Kul Cenab-ı Hakk’a Nasıl Dost Olur?


DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİR SES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KUL, CENÂB-I HAKKʼA NASIL DOST OLUR?

Muhterem Kardeşlerimiz!

Cenâb-ı Hakkʼın her âyeti, ayrı ayrı birer mesaj.

Cenâb-ı Hak:

هُدًى لِلْمُتَّقِينَ

(“…O, müttakîler için bir yol göstericidir.” [el-Bakara, 2])

Kurʼân-ı Kerîm takvâ sahiplerine bir rehber. Cenâb-ı Hak bu kadar mahlûkat arasında insanı mükerrem olarak, yani Allâhʼa yaklaşacak, dost olacak kâbiliyetle Cenâb-ı Hak halketti. Mükerrem kıldı. Mükerrem olacak kâbiliyetler verdi. Kul, takvâ sahibi olacak. Cenâb-ı Hakʼla dost olacak.

Bu dostluk imtihanından geçecek ve bu cihan da bir mektep olarak kuruldu.

Âdem -aleyhisselâm-ʼdan bugüne kadar bu cihan dolup dolup talebeleriyle boşalıyor. Şu zamanda biz varız. Bizden sonra ne kadar nesil gelecek, o da meçhul. Kıyamette bu dershanenin hükmü kalkmış olacak. Bu cihan da infilâk edecek. Yeni baştan bir düzen. Semâ da infilâk edecek. Yeni baştan bir düzen kurulacak. Geriye dönüş de yok. Telâfî etme imkânı da yok. Çünkü Cenâb-ı Hak akıl, izʼan, idrak veriyor. Peygamberler gönderiyor. Suhuflar, kitaplar gönderiyor.

Bu cihan, ilâhî bir, azamet-i ilâhiyyenin kudret akışlarının bir sergisi. Cenâb-ı Hak kulunun, mükerrem olacak, mükerremlerin mükerremi, Cenâb-ı Hakkʼın dostlarına inşâ ettiği Cennetʼe lâyık hâle gelecek. Cenâb-ı Hak, kullarını Dâruʼs-Selâmʼa dâvet ediyor.

Ahsen-i takvîm, en güzel yaratılış hâline gelecek. Yeryüzünde Allâhʼın şâhidi olacak. Yani dînin temsilcisi olacak. Peygamber de ona şâhit olacak. Bize oradan gelecek ebedî bir saâdet olacak.

Eğer yok, aksi olursa, nefsânî hayatın pençesine dûçâr olursak, o zaman “esfel-i sâfilîn” buyruluyor, bütün mahlûkâtın en alt derekesine düşmüş oluyor.

Cenâb-ı Hak bizi yine meccânen insan olarak yarattı. Meccânen, “hâdî” esmâsının tecellîsi olarak, müslüman olarak Cenâb-ı Hak hidâyet verdi. Yine meccânen, 124 bin küsur peygamberin en yücesine ümmet kıldı. Tabi bunlara karşılık bir mukâbil istiyor Cenâb-ı Hak:

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ : “…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor. “Hidâyet üzere yarattım, müslüman olarak can vereceksiniz.” buyurmuyor. “Sakın ha başka şekilde ölmeyin!” buyuruyor.

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ : “…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyruluyor.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak, kullarını seviyor. Ve bu çok sevdiği kullarıyla dost olmak arzu ediyor.

Dostluk, müştereklikten kaynaklanır. Cenâb-ı Hak, müʼminleri kelime-i tevhidle dostluğa davet ediyor. Yani kelime-i tevhid yaşanacak. “Lâ ilâhe”; kalpten yanlışlıklar, Allahʼtan uzaklaştırıcı her şey, fücur kalpten silinecek. Kalp, gönül, Cenâb-ı Hakkʼa tahsis edilecek.

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

Cenâb-ı Hak:

“Nereye gitseniz, Allah -celle celâlühû- sizinle beraberdir.” (Bkz. el-Hadîd, 4) buyuruyor. Kalp, dâimâ ilâhî müşâhedenin altında olduğunun idrâki içinde olacak. Hattâ içinden geçenlerin de bir idrâki olacak.

Cenâb-ı Hak:

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ buyuruyor. Cenâb-ı Hak; “şah damarından daha yakın” olduğunu bildiriyor. (Bkz. Kāf, 16) Bütün içimizden geçenler, düşüncelerimiz Cenâb-ı Hakkʼa mâlum. Yaratan Cenâb-ı Hak. Bu da gayet tabiî.

Ebuʼd-Derdâ -radıyallâhu anh- naklediyor:

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştu:

Dâvud -aleyhisselâm- şöyle duâ ederdi…”

(Yani bizim de bu duânın şümûlüne girmemizi arzu ediyor. Dâvud -aleyhisselâm-ʼın duâsı, bir saâdet reçetesi. Duâ şu şekilde:)

“…Allâhʼım! Senʼden Senʼi sevmeyi…”

Birinci madde… Sevdiren Cenâb-ı Hak. Fâil-i Mutlak Cenâb-ı Hak. Cenâb-ı Hakkʼın sevdirmesi lâzım. Ancak Cenâb-ı Hak kendisini sevdirirse severiz.

İkinci madde:

“…Senʼi seven kişileri sevmeyi sevdir…” Allâhʼın sevdiği kişileri sevdir yâ Rabbi!..

Üçüncü maddeye bağlanıyor:

“…Senʼin sevgine ulaştıran amel-i sâlihler ihsân eyle!” (Tirmizî, Deavât, 72)

Demek ki burada da bir mesâî isteniyor bizden, kalbî bir mesâî. Cenâb-ı Hakkʼa bizi sevdirecek amel-i sâlihlere gayret etmemiz. Bu da Kurʼân-ı Kerîmʼde 258 yerde muhtelif kalıplarda “takvâ” olarak geçiyor. Yani kul, ilâhî müşâhedenin, ilâhî kameranın altında olduğu, dâimâ kalpte idrak ve şuur hâline gelecek.

Efendimizʼin yine bir duâsı:

“Allâhʼım! Senʼin sevgini bana kendimden, (Senʼin sevgini, Rabbimizʼin sevgisini bana kendimden, âilemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle!” (Tirmizî, Deavât, 72/3490)

Tabi çöldeki yanan bir insanın soğuk suya hasreti, bunu hepsinden daha öteye eyle, buyruluyor.

Yine bu dünya nasıl bir, bu dershânede nasıl bir ders okuyacağız? Onun için de Efendimiz buyuruyor, İbn-i Ömer -radıyallâhu anh-ʼa:

“Ey İbn-i Ömer! (Abdullah -radıyallâhu anh-, yani İbn-i Ömer, oğlu Hazret-i Ömerʼin.) Dînine iyi sarıl. Dînine iyi sarıl. Zira o senin hem etin, hem kanındır. Dînini kimden öğrendiğine iyi dikkat et. Dînî ilimleri ve hükümleri, istikâmet ehli âlimlerden al, tahsil et. Sağa-sola meyledenlerden alma.” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, el-Medînetü’l-Münevvere, el-Mektebetü’l-İlmiyye, s. 121)

İbrahim Hakkı Erzurumî Hazretleri de Cenâb-ı Hakkʼın muhabbetine varmak için, varmanın üç kerameti vardır buyuruyor. Bunlar fiilî keramet.

Birincisi; “deryalar misali cömert olman” buyuruyor. Allâhʼın muhabbetine, hadîs-i şerîfte Dâvud -aleyhisselâm-:

“‒Yâ Rabbi! (Diyor.) Kendini sevdir (diyor). Senʼden Senʼi sevmeyi…” buyuruyor.

İbrahim Hakkı Hazretleri de, bu üç tane istikâmetin olması lâzım. Birincisi; “deryalar misali cömert olmak”.

Bu cömertlik sırf parada değil. Tabi o da mühim çok. İnsana en kıymetli ne? Zâten âyetler, okunan âyetlere geleceğiz. Canını, malını, Allâhʼın verdiği her nîmetini cömertçe, Cenâb-ı Hak uğrunda bezledebilme, cömertçe harcayabilme, deryalar misâli cömert olmak.

İkincisi; “Güneş gibi şefkatli olmak”.

Güneşʼin aydınlatmadığı hiçbir kuytu yoktur.

Üçüncüsü de; “toprak gibi mütevâzı olmak”.

Bu üç vasfı alırsan, en başta Allâhʼın seni sevmesine ulaşırsın, buyruluyor. Onun için bütün iyiliklerin kaynağı, muhabbetin varlığıdır. Belki yaratılışımızın sebebi de budur. “Kenzen mahfiyyen” hadisi var. Cenâb-ı Hak; “mârifetime muhabbet ettim.” Yani kalpte sevilmeme Ben muhabbet ettim buyuruyor “ve yarattım, halkettim” buyuruyor. (Bkz. İ. Hakkı Bursevî, Kenz-i Mahfî)

Cenâb-ı Hak nasıl bir gönül istiyor bizden? Nasıl gönül dünyamız olacak? Bu kadar nîmetler; hidâyet nîmeti, kâbına varılmaz bir nîmet. Dünya verilse, okyanuslar verilse, dünyada kalacak. Fakat gerçek nîmet, hidâyet nîmeti. Bunun seviyesi ne olacak bizde? Cenâb-ı Hak ne arzu ediyor?

“Onlar, ayaktayken, otururken, yanları üzerindeyken (her vakit) Cenâb-ı Hak(la beraber olurlar) zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191)

İlâhî müşâhedenin altında olduğunun idrâki içinde olurlar. Bunun da göstergesi:

“…Göklerin ve yerin yaratılışını derinden derine tefekkür ederler…” (Âl-i İmrân, 191)

Cenâb-ı Hak semâyı niye yarattı? Sonsuz, uçsuz-bucaksız bir semâ. Binbir türlü nakış, ilâhî azamet tecellîleri ve yeryüzünü niye yarattı, bu cihânı niye yarattı? Derinden derine tefekkür ederler.

“…Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın…” (Âl-i İmrân, 191) derler. Ne gökleri ne yeri boşuna yaratmadın. “…Senʼi tesbih ederiz (tenzih ederiz). Sen bizi Cehennem azâbından koru.” (Âl-i İmrân, 191) derler.

Cenâb-ı Hak, yürek âlemimizin bu seviyeye gelmesini arzu ediyor. İşte bunun karşılığında Cennet var mukâbilinde.

Velhâsıl hayat; beşik ile tabut arasında med-cezirlerle dolu bir koridor ve bir yolculuk. Hayat, metrajı üzerinde yazmayan bir makara. Nerede kopacağı belli değil. Dün de birçok müʼmin kardeşimiz vardı, dünyadaydı, bizim gibiydi. Bugün? Bugün onlar yok…

Velhâsıl bu, onun için -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Bütün lezzetleri kökünden yok eden ölümü çok çok hatırlayın.” buyuruyor. (Tirmizî, Zühd, 4/2307)

Yine Efendimiz buyuruyor:

Cebrâil bana geldi. (Tabi bize olan, Efendimizʼin şahsında bize âit.)

«‒Yâ Muhammed! İstediğin kadar yaşa, mutlakâ öleceksin. İstediğini sev, mutlakâ ayrılacaksın. İstediğin şeyle meşgul ol, amel et, ancak onun karşılığını elde edeceksin (müsbet veya menfî).

Sen bil ki müʼminin şerefi geceleri kâim olmasındadır. (O feyizden istifâde etmek.) İzzeti ise, insanlardan müstağnî olması (yalnız yâ Rabbi, yâ Rabbi Sen, yâ Rabbi Sen demesi).»” (Hâkim, IV, 360-361/7921)

Velhâsıl Cenâb-ı Hak dostluk istiyor. Dostluk; sevenin, sevilende kendi husûsiyetlerini görmesinden kaynaklanır. Onun için bir kulda cemâlî sıfatlar tecellî edecek. O cemâlî sıfatların neticesinde Cenâb-ı Hakʼla kul dost olacak. Başka çâre de yok…