Keşkeler…


DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KEŞKELER…

“Onlar ki namazlarını huşû ile kılarlar.” (el-Müʼminûn, 2)

Kalp ve beden âhengi içinde kılarlar. Kimin huzûrunda olduğunu fark ederler. Bir devlet reisinin, bir devlet makamında birisinin önüne gitsen, önünü ilikliyorsun. Ne düşüneceksen onu bir tasavvur ediyorsun. Ona göre hitap ediyorsun.

Bu ise, namaz; Allâh’ın huzûruna geliyorsun. Cenâb-ı Hak:

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Kalp ve beden âhengi içinde, seni fahşâdan-münkerden koruyacak bir namaz istiyor Cenâb-ı Hak. Namaz çok mühim.

Evlâtlarımızı ufak yaşta alıştırmamız lâzım. Alıştırmazsak, yarın zor olur bize. Nerede zor olur? Bugün evlât erken ölür, baba erken ölür; bir mâtem kaplar. Fakat esas mâtem, orada/âhirette olacak. Orada:

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ

(“Onlara merhametli Rabbin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58])

Cennetliklere;

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ

“Siz buyrun Cennet’e!” denilecek.

Öbürlerine de;

“Mücrimler bu tarafa; siz Cehennem yolcususunuz!” denilecek. O zaman en yakın, birbirinden ayrılacak. En büyük hüsran orada olacak. Biri Cennet’e girerken, öbürü de ateşe girecek.

Onun için evlâtlarımız, Allâh’ın emâneti. Eğer bir baba, bir anne, evlâdına dikkat etmiyorsa, onu gelişigüzel, uydum kalabalığa, aman dünyalık istikbâlini alsın da kimseye muhtaç olmasın vs… derse, Allâh’ın yardımını, Allâh’a kul olmayana Allah da yardımını keser, felâket başına gelir. Ana-baba da ondan mes’ûl olur. Onun için evlâdı…

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا

(“…(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize eşler bağışla!..” [el-Furkân, 74]) buyruluyor. “Zevceler/hanımlar” buyruluyor.

قُرَّةَ اَعْيُنٍ

“Göz nûru” olacak, ondan yetişen evlât da göz nûru olacak.

Ondan sonra gelen âyet:

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ

“Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (el-Müʼminûn, 3)

Maalesef en çok kıymeti bilinmeyen, zamandır, boş zamandır. Onun için bilhassa âyetlerde, Cenâb-ı Hak muhtelif âyetlerde kıyâmet hayatından mesajlar bildiriyor bize.

Ne gibi mesajlar bildiriyor?

“لَيْتَنَا” bildiriyor. “Keşkeler!”

“لَيْتَنِى” buyuruyor. “Ah keşke!” buyuruyor.

Bu çok yerde, belki on, on beş yerde geçiyor. Birkaçını ben bildireyim. Cenâb-ı Hak Ahzâb Sûresi 66. âyette:

“Yüzleri ateşte evrilip çevrildiğinde: «Eyvah bize!» (diyecekler. يَا لَيْتَنَا diyecekler. Âh) keşke ibadet etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik!» derler.” (Bkz. el-Ahzâb, 66)

Yine Furkan Sûresi’nin 27. âyetinde:

“O gün, zâlim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırır: (Keşke يَا لَيْتَنِى) keşke o Peygamber’le birlikte bir yol tutsaydım!» diyecek.”

Geçti, bitti!..

Yine âhirete hazırlanmak. Oranın pişmanlığı…

“يَقُولُ يَا لَيْتَنِى قَدَّمْتُ لِحَيَاتِی” diyecek.

“Keşke şu hayatımdan bir şeyler gönderseydim, diyecek.” (Bkz. el-Fecr, 24) Gaflet ve nedâmet. Gafleti ve nedâmeti bertaraf edebilmek…

Yine bu, kötü arkadaş için; “keşke” diyecek Zuhruf Sûresi’nde:

“…Benimle senin aranda doğu ile batı arasında bir mesafe uzaklık olsaydı. Ne kötü bir arkadaşsın sen, der.” (ez-Zuhruf, 38) Beni kötü yola götürdün, beni ifsâd ettin…

Kendimize dikkat edeceğiz, evlâtlarımıza dikkat edeceğiz.

Benzer âyetler devam ediyor çok.

Yine, hayvanlar da yaratılacak (diriltilecek). Bir kamçı vurduysan, o hayvan da yaratılacak. Bir karıncayı yaktıysan, tarlayı yaktıysan, o karıncalar da kalkacak, onlar da hakkını isteyecekler. Ondan sonra onlara:

كُونُوا تُرَابًا “Toprak olun.” diyecekler.

Kâfirler de bu manzarayı seyredecek; onların toprak olmasını, kurtulmasını, bitmesini.

وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَنِى كُنْتُ تُرَابًا

“…Keşke diyecekler, biz de bu hayvanlar gibi toprak olsaydık.” (en-Nebe, 40) diyecekler. Yok, geçti ama!..

Velhâsıl çok uzun âyetler var. Son pişmanlık gelmeden, yani âhiret pişmanlığı, kabir pişmanlığı gelmeden bu “keşke”lerden kurtulabilmek.

Onun çâresi ne?

–Sâlihlerle beraber olmak:

Cenâb-ı Hak:

“…Allah’tan korkun, sâlihlerle beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyuruyor.

Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki boş sözlerle meşgul olanlara, onlara:

“Boş sözlerle meşgul olup sözün maskarası olma!” diyor.

Ya faydalı söyle veyahut da sus.

Efendimiz; boş zaman olmayacak bir mü’minde. Onun için:

“Bugün bir yetim başı okşadınız mı?”

Bugün bir aç doyurdunuz mu?

Bugün bir hasta ziyaretinde bulundunuz mu?

Bir cenaze teşyiinde bulundunuz mu?” (Bkz. Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 12)

Bir hidâyete vesîle oldunuz mu? Bir îmânı tebliğ edebildiniz mi?..

Yani mü’min, bir hayrı bitirince hiç vakit kaybetmeden başka bir hayra koşacak.

فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ

(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” [el-İnşirah, 7-8])

Çünkü çok mühim; Lokman Sûresi’nde Lokman -aleyhisselâm-’ın evlâdına öğütlerinde, âyet-i kerîmede şöyle diyor Lokman -aleyhisselâm-:

“Yavrucuğum (diyor), yaptığın iş (iyilik ve kötülük) bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde, yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, inceden inceye her işi görüp bilmektedir, her şeyden haberdardır.” (Lokman, 16)

Velhâsıl zerreler…

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ. وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ.

(“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” [ez-Zilzâl, 7-8])

Zerreler…

Unuttuk birçok şeyi: Bir çelme taktık, unuttuk. Bir gıybet ettik, unuttuk. Yahut bir hayır yaptık, unuttuk. Onların hepsi yarın karşımıza çıkacak.

“Kitabını oku! Bugün nefsin (hesap sorucu olarak) sana kâfîdir.” (el-İsrâ, 14) denilecek.

Yine o âyette Cenâb-ı Hak, Fussilet Sûresi’nde, yine orada Cenâb-ı Hak buyuruyor;

Gözler konuşacak. Allah sana bu gözü verdi, nerede kullandın? Kulağı verdi, nerede kullandın? Vücudu, bedeni verdi, gücü verdi, nerede kullandın? Hayat imkânını verdi, nerede kullandın?..

Ondan sonra:

وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَ

(“Onlar ki zekâtı verirler.” (el-Mü’minûn, 4])

Faaliyet istiyor Cenâb-ı Hak zekâtta. Ne gibi faaliyet?

Biri; helâlden kazanacaksın arkadaş! Kazancına dikkat edeceksin! Bir gabn-i fâhiş olmayacak, bir kandırma olmayacak, bir şey olmayacak. Bir hak yemiş olmayacaksın kazanırken.

İkincisi; “فَاعِلُونَ” faaliyette bulunacaksın. Nasıl kendin için faaliyette bulunuyorsun; yemen, içmen vs… O fakiri bulacaksın, vereceksin, onun için faaliyette bulunacaksın. Çünkü o sana zimmetli.

Cenâb-ı Hak, sadakalarınızı diyor, zekâtları, infakları, “…kendilerini Allâh’a adayanlara verin…” (el-Bakara, 273) buyuruyor. Onlar diyor; “لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ” (“İsteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için.” [el-Meâric, 25; ez-Zâriyât, 19]) Onlar mahrumdur diyor. Onlar diyor, iffet dolayısıyla diyor, “teaffüf” “…iffet dolayısıyla kendi hâllerini arz edemezler (diyor). Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

O kadar kalbin merhametle yoğrulacak ki, sen o muhâtabı gördüğün zaman, sîmâsından tanıyacaksın. Az-çok ona göre ikram edeceksin.

“…Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. « قُلِ الْعَفْوَ» fazlasını ver…” (el-Bakara, 219) buyuruyor.

Velhâsıl kardeşler! Kazanacağız, helâlden kazanacağız. Kazanca dikkat edeceğiz. Niye kazanacağız? Bunu Allah yolunda sarf etmek için, Allah yolunda infak etmek için, Allâh’ın rızâsını kazanmak için kazanacağız. Allah rızâsını kazanmak için de gönülleri fethedeceğiz.

Onun için hizmet çok mühim. Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri yedi sene hastalara hizmet etti. Fakat zor hastalara. Yoldan engelleri kaldırdı. Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakış tarzının tecellîsiyle, hasta hayvanlara hizmet etti.

Velhâsıl bu merhamet çok mühim. Yani toprağına merhamet tohumu serpilmeyen ülkeler, gerçek mâtem ülkeleridir. Bak bugün Suriye’nin durumuna; bir mâtem ülkesi oldu. Yani toprağına rahmet tohumu serpilmeyen ülkeler bir mâtem ülkesi… Onu güçlüler bir mâtem ülkesi hâline getirdi.

Merhameti bilmeyen insan, en büyük hazineyi ve saâdetin kapısını açan anahtarı kaybetmiştir.

Merhamet, mü’minin kalbinde hiç sönmeyen ateş gibidir. Müslümanın gayr-i müslimden esas farkı da budur. Yani merhamet, insanlık cevherini ortaya koyabilmektir. İnsanlık cevherini ortaya koymaktır. Kardeşliğin mâşerî vicdanda yaşanmasıdır merhamet. Bize orucun verdiği ilk ders de budur, merhamet dersi veriyor bize; alabilene tabi, alabildiği kadar.

Oruç ne yapıyor? Bizim merhametsizlikle tıkalı olan can gözümüzü açmış oluyor.

Din eğitimi, din öğretimi yapılan yerler, birer merhamet mektebi olmalıdır ki eğer o duvarların içinde aşk yerine benlik girerse, merhamet ağacı filizlenmeden kurur gider.

Allah kişiye mal ihsân eder, kendisine âhiret saâdetini kazandırmak içindir. Cenâb-ı Hak buyurur, Kasas 77:

“Allâh’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harca) âhiret yurdunu iste. Ama dünyadan da nasibini unutma…”

İsraf yok, pintilik yok. Orta bir hayat var.

“…Ama dünyadan da nasibini unutma. Allâh’ın sana verdiği gibi (ihsân et) sen de (insanlara) ihsân et. Yeryüzünde bozgunculuk etme…” (el-Kasas 77) Bir fitne de çıkarma. Bir gösteriş vs. Allah korusun. Zamanımızda maalesef bu da çok arttı.

Mevlânâ’nın güzel bir şeyi var:

“Şunu bil ki diyor, bedenden, maldan, mülkten kaybetmekle, ziyana uğramakla maldan-mülkten, rûha fayda vardır. Rûhu vebâlden kurtarır. Mal, bağışlamakla; infak etmekle görünüşte elden çıkar gibi ama onu verenin gönlüne yüzlerce mânevî hayat gelir.” Huzur hâli…

Velhâsıl bugün yine asrımızın bir derdi de, aşağılık duygusu. Bu da israf… İsraf sebebiyle bu aşağılık duygusu bertaraf edilmeye çalışılıyor. Bu da çok kötü bir şey. İnsan mal-mülk ile kendini göstermeye şey yapıyor.

Pintilik ise kendine harcamaktır. İsraf yine kendine harcamaktır. Cenâb-ı Hak, kendine harcamayı kendine muayyen mülkte, “infak et” buyuruyor.

Bugün maalesef en mühim israf, zamanın israfı oldu. Bakıyorum, yediden yetmişe herkesin elinde bir cep telefonu, bir televizyon, elinde. Televizyon cebinde geziyor. Bir sürü, ne kadar dünyada ekran varsa hepsini dolaşıyor. Kendi nefsânî dünyasına göre orada bir yer buluyor, orada oyalanıyor.

Bakıyorsun; biri bir misafirliğe gidiyor yahut bir akraba vs. cep telefonunu yavaşça çıkarıyor; tak, tak, tak, yine böyle bakıyor.

Bir ilkokul çocuğunu görüyorum, bakıyorum kaldırımın kenarında oturmuş onunla oynuyor. Bu, bugün felâket oldu.

Kimlerle beraber oluyorsun?

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

(“…Nîmet verdiklerin…” [el-Fâtiha, 7])

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ

(“Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” [el-Fâtiha, 7]) buyuruyor.

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ

Onlara benzememek, o dalâlettekilere benzememek.

İzzetbegoviç vardı, öldü, vefât etti; Bosna’nın âlim kişisi, feylesofu. O diyor ki:

“Esas diyor düşmana mağlup olmak diyor, sahrada diyor, harp sahasında mağlûp olmak değildir diyor. Esas düşmana mağlûp olmak, düşmana benzemektir.” diyor.

Bugün maalesef, bugün cep telefonları da maalesef, nesli bu hâle getiriyor. Bir iptilâ, bir alışkanlık, maalesef, zamandan ziyade, bir de in’ikâs oluyor oradan, akis oluyor.

Ondan sonra gelen âyet çok mühim:

وَالَّذٖينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ

“Onlar iffetlerini korurlar.” (el-Mü’minûn, 5)

Bu; göze iffet, kulağa iffet, ağza iffet, bedene iffet… Bugün maalesef kadında-erkekte bu zaafa uğradı.

Cenâb-ı Hak insanın iffetli yaşamasını istiyor.

Burada mühim bir hâdise var Efendimiz zamanından, onu nakletmek istiyorum:

Bir gün Rasûlullah Efendimiz zekât olarak toplanan koyunların bulunduğu yere gitmişti. Yani zekât koyunlarının bulunduğu yere gitmişti Efendimiz. Koyunların başında, ücret karşılığında çalışan bir çoban vardı. Efendimiz çobanın yarı çıplak bir vaziyette dolaştığını görünce hemen onu çağırdı. Çıplak olarak dolaşıyordu.

“–Bizim için kaç gün çalıştın dedi, bizden ne kadar alacağın var?” dedi.

Efendimiz’in bu sualinden işine son verileceğini anlayan çoban büyük bir endişe ile:

“–Niçin yâ Rasûlâllah! Yoksa hayvanların bakımında, onların gözetilmesinde bir yanlışlık mı gördün?” dedi.

Efendimiz:

“–Hayır, ondan değil dedi. Lâkin ben, aramızda çalışan insanların, yalnız kaldıklarında bile Allah Teâlâ’dan hayâ eden kişiler olmasını isterim…”

Umum içinde değil, yalnız kaldıkları zamanda bile Allah’tan hayâ eden kimseler olmasını isterim.

“…Yalnız kaldığında Allah Teâlâ’dan hayâ etmeyen kişinin yaptığı işi de istemiyorum.” buyurdu. (Bkz. Beyhakî, Şuab, X, 196/7370; Mervezî, Tâzîmü Kadri’s-Salâh, II, 836)

Gel bugünle kıyas et bunu!..

Velhâsıl insanın kemâle erebilmesi için iffetli yaşaması zaruridir. İffetli yaşamak, insanın şânındandır. Erkek-kadın da fazîlet timsâli olmalıdır. Maalesef bugün kadın bir vitrin malzemesi olarak kullanılmakta. Cenâb-ı Hak kadının fazîlet timsali olmasını, toplumun temeli olan âilesine numûne olmasını istiyor İslâm. Onun için 34 yerde Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak:

“İffetini koruyan Meryem” buyuruyor. (Bkz. el-Enbiyâ, 91)

İffetini kaybetmek, insanlık haysiyetini zâyî etmektir. Diğer mahlûkatla aynı seviyeye düşmektir. Bu bakımdan ahlâk ve namus, bütün ahlâkî fazîletlerin can damarıdır.

Efendimiz bizlere misal olarak şöyle buyurmuştur:

“Allâh’ım! Sen’den hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.” (Müslim, Zikir, 72)

Dört şey istiyor mühim.

Demek ki “hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim” buyuruyor. Yani iffetli bir hayat yaşamak; nefsânî arzuları idealize ederek rûhâniyet kazandırmakla mümkündür.

Ondan sonra gelen âyette, -bu da ticârî hayatta çok kaybettiğimiz bir şey-:

وَالَّذِينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ

 

“Onlar ki (o mü’minler ki) emanetlerine ve ahitlerine dikkat ederler.” (el-Mü’minûn, 8)

“–Efendim, ben diyor, benim borcum değil, ben ancak diyor, kefil oldum.” diyor.

Kefil olmak da aynı borçtur. Ha senin borcun, ha kefil olduğun kimsenin borcu!..

Cenâb-ı Hak burada ticârî hayatı bildiriyor.

“Onlar ki emanetlerine, ahitlerine dikkat ederler.” (el-Mü’minûn, 8)

En büyük emanet de bizim, Rasûlullah’a olan emanetimizdir. Rasûlullah Efendimiz Kitab’ı ve Sünnet’i bize emanet olarak bıraktı. Yaşamak ve yaşatmak. Öyle bir de arkamızdan bir nesil yetiştirmek. El-Emîn ve es-Sâdık olabilmek.

Cenâb-ı Hak onun için:

كُونُوا مَعَ الصَّادِقينَ

“…Sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyuruyor.

Onun için söz vermek, borçlanmaktır. Yerine getirmemek ise sadâkate ihanettir.

Cenâb-ı Hak âyette:

“Mü’minler içinde Allâh’a verdiği sözde duran nice erler vardır…” (el-Ahzâb, 23) buyuruyor.

Yine âyet-i kerîme devam ediyor. Ondan sonra gelen âyette Cenâb-ı Hak yine namaza geliyor:

“Namazlarını muhafaza ederler.” (el-Mü’minûn, 9)

Başta bir namazla başlıyor, maddeler geliyor, ondan sonra yine namaz geliyor. “يُحَافِظُونَ” demek ki “Namazlarını muhafaza ederler.” (el-Mü’minûn, 9)

Bilhassa kardeşler! Bu, gece namazları çok mühim. Cenâb-ı Hak yine Zâriyat Sûresi’nde:

“Geceleri çok az uyurlardı, seher vakitlerinde de « وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ» seherlerde istiğfar ederlerdi.” (ez-Zâriyât, 18)

Demek ki bu seher vakitleri Cenâb-ı Hak kapıları açıyor. Cenâb-ı Hak ondan sonra; “Onlar vâristirler.” (el-Mü’minûn, 10) Bu maddeleri yerine getirene Cenâb-ı Hak Cennet vaad ediyor. Hem de Firdevs Cenneti’ne, en âlâ bir Cennet’e vâris olacağını bildiriyor. “…Orada ebedî kalacaklardır.” buyuruyor. (Bkz. el-Mü’minûn, 11)