Kerâhette Câzibe Var

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KERÂHETTE CÂZİBE VAR!..

Cenâb-ı Hak okunan âyet-i kerîmelerin muhtevasından hisseler alabilmeyi cümlemize nasîb eylesin -inşâallah-.

Cenâb-ı Hak, mümtaz varlık insanı halketti. Bütün varlıklar, -bu Dünyaʼda gördüğümüz- insan için yaratıldı. Cenâb-ı Hakkʼın “el-Bârî”, “el-Musavvir” sıfatlarının tecellîleri. Cenâb-ı Hak:

“Benî Âdemʼi mükerrem kıldık (üstün kıldık)…” (el-İsrâ, 70) buyuruyor. Neyle üstün kılıyor Cenâb-ı Hak? Onun gönül yapısıyla, sîret yapısıyla…

وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyuruyor. Kendinden Cenâb-ı Hak husûsiyetler veriyor.

Fakat imtihan dünyasında olduğumuz için, nefsânî arzular veriyor Cenâb-ı Hak. Bu nefsânî arzularda câzibe var. Haramda câzibe var. Kerâhetlerde câzibe var.

Bu nefsânî arzular bertaraf edilecek, kul Cenâb-ı Hakʼla dost olacak. Ve hepimiz bir imtihan dershanesindeyiz. Her birimizin bu imtihanı son nefese kadar devam edecek.

Son nefesten sonra ikinci bir daha imtihan yok. Ondan sonra nasıl bu âleme geldik, bu dünyaya geldik, başka bir âlemde bir mezar âlemine doğacağız cesedimizden çıkarak. Yine cesedimize girmek sûretiyle ikinci bir cesede gireceğiz, bedene. Bu beden de buradaki bedenimizden değişik olacak. Dünyadaki kalbî yapımıza göre bir beden teşekkül edecek.

“O gün sîmâlar vardır mutludur, sîmâlar vardır zelildir.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-Kıyâme, 22-24)

Ondan sonra bir kıyâmet faslı var. Bu kıyâmet faslının ne kadar süreceğini bilemiyoruz. O da uzun bir müddet. En nihayet şefâat var.

İlâhî ekranlar gelecek:

“Kitabını oku! Bugün (hesap sorucu olarak sana) nefsin kâfidir.” (el-İsrâ, 14) denilecek. Kendi, buradaki hayatımızı Cenâb-ı Hak bize seyrettirecek.

Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak; Fussilet Sûresiʼnde;

“Gözler konuşacak.” buyuruyor. (Bkz. Fussilet, 20)

Allah bu gözleri niye verdi? Biz bu gözleri nerede kullandık?

“Kulaklar konuşacak.” (Bkz. Fussilet, 20)

Cenâb-ı Hak niye bu kulakları verdi? Neyi işiteceğiz? Hangi nağmelere gönül vereceğiz?

“Bedenler konuşacak.” buyruluyor. (Bkz. Fussilet, 20)

Cenâb-ı Hakkʼın verdiği bu gücü-kuvveti nerede sarf ettik?

“Mekânlar konuşacak.” buyruluyor, Zilzâl Sûresiʼnde. (Bkz. ez-Zilzâl, 4-5)

Velhâsıl, bu bütün hayatımız, bize yeni baştan kıyâmet günü gösterilecek. İşte iki fasıl; ya Cennet, veyahut da Cehennem! Geriye dönüş yok! Telâfî edebilmek yok!..

Hattâ yine Cenâb-ı Hak oralardan da manzaralar bildiriyor bize. Meselâ Fâtır Sûresiʼnde Cenâb-ı Hak bir manzara bildiriyor. Cehennemʼdekiler:

“Yâ Rabbi! Bizi çıkar. Biz pişmanız, telâfi edelim, amel-i sâlih işleyelim.” diyecekler. Cenâb-ı Hak da iki şey soracak:

“Size dünyada düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?”

Bu geliş niye, bu gidiş niye? Bu akış nereye?

İkincisi:

“Bir peygamber gelmedi mi?”

“Evet yâ Rabbi! Dünyada zaman da verdin, peygamber de gönderdin. Fakat biz gâfillerle gaflete daldık.”

Cenâb-ı Hak:

“Azâbı tadın!” buyuracak. (Bkz. Fâtır, 37)

Bir tek imtihan var. Başka imtihanımız yok. O da son nefes…

Cenâb-ı Hak:

“Ey îman edenler! Cenâb-ı Hakkʼın azamet-i ilâhiyyesine göre takvâ sahibi olun, ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

Bütün güç, müslüman olarak can verebilmeye gayret edilecek. Bu nasıl olacak? Yine âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

“Siz, Allâhʼa yardım edersiniz…” (Muhammed, 7)

Yani Allâhʼın dînine yardım ederseniz, dîni yaşarsınız, yaşatırsınız. Yaşamanız da; emr biʼl-mâruf, tebliğde bulunursunuz. Yeryüzünde Allâhʼın şâhitleri olursunuz. Allâhʼın dînini temsil edersiniz. “…O takdirde Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyuruyor.

Demek ki talebeliğimiz bu minval üzerine… Dünyaya biz âhiret için geldik.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz dâimâ muvaffakıyetlerde bir enâniyet gelmemesi için “Esas hayat âhiret hayatıdır.” buyuruyordu. (Buhârî, Rikāk, 1)

Zor zamanlarda -Hendek Harbiʼnde olduğu gibi- yine “Esas hayat âhiret hayatıdır.” buyuruyordu. (Buhârî, Rikāk, 1)

Demek ki kul, gönlünde dâimâ esas hayatın âhiret hayatı olduğunu; öbür tarafın, mâverânın talebesi olduğumuzu unutmamamız îcâb ediyor.

Cenâb-ı Hak niye yarattı bizi? Cevâben:

“Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) buyuruyor. “لِيَعْبُدُونِ : kulluk”. Vazifemiz kulluk, bu. Fakat kullukta terfî edilecek; “لِيَعْرِفُونِ : Cenâb-ı Hak kalpte tanınacak”. Kalpte ufuklar açılacak mâverâya/ötelere.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe Mîracʼda Cenâb-ı Hak:

“Ey Habîbim!” dedi. “Seni ne ile taltif edeyim?” buyurdu. Rasûlullah Efendimiz:

“‒Yâ Rabbi! Beni, Sana kul olmakla taltif et.” buyurdu.

Yaratılışımızın gâyesi; kulluk, Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşmak, Cenâb-ı Hakʼla dost olabilmek, her an ve her yerde Oʼnunla olabilmek. Çünkü O, bizimle beraber.

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

(“…Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir…” [el-Hadîd, 4])

Nereye gitseniz, Cenâb-ı Hak bizimle beraber olduğunu bildiriyor. Hattâ içimizden geçenleri bildiriyor:

“Şah damarından daha yakın.” olduğunu… (Bkz. Kāf, 16) Kalbimizin bu kıvama gelebilmesi… Buna mârifetullah denmiş oluyor. Yani ilâhî kameranın altında olduğumuzu, ilâhî müşâhede altında olduğumuzu, kalben şuur ve idrak hâline gelebilmemiz.

İşte bu nasıl olacak? Ancak nefsânî arzular bertaraf edilecek, Cenâb-ı Hakkʼın verdiği istîdatlar inkişâf ettirilecek. Bu şekilde Cenâb-ı Hakkʼa bir kulluk gayesi tahakkuk etmiş olacak.

Cenâb-ı Hak kullarını çok seviyor. “Mükerrem kıldım” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 70) Mükerrem olacak vasıflar veriyor. Ve bu vasıfları kul eğer tatbik edebilirse “ahsen-i takvîm” buyuruyor, “en güzel bir yaratılış” hâline geldiğini insanın… (Bkz. et-Tîn, 4) Eğer nefsânî arzulara mağlûp olursa, o zaman da “بَلْ هُمْ اَضَلُّ” buyruluyor. (Bkz. el-A‘râf, 179, el-Furkân, 44) Yani diğer mahlûkattan daha âdî, daha düşük olduğunu Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Demek ki insan, iki sonsuz arasında. En mükemmel varlık, -Allah korusun- Cenâb-ı Hakkʼa en uzak, en vahşi, insanlığa vedâ eden bir mahlûk olmuş oluyor.

Takvâ hayatıyla yaşamak, Cenâb-ı Hakkʼın müʼminlerden istediği bir dostluk nişânesi.

“Göklerde ve yerde ne varsa âmâde kıldım, düşünen bir toplum için.” buyuruyor. (Bkz. el-Câsiye, 13)

Güneş âmâde, Ay âmâde, her şey âmâde, toprak âmâde. “Düşünen bir toplum için” buyuruyor. “Göklerde ve yerde ne varsa âmâde kıldım.” buyuruyor.

Ebuʼd-Derdâʼdan nakledilen bir hadîs-i şerîf var. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

Dâvud -aleyhisselâm- şöyle duâ ederdi:”

Yani bize de bu duânın muhtevâsında olmamızı Allah Rasûlü arzu ediyor. Duâ şu şekilde:

“Allâhʼım! Senʼden Senʼi sevmeyi…”

Birinci madde. Sevdirecek, yine Cenâb-ı Hak. Cenâb-ı Hak sevdirirse severiz.

İkincisi:

“…Senʼi seven kişiyi sevmeyi…”

Kimdir Cenâb-ı Hakkʼın en çok sevdiği? Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Rahmeten lil Âlemîn.

Üçüncüsü:

“…Senʼin sevgine ulaştıran amel-i sâlihler…” (Tirmizî, Deavât, 72)

Demek ki, amel-i sâlihler, ibadetler olmuş oluyor. Muâmelât oluyor, beşerî münâsebetler. Allah Rasûlüʼnün ahlâkı oluyor. Demek ki biz bu husûsiyetlerle, Cenâb-ı Hak bize kendini sevdirecek, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi seveceğiz ve Cenâb-ı Hakʼla dost olacağız.

Cenâb-ı Hak… Bu nasıl dostluk? Dost olanların vasıflarını Cenâb-ı Hak bildiriyor. Fâtır Sûresiʼnde “Ticâreten len tebûr” geçiyor:

“Onlar, Allâhʼın Kitâbıʼnı okuyanlar…” (Fâtır, 29) يَتْلُونَ : tilâvet edenler. Kurʼânʼla hemhâl olanlar. Kurʼânʼla yaşayanlar, Kurʼânʼla yaşatanlar.

Efendimiz buyuruyor:

“İki kişiye gıpta edilir (hayranlık mesâbesindedir):

Birincisi; Kurʼânʼla amel eden, Kurʼânʼla yaşayan, Kurʼânʼa hizmet eden.

İkincisi; Allah ne imkânlar verdiyse, mal, can; Allah yolunda kullanan.” (Bkz. Müslim, Müsâfirîn, 266, 267)

Bu iki kişiye Efendimiz, gıpta edilir, imrenilir buyuruyor.

Demek ki bizde bu haslet ne kadar var? Hep bunlar ayna.

Demek ki bu “ticâreten len tebûr” gerçek bir ticâret, hakîkî bir ticaret. “Umulur ki bu ticâreti yapanlar kurtuluştadır.” buyruluyor. “Beklenir ki” buyruluyor. (Bkz. Fâtır, 29)

Kurʼânʼı tilâvet edenler, yaşayanlar, yaşatanlar…

İkincisi; “…namazlarını ikāme edenler…” (Fâtır, 29) Kalp ve beden âhengi içinde kılanlar namazlarını.

Üçüncüsü de; “Allâhʼın verdiği nîmetleri açık ve gizli (infak edenler)…” (Bkz. Fâtır, 29) Eğer zaruret varsa açık, zaruret yoksa gizli olarak. Açık verirken de kalbimizi muhafaza etmek. Bir riyâdan kendimizi korumak.

Ticâreten len tebûr

Bu vasıfta olan, bu üç vasfı taşıyanlar; “Umulur ki bunlar en hayırlı ticarettedir.” buyruluyor. Âhiret ticareti…

Yine Cenâb-ı Hak Enfâl Sûresiʼnde de, nasıl bir müʼmin olmamızı bizden arzu ediyor?

“Müʼminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer…” وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ (el-Enfâl, 2) Bu nasıl olacak? Dilde olmaz, bu kalbin titremesi. Kalbin bir dehşete gelmesi.

İkincisi; “…Kendilerine Allâhʼın âyetleri okunduğu zaman îmanları artar…” (el-Enfâl, 2)

Ashâb-ı kirâm bu kıvamdaydı:

“Bir âyet indiği zaman, biz gökten bir sofra indi zannederdik.” diyor. “O âyetin etrafında toplanırdık. Cenâb-ı Hakkʼın murâdı nedir? Nasıl Allâhʼın rahmetine kavuşuruz, Allâhʼın rızâsını tahsil ederiz?” derlerdi.

“Akşamları evimize gittiğimiz zaman da hanımlarımız bize:

«‒Şamʼdan ne kervanı geldi? Ne satıldı, ne gitti?» diye sormazlardı. «‒Bugün Allahʼtan hangi âyet indi? Cenâb-ı Hak bugün ne buyurdu? Nasıl bize bugün bir tebligatta bulundu? Allah Rasûlüʼnün fem-i muhsininden / mübârek ağzından ne gibi kelâmlar çıktı? Sen bana onu söyle.» derlerdi hanımlar da beylerine.”

Sabahleyin beylerini gönderirlerken de:

“‒Sakın bize yanlış bir lokma getirme! Biz dünyada her şeye katlanırız ama Cehennem azâbına katlanamayız.” derlerdi.

Demek ki, bir vasıf burada, Enfâl Sûresiʼnde; “Allah anıldığı zaman kalbin titremesi…” Titreyen kalp nasıl günahtan kaçar? Nasıl kerâhetlerden kaçar?

“Allâhʼın âyetleri okunduğu zaman îmanları artması…”

Üçüncüsü; değişen şartlar dünyamızda… Hepsi imtihan… Hastalık imtihan, varlık imtihan, yokluk imtihan, musibetler imtihan. Orada; “teslîmiyetleri artar” buyruluyor. Bu benim imtihanımdır…

Dördüncüsü; “Namazlarını ikāme ederler…” (el-Enfâl, 3) Yine namaz geliyor burada da. Namazlarını kalp ve beden âhengi içinde icrâ ederler, îfâ ederler. Ondan sonra “Allâhʼın verdiği nîmetleri Allah yolunda infak ederler, paylaşırlar.” (Bkz. el-Enfâl, 3)

Demek ki bir müʼmin, bu vasıflarda olursa, Cenâb-ı Hakʼla bir dost olma vasfı burada, Enfâl Sûresiʼnde…

Demek ki; “Allah bana verdi, ona vermedi. Demek ki o bana zimmetli. Ben onun yokluğunu telâfi edeceğim. Cenâb-ı Hak onu bana zimmetli kıldı.”

“لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ” (el-Meâric, 25; ez-Zâriyât, 19) buyuruyor Cenâb-ı Hak. “…Hâlini arz eden ve hâlini arz etmeyenin bir hakkı vardır.” (ez-Zâriyât, 19)

Yine diğer bir âyette:

“…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) buyruluyor. Yani rakik, ince bir kalp Cenâb-ı Hak bizden arzu ediyor.

Âl-i İmran Sûresiʼnde 191. âyet var:

“Onlar, ayakta dururlarken, otururken, yanları üzerindeyken, (her vakit) Allâhʼı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını derinden derine tefekkür ederler. «Yâ Rabbi! Sen bu (yeryüzünü, gökyüzünü) boşuna yaratmadın. Bizi Cehennem azâbından koru!» derler.”

Bilâl -radıyallâhu anh- sabah ezanını okumaya geldi. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi perişan hâlde gördü.

“‒Yâ Rasûlâllah! Bu gece başınızdan ne hâl geçti ki böyle bir perişan bir durumdasınız?” dedi.

O da dedi ki:

“‒Bilâl!” dedi. “Bugün bana bâzı âyetler indi, bu âyetler beni bu hâle getirdi. Bu âyet:

“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerindeyken (her an) Allâhʼı zikrederler (Cenâb-ı Hakkʼı unutmazlar)…” (Âl-i İmrân, 191)” (İbn-i Hibbân, Sahîh, II, 386; Âlûsî, Rûhu’l-Maânî, IV, 157)

Demek ki Cenâb-ı Hak bizden ne arzu ediyor? Hayatın her faslında, her ânında Cenâb-ı Hakkʼı unutmamak. Her an Cenâb-ı Hakkʼı hatırlamak…