Kul Nasıl “Bir Allah Dostu” Olabilir? (4)

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KUL NASIL “BİR ALLAH DOSTU” OLABİLİR? (4)

Okunan âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

(Kur’ân’la) Allâh’a davet eden (Kur’ân’ın emirleri böyle), amel-i sâlih işleyen, «ben Müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha doğrudur?” (Fussilet, 33) buyuruyor.

Demek ki Cenâb-ı Hak bizden böyle bir şahsiyet, bir karakter istiyor.

Velhâsıl bu merhamete âit çok şeyler var, kıssalar, Efendimiz’den.

Bizim ecdâdımız, bir Osmanlı, baktığımız zaman dâimâ; yetimhâneler, eytam ve erâmil vakıfları, yetimler ve dulları koruma vakıfları. Kapalı kaplarda, yalnızlara, kimsesizlere erzak dağıtma.

Yine bir Vâlide Sultan’ın Bezm-i Âlem Vâlide Sultan’ın bir vakfiyesi var; bugün insanın hayali bile ona zor gider. Şam’da kurduğu bir vakıfta Sultan Mahmud’un hanımı, vakfın bir şartında diyor ki:

Hacca giden -tabi o zaman hacca gitmek çok zor, çöllerden geçeceksin, seneler şey, meşakkat üzerine meşakkat- oraya diyor, Şam’ın tatlı suyu taşınacak. O hacılara Şam’ın tatlı suyu içirilecek.

İkincisi:

Çalışan kişilerin kırdığı eşyalar, onlar tazmin edilecek ki onlar azarlanmasın, kalbi kırılmasın, bir kalbe diken batırılmasın.

Nasıl, İslâm bizden incelik, nasıl bir zarâfet istiyor. Nasıl Hâlık’ın nazarıyla bir mahlûkâta bakış tarzı…

Ashâb-ı kirâmda Hâris bin Mâlik el-Ensârî var. Bu sahâbî, Allah Rasûlü’nün sohbetlerinde dolup taşardı. Feyz içinde kalırdı. Efendimiz de onu severdi. Bazen de ona sohbet ederdi. Bir gün dedi ki:

“‒Yâ Hârise! Nasıl sabahladın sen bu sabah?” dedi.

O da dedi ki:

“‒Hakîkî bir mü’min olarak sabahladım yâ Rasûlâllah!” dedi.

“‒Yâ Hârise! (Dedi.) Peki (dedi), delilin ne? (Dedi.) Bana onu anlat (dedi). Îmânının hakîkatinin delili nedir? (Dedi.) Nasıl sen geceleri böyle geçiriyorsun?” dedi.

Dedi ki Hârise:

“‒Yâ Rasûlâllah! Dünyadan el-etek çekince, yani dünyanın nefsânî arzularından vazgeçince gündüzlerim susuz, gecelerim uykusuz hâle geldi. Rabbimin arşını açıkça görür gibi oldum. Birbirini ziyaret eden Cennet ehliyle, yekdiğerine düşman kesilen Cehennem ehlini görür gibiyim yâ Rasûlâllah!” dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz:

“‒Tamam yâ Hârise! Bu hâlini muhâfaza et. Sen, Allâh’ın kalbini nurlandırdığı kimselerdensin.” dedi. (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 57)

Velhâsıl geceleri -inşâallah-, gündüzleri susuz, oruçlu: Gözümüze oruç, kulağımıza oruç, kalbimize oruç, vicdanımıza oruç. Geceleri -inşâallah- ihyâ ederek bir Ramazân-ı Şerîf geçiririz. Cenâb-ı Hak da -inşâallah-… Tecellilerîne mazhar oluruz -inşâallah-.

Yine âyet-i kerimede:

“O kullar (Allâh’ın rahmetinin tecellî ettiği kullar) ne israf ederler, ne de cimrilik ederler. İkisinin ortasında bir yol bulurlar.” (el-Furkân, 67)

Demek ki cimrilik yasak. Pintilik de yasak. Orta yol. Bu orta yol da hangi yoldur? Ashâb-ı kirâmın yaşadığı yoldur işte. O yolda, o şekilde bir yaşayış tarzımızın olmasını Rabbimiz arzu ediyor.

Ashâb-ı kirâma baktığımız zaman; oburluk, pintilik, israf, sahâbenin tanımadığı bir hayat tarzıydı. Ve bir mü’minde de bunun, âyetler, “israf edenler”…

Maalesef zamanımızda, televizyon tahrik ediyor, internet tahrik ediyor, modalar tahrik ediyor. İnsan, ister istemez israfa gidiyor. Bu, infâka mânî oluyor. Allâh’a yaklaşmaya mânî oluyor.

Nasıl infak? Onunla bitirelim sohbetimizi:

İnsan Sûresi’nin 8 ve 11. âyetlerinde, rivâyete göre, -tabi muhtelif rivâyetler var- Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bir hurma bahçesi suladı. Bir miktar arpa aldı geldi. Fâtıma Vâlidemiz un hâline getirdi, ekmek yaptı.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“…Kendileri muhtaç olduğu hâlde…” (el-İnsân, 8) buyuruyor.

Tam o sırada fakir geldi. “Lillâh” dedi: “Allah için ver” dedi. Verin dedi, Allah için. Allah için bütün o, -Fâtıma Vâlidemiz’in o gün kendileri de açtı- o ekmeği verdiler.

Bir rivâyete göre oruçlulardı, iftar açacaklardı o ekmekle.

İkinci gün, yahut ondan sonra, yine bir arpadan yine bir ekmek yaptılar. Bu sefer yetim geldi. Yetim “Lillâh” dedi. Yetime verdiler.

Üçüncü gün, yine suyla iftar ettiler. Veyâhut da o şekilde açlıkları devam etti.

Üçüncü gün, esir geldi, köle geldi. Köle “Lillâh” dedi. Köleye verdiler.

Cenâb-ı Hak onların iç dünyalarını bildiriyor:

(Verirken de dediler ki:) Sakın bize minnet altında kalma. Biz senden teşekkür beklemiyoruz. Bunu sana Allah rızâsı için veriyoruz.” (Bkz. el-İnsân, 9)

Gerekçe, esbâb-ı mûcibe bildirdiler:

Biz zira, o dar, o zor günün şerrinden kurtulmak için sana biz bunu veriyoruz derler. Allah da onların gönüllerine ferahlık ve huzur hâli verir. (Bkz. el-İnsân, 10-11)

Demek ki, en mühim Cenâb-ı Hakk’a yaklaşılacak yol:

‒İbadetlerimiz düzgün olacak. Kalp ve beden âhengi üzere olacak.

‒Ahlâkımız, Rasûlullah Efendimiz’in ahlâkına benzeyecek. Bunun en başında merhamet geliyor.

‒Muâşeret, beşerî münâsebetler, hak-hukuk vs. Bunların da çok ehemmiyeti var.

Efendimiz, vefatına yakın Ravza’ya geldi. Ashâb-ı kirâmı topladı:

“Ashâbım! Dünyada rezil olmaktan, âhirette rezil olmak beterdir.” dedi. (İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)

Helâlleşin dedi. Kendinden misal vererek:

“Kimin malını aldımsa -bilmeden-, gelsin alsın (buyurdu). Kimin sırtına vurdumsa; işte sırtım, gelsin vursun.” buyurdu. (Bkz. Ahmed, III, 400)

Muhakkak helâlleşin buyurdu. Helâlleşmeden gittin; senin o kıyâmet günü sevâbını almaya başlayacak. Sevâbın bitti, kendi günahlarını (sana) yükleyecek.

Bir cenaze geldiği zaman Efendimiz; “Kefil misiniz bunun kul haklarına, borçlarına kefil misiniz?” diye sorardı cemaate. “Kefiliz” diye netice gelirse cenaze namazını kıldırırdı. Gelmezse kıldırmazdı.

Borçlar silinmez. Borçlarla, kul hakkı, o muhakkak îfâ edilecek. İnşâallah, helâllik alalım. Bilip bilmeden birtakım yanlışlıklarımız olabilir. Affedici olalım. Hiçbir mü’minle aramızda bir kin vs. olmasın.

Cenâb-ı Hak yine Enfâl Sûresi’nde bizden, “aranızı düzeltin” buyuruyor. (Bkz. el-Enfâl, 1)

Nûr Sûresi’nde:

“…Allâh’ın sizi affetmesini istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22) buyuruyor.

Cenâb-ı Hak, -inşâallah- oradan bir bayram sabahına çıkalım. Hayatımız bir Ramazan hâline gelsin. Son nefesimiz bir bayram sabahı olsun.

Cenâb-ı Hak zira:

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.

Hidâyetle geldik, müslüman olarak geldik. Fakat yalnız peygamberler garanti altında, Peygamber Efendimiz’in gösterdiği aşere-i mübeşşere emsalleri teminat altında. Diğer hiçbir insan, evliyâullah bile, teminat altında değil.

Bir hazırlık yapalım ki, Cenâb-ı Hak:

“Siz, Allâh’ın dînine yardım ederseniz (yaşarsanız, yaşatırsanız), Allah da size yardım eder, ayağınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyuruyor.

Yusuf -aleyhisselâm- da dâimâ duâsı:

“…(Yâ Rabbi!) Benim müslüman olarak canımı al. Beni sâlihlere ilhâk eyle.” (Yûsuf, 101) O duâyı yapardı.

Cenâb-ı Hak -inşâallah-…

Hattâ bir kişi tavaf yaparken hep bu duâyı okuyor:

تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى بِالصَّالِحِينَ

“‒Niye başka duân yok? Niye onu okuyorsun?” deyince:

“‒Bir kardeşim (imam mı, müezzin mi) son nefesi güzel olmadı (diyor). Ben de hep o korku içindeyim. Dâimâ bu duâyı okuyorum: Yâ Rabbi! Müslüman olarak canımı al.”

Bu duâya -inşâallah- devam edelim:

تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى بِالصَّالِحِينَ

(“…Beni müslüman olarak vefat ettir ve beni sâlihler arasına kat!” [Yûsuf, 101])

Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..