tamamen meccânen, büyük bir lûtf-i ilâhî olarak, ümmet-i Muhammed olduk.

Yine lûtf-i ilâhî; kıyâmete kadar devam edecek, mûcizevî, menşei Cenâb-ı Hakkʼa ait, Kurʼân-ı Kerîmʼe muhâtap kıldı.

Kurʼân-ı Kerîm, ders kitabımız. En alt kademeden en üst kademeye kadar misal. Bütün beşerin ihtiyaçlarına cevap verecek durumda. Büyük bir lûtuf…

Cenâb-ı Hak:

اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ

(“Rahmân Kurʼânʼı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti.” [er-Rahmân, 1-4]) buyuruyor. Cenâb-ı Hak, Kurʼânʼı Rahmân öğretti. Burada “merhamet” sıfatını bildiriyor.

“İnsanı yarattı.”

عَلَّمَهُ الْبَيَانَ: Hikmetler, sırları Cenâb-ı Hak insana ihsân eyledi.

Kurʼân-ı Kerîm bizden ne istiyor?

Kurʼân-ı Kerîm bizden kendisine, Rabbimizʼe dost olmamızı arzu ediyor.

258 yerde “takvâ”ya davet ediyor. Yani ilâhî kameranın altında olduğumuz (şuurun)a davet ediyor.

194 yerde “ihsan, muhsin”… İhsan sahibi olmamız. Huzûr-i ilâhîde olduğumuzun bir idrâki içinde olmamız. Cenâb-ı Hakkʼın bize ihsân ettiğini, lûtfettiğini biz de Allâhʼın mahlûkâtına, insanlara tevzî etmemizin zarûrî olduğunu Cenâb-ı Hak bildiriyor.

O şekilde yaklaşacağız.

90 yerde Cenâb-ı Hak “ey îmân edenler” olarak bildiriyor, mesajlar veriyor. Nasıl îmânımızı nasıl takviye edeceğiz? Nasıl güzel bir kul olacağız?..

40 yerde “efleha, mühlihûn” bildiriliyor. Nasıl bir bâdireler atlatacağız, dünyadaki imtihanları geçeceğiz? Nasıl imtihanlar? Onları Cenâb-ı Hak bildiriyor. Ve Dâruʼs-Selâm, bizi Cennetʼe davet ediyor dost olarak.

Cennet de, insan mükerremliğini elde edecek, muhteşem Cennetʼe nâil olacak. Onun için kalb-i selîm sahibi olacak. Kalb-i münîb olacak. Allâhʼın verdiği bütün imkânları, nefs-i mutmainne olacak, Allah yolunda istikâmetlendirecek.

Hayat, kundak ile kefen arasında bir yolculuk. Ömür, beşik ile teneşir arasında bir zaman tüneli. Kalbin sanatı, bu fânî sermayeyi ebedî bir saâdete çevirebilmek.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak bizde aşk ile yaşanan bir îman istiyor. Yine bizden, beden ve kalp âhengi içinde yaşanan bir ibadet isteniyor. Yine bizden, hayranlık tevzî eden bir ahlâk arzu ediliyor. Tabi bunun da en başında “infak” geliyor. Cenâb-ı Hakkʼa sevgimiz mukâbilinde infâk edebilmemiz.

Bu ay “şehrullah” yani Allâhʼın ayı. Yani sırf bu ayın sıfatı bu, Allâhʼın ayı. Demek ki büyük bir lûtuf ayı, ikram ayı, ihsan ayı.

Bu üç aylar, ihlâsla yaşanacak bereketli bir mevsim. Nasıl bir ilkbaharın yağmura ihtiyacı var. Yağmur toprağa hayat verir, inbât eder. Bu üç aylar da müʼmin kalplerinde büyük bir bereket hâsıl eder.

Bu ay, Regâib, bolluk ve bereket. Bu ayda Mîraç da vâkî oldu.

Ümmet-i Muhammed olmanın bir nîmetini tefekkür edeceğiz bu ayda. Cenâb-ı Hak ne büyük bir nîmet ihsân eyledi.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insanda tecellî eden bir sanat hârikası, bir mûcize, insanda bir mûcize.

Her insan bir mesleğe misaldir, iki mesleğe misaldir; Efendimiz bütün mesleklere misal. En alt kademeden en üst kademeye kadar bütün insanlığa misal.

Onun için, hayatımızın her safhasında Oʼnu örnek almaya mecburuz, selâmetimiz için. Cenâb-ı Hak Oʼnu üsve-i hasene/örnek şahsiyet olarak ikram etti, lûtfetti. Oʼnun, Efendimizʼin yirmi üç senelik peygamberlik hayatı, Kurʼânʼın fiilî bir tefsîri mâhiyetinde. Cenâb-ı Hak Kurʼânʼı, âyet-i kerîmede, Kurʼân-ı Kerîmʼde:

“İrşad etmek üzere Rasûlʼün kalbine Kurʼânʼı indirdik.” buyuruyor. (Bkz. eş-Şuarâ, 193-194)

Bu ay, Regâib, -aynı zamanda sırf Efendimizʼe mahsus, başka bir peygamberde yok- Mîraç gibi ilâhî rahmet tecellîleriyle bu ay şereflendirildi. Bu Receb ve Şâban ayı, ibadetlerle, kalbî duyuşlar incelecek ve hayır-hasenatla Ramazân-ı Şerîf ayına bir hazırlık olacak.

Bu bakımdan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ümmetine bir duâ telkin etti:

اَللّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فيِ رَجَبٍ وَ شَعْبَانَ وَ بَلِّغْنَا رَمَضَانَ

“Ey Allâhʼımız! Receb ve Şâbânʼı mübârek eyle, Ramazanʼa mülâkî eyle/ulaştır.” (Taberânî, Evsat, IV, 189; Beyhakî, Şuab, V, 348. Krş. Ahmed, I, 259)

Ramazan, büyük bir rahmet, büyük bir tecellî. Cenâb-ı Hakkʼın ümmet-i Muhammedʼe büyük bir lûtfu.

Fakat;

اَللّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فيِ رَجَبٍ وَ شَعْبَانَ…

Receb ve Şâbân ihyâ edilecek, kalp Ramazan-ı Şerîfʼe hazırlanacak.

Buyurulur:

“Beş gece vardır ki onlarda yapılan duâlar geri çevrilmez. O gecelerden biri de Recebʼin ilk Cuma gecesi…” (Bkz. Câmiu’s-Sağîr, c. III, s. 454)

Yani bu gece yapılan duâlar çevrilmez.

Tabi bu, duâ da çok mühim. Duâ lâfızda olmayacak. Duâ kalbî hayata intikal edecek. Amel-i sâlihlerle duâ teʼyid edilecek. Birtakım şükürsüzlükten, yanlışlıklardan, yapılan hatâlardan nefret edilecek. Cenâb-ı Hakkʼa ilticâ edilecek ve bu gece duâların kabul olduğu bir gece.

Fakat bizim hakkımızda ne hayırdır bilemeyiz. Biz duânın hemen kabul olmasını isteriz. Fakat tecellîsi, daha sonra mı kabûl olması, âhirete âit bırakılması… Fakat biz duâ ile mükellefiz.

Biz, bu dünyada, şu fânî ömürde ne kadar Efendimizʼe yaklaşabilirsek, ne kadar Efendimizʼle dost olabilirsek.

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

O kıyâmet, o zor günde, o infilâk gününde, Oʼnunla beraber olacağız.

Demek ki hayatımızı, Oʼnun hayatıyla mîzân etme durumundayız.

Ahzâb Sûresiʼnde Cenâb-ı Hak:

“Ey (gaybın habercisi) Nebiyy-i Zîşânʼım! Biz Senʼi (vahdâniyet dâvâsının) şâhidi, (yani tevhidin şâhidi, Allâhʼın dîninin temsilcisi, istikbâlin) müjdecisi (âhiret müjdecisi) ve îkâz edici, Allâhʼın kendi izniyle davetçisi, (iki âlemin) parlak güneşi olarak göndermişizdir (buyuruyor Cenâb-ı Hak). Müʼminlere müjdele ki onlar için Allahʼtan, büyük fazl u keremler vardır.” (el-Ahzâb, 45-47)

Cenâb-ı Hak, bizim kendisiyle beraber olmamızı arzu ediyor. Bu da satırlardan olmuyor. Satırlar bir merhale. Satırlardan sadırlara intikâl ettirme, kalplere intikâl ettirme. Cenâb-ı Hakʼla beraber olabilme. Cenâb-ı Hak bunu bizden istiyor.

Yaratılış sebebimiz;

لِيَعْبُدُونِ (“…Bana [Allâhʼa] kulluk etsinler diye.” [ez-Zâriyât, 56]) Allâhʼa kul olabilmek.

لِيَعْرِفُونِ (Beni [Allâhʼı] bilsinler diye…) Merhaleler katederek kalbimizden öbür âleme pencere açılması. Cenâb-ı Hakʼla beraber olabilmek.

Cenâb-ı Hak, o doksan “ey îmân edenler” âyetlerinin biri de:

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“Ey îmân edenler! Allâhʼın azametine (Allâhʼın yüceliğine) göre takvâ sahibi olun. (Yani bütün gücünüzü sırât-ı müstakîm üzerinde sarf edin.) Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor Cenâb-ı Hak.

Yani Cenâb-ı Hak bizi “hâdî” sıfatıyla; -elhamdülillah- “hâdî” sıfatının tecellîsiyle müslüman olarak dünyaya geldik. Fakat nasıl gideceğimiz belli değil. Onun için Cenâb-ı Hak:

“Ey îmân edenler! Allâhʼın azamet-i ilâhiyyesine göre takvâ sahibi olun. Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.

Îmânın en büyük bedeli Cenâb-ı Hakkʼa ödenecek. Îman en büyük nîmet. Başka yerlerde olabilirdik. Başka kavimlerin, başka dinlerin içinde bulunabilirdik. Fakat bu, Cenâb-ı Hakkʼın bu nîmetinin bedelini ödeyebilmek.

Hiçbir sermâye, sıfır sermâye ile geldik. Fakat gidişimiz için Cenâb-ı Hak bizden bir bedel istiyor.

Yine Cenâb-ı Hak:

“…Allâhʼın nîmetlerini saymaya kalkarsanız sayamazsınız…” (İbrahim, 34) buyuruyor. Bunlar içindeki en büyük nîmet de îman nîmeti, ümmet-i Muhammed olma nîmeti.

Cenâb-ı Hak, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi çok seviyor. En yüce peygamber. Mîraç Oʼna.

لَعَمْرُكَ: “Oʼnun hayatı üzerine yemin olsun…” buyruluyor. (Bkz. el-Hicr, 72)

Raûf ve rahîm”, yalnız Oʼnun için kemâl noktasında. (Bkz. et-Tevbe, 128)

Cenâb-ı Hak, Efendimizʼi çok seviyor. Efendimiz de ümmetini çok seviyor.

Demek ki ümmet olarak Oʼna lâyık hâle gelebilmek…

Yine Cenâb-ı Hak bizi uyandırıyor, îkâz ediyor:

“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi katından size âmâde kıldı…” (el-Câsiye, 13) buyuruyor. “…Düşünen bir toplum için.” (el-Câsiye, 13)

Toprak âmâde, Güneş âmâde, yeryüzü âmâde. Her şey kul için halkoldu. Meyveler, sebzeler, her şey âmâde. Mahlûkat âmâde. Kulun uyanmasını Cenâb-ı Hak arzu ediyor.

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“Nereye gitseniz, O sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)

Yaratan Cenâb-ı Hak. Duygularımızı, hissiyâtımızı ihsân eden Cenâb-ı Hak. Ve kendisinin de bizimle, nereye gitsek hayır ve şer, Cenâb-ı Hak bizimle beraber olduğunu bildiriyor.

Demek kalbin o duruma gelebilmesi.

Yine Cenâb-ı Hak:

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

buyuruyor. Bize “şah damarından daha yakın olduğunu” bildiriyor. (Bkz. Kāf, 16)

Yani içimizden geçenler Cenâb-ı Hakkʼa mâlum. Hiç kimseye mâlum değil içimizden geçenler. Yalnız Cenâb-ı Hakkʼa mâlum. “مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ” buyuruyor.

Yine Cenâb-ı Hak bizden nasıl bir beraberlik istiyor? Bu beraberlik, hayatın her safhasına yansıyan bir beraberlik istiyor.

“Onlar, ayakta dururken, otururlarken, yanları üzerindeyken (her vakit) Allâhʼı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191)

Yani kul, Cenâb-ı Hakkʼı unutmayacak. Yine îkaz:

“Allâhʼı unutan, Allâhʼın da kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın!..” (el-Haşr, 19) buyuruyor Cenâb-ı Hak.

Hayatımızın her safhasında Cenâb-ı Hakʼla beraber olabilmek. Bu da, nasıl olacak bu?

Bir tefekkür olacak. Tefekkür bizi Cenâb-ı Hakkʼa, Cenâb-ı Hakkʼı unutturmayacak:

“…Onlar ki göklerin ve yerin yaratılışını (derinden derine) düşünürler…” (Âl-i İmrân, 191)

Bu semâlar niye yaratıldı? Şu yeryüzü niye yaratıldı? İnsanlar niye geliyor, kimin mülkünde yaşıyor, nereye gidiyor? Açan çiçek kimin için açıyor? Sebzeler, meyveler kimin için? Hep bunlar bir istikbal habercisi.

“…Yerlerin ve göklerin yaratılışını (derinden derine) düşünürler. «Yâ Rabbi! Sen bunları boşuna yaratmadın… Bizi Cehennem azâbından koru!» derler.” (Âl-i İmrân, 191)

Böyle bir rikkat-i kalp, duygulu bir kalp, Cenâb-ı Hak bizden arzu ediyor. Ve bununla Cenâb-ı Hak, buna benzer birçok âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, bizden kendisine dost olmamızı arzu ediyor. Biz ne kadar istiyoruz Cenâb-ı Hakʼla dost olmayı?

Dostluk ise müştereklikten kaynaklanır. Dîni yaşayarak temsil etmemizi Cenâb-ı Hak arzu ediyor:

“Sizler yeryüzünde Allâhʼın şâhitlerisiniz. Peygamber de size şâhit olsun…” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 143)

Efendimiz buyuruyor:

“Benim ümmetim diğer ümmetlere şâhittir (buyuruyor). Peygamberler yalnız kendi ümmetlerine şâhittir. Benim ümmetim de diğer ümmetlere şâhittir.” (Bkz. Buhârî, Tefsîr, 2/13, Enbiyâ, 3; Tirmizî, Tefsîr, 2/2965)

Demek ki İslâmʼı temsil etme mecburiyetindeyiz. İbadetimizle, muâmelâtımızla, ahlâkımızla her şeyimizle İslâmʼı temsil etmeye mecburuz…