Kemâle Nasıl Erilecek?

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KEMÂLE NASIL ERİLECEK?

(Kurʼânʼla) insanları Allâhʼa davet eden (Kurʼânʼı tebliğ eden, yaşayarak tebliğ eden) ve amel-i sâlih işleyen, «ben müslümanlardanım» diyen (İslâm şahsiyeti, İslâm karakterini tevzî eden) bunun sözünden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet, 33) buyruluyor.

Hep bunlar, bir müʼminin, kalb-i selîme ermiş, nefs-i mutmainneye ermiş bir müʼminin vasıfları.

Yine Cenâb-ı Hak peygamberlerden misal veriyor, onların hitaplarından:

Meselâ peygamberler, hep kavimlerine; “ey kavmim” diye hitap ediyor. Bir gönülle, bir yaklaşarak. İbrahim -aleyhisselâm- Âzerʼe “babacığım, babacığım” diye hitap ediyor. Nuh -aleyhisselâm- oğluna “yavrucuğum” diye hitap ediyor. Yani nasıl bir davet olacak? Habîb-i Neccâr -Yâsînʼin ikinci sayfasında- “Keşke kavmim bilseydi!” (Bkz. Yâsîn, 26) buyuruyor, kavminin o yaptıkları o küfre üzülüyor.

Konuşmada nezâket istiyor Kurʼân-ı Kerîm bizden:

قَوْلًا لَيِّنًا  buyuruyor. (Bkz. Tâhâ, 44) “Zâlimlere karşı yumuşak söz söyle.” buyuruyor, ki onlar yumuşasın. Mûsâ -aleyhisselâm-ʼa buyruluyor “قَوْلًا لَيِّنًا”.

قَوْلًا مَيْسُورًا buyuruyor Cenâb-ı Hak. (el-İsrâ, 28) “Yoksula karşı gönül alıcı, tesellî edici söz söyle.”

Müslümanın, bunlar hepsi bir lügati oluyor, kalbinin lügati olmuş oluyor.

Anne-babaya karşı; ihtiyarlar, âcizleşir, zihnî melekeleri zayıflar, hattâ kısmen çocuklaşır; Cenâb-ı Hak; “Onlara karşı merhamet kanatlarını ger.” buyuruyor. “Sakın ha, üf deme!” buyuruyor. “قَوْلًا كَرِيمًا” buyuruyor. “Gönül alıcı sözler söyle.” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 23)

Bunların hepsi farz mâhiyetinde.

قَوْلًا سَدِيدًا buyuruyor Cenâb-ı Hak. (en-Nisâ, 9; el-Ahzâb, 70) “Bütün insanlara karşı doğru söz söyle.” buyuruyor. Yamulma, eğrilme, tevil yok!

قَوْلًا مَعْرُوفًا buyuruyor. (el-Ahzâb, 32) “Yetimlere ve muhtaçlara güzel söz söyle.”

Yine قَوْلًا مَيْسُورًا buyuruyor. (el-İsrâ, 28) “Hiçbir şey veremiyorsan, gönlünü alıcı birkaç söz söyle.” Yani müslümanın hep yumuşaklık ve lügatinde “hayır” yok.

Yine Cenâb-ı Hak İsrâ Sûresiʼnde:

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler…” (el-İsrâ, 53) En güzelini söyle.

Demek ki bir müʼmin konuşurken düşünecek. En güzel şekilde konuşacak. Gönül alıcı olarak konuşacak. Aksi hâlde Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“…Şeytan onların aralarını bozar. Çünkü şeytan insana apaçık düşmandır.” (el-İsrâ, 53) buyuruyor.

Yine Cenâb-ı Hak, müʼmin nasıl olacak, Cennetʼe girecek bir müʼmin? Müʼminûn Sûresiʼnde:

“O kimseler boş söz ve işlerden yüz çevirirler.” (el-Müʼminûn, 3)

Bir müʼminde, boş sözler, lâubâlî hâller olmayacak bir müʼminde.

Hâlimize için de Cenâb-ı Hak:

“Yürüyüşünde tabiî ol…” (Lokman, 19) buyuruyor Lokman Sûresiʼnde. “…Sesini de alçalt…” (Lokman, 19) diyor. Öyle bağırarak, yüksek sesle konuşma buyuruyor. Cenâb-ı Hak bir teşbih yapıyor; demek ki merkebe Cenâb-ı Hak öyle bir ses verdi ki tam böyle müşahhas bir misal olması için:

“…Unutma ki seslerin en çirkini, merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19) buyuruyor.

Yani konuşacağın zaman, karşındakini tırmalamayacak o sözlerin. Ona huzur verecek.

Yine, bir tevâzu; “ben” istemiyor Cenâb-ı Hak:

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme. Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Zira Allah, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman, 18) buyruluyor Lokman Sûresiʼnde.

Yani nasıl bir kemâle erilecek? Bunlar hayatımızda ne kadar bizim?

Yine, İsrâ Sûresiʼnde Cenâb-ı Hak:

“Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen, asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara sen erişemezsin.” (el-İsrâ, 37)

Yani haddini bil, diyor Cenâb-ı Hak.

Yine, Furkânʼda:

“Rahmânʼın has kulları, yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar, câhiller de kendilerine sataştığı zaman, «selâmâ» derler.” (el-Furkân, 63)  onlara bir muhatap olmazlar.

Ebû Bekir Efendimizʼe câhil biri, birtakım patavatsız sözler söylüyordu. Ebû Bekir Efendimiz, sükût etti, sükût etti, sükût etti. En son bir cevap verdi. Cevap verince Peygamber Efendimiz oradan ayrıldı, gitmeye başladı. Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz koştu arkasından:

“‒Yâ Rasûlâllah! (Dedi.) Bir yanlış iş mi yaptım?” dedi.

“‒Sen (dedi) sükût ediyordun (dedi), bir melek ona cevap veriyordu. Sen konuşmaya başladın, melek gitti, şeytan geldi.” (Bkz. Ebû Dâvud, Edeb, 41/4896)

Yine, diğer bir âyet, kalb-i selîm, kalb-i münîb, nefs-i mutmainne:

“Ve o (müʼmin)ler ki yalan yere şâhitlik etmezler…” (el-Furkân, 72)

Bir müʼminin lügatinde yalan olmayacak. “…Onun hastalığı artar…” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-Bakara, 10)

“…Boş sözler hareketlerle karşılaştıkları zaman, vakar içinde (oradan) geçip giderler.” (el-Furkân, 72)

Velhâsıl o kadar çok âyet var ki bu hususta, yani nasıl bir müʼminde edep olacak, ahlâk olacak?.. Onun için, yani Kurʼân-ı Kerîm hepimizin en mühim bir ders kitabı, okumaya mecbur olduğumuz.

Muhammed Mâsûm Hazretleriʼne bir gün soruluyor:

“‒Tasavvuf yolunun yolcularına şeytan sataşır mı?” diye.

Takvâ yolcuları diyelim. İhsan yolcuları. İhlâslı yolcular. Tasavvuf yolcuları, takvâ yolcuları. “Bunlara şeytan sataşır mı?”

“‒Bu hususta Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleriʼnin şöyle bir cevabı var:

«Bu takvâ yolunda olan kimse nefs-i mutmainneye ermedikçe şeytan ona ancak öfke ânında sokulabilir…»”

Yani mânevî yolda olan kimse kumar oynamaz, içki içmez, zinâ etmez. Fakat ona şeytan, öfke ânında sokulur.

Öfke, bir noktada, aklın bertaraf olması, bir nevî cinnet hâlidir. O zaman sokulur, o zaman günah işler buyuruyor.

“«‒Fakat nefsini mutmainneye getirmiş bir kimse, öfkesini takvâsıyla, (ilâhî emirlere olan, Kurʼânʼın tâlimatlarına, Sünnetin tâlimatlarına olan) dikkatiyle bertaraf eder.» buyuruyor.”

Diyor ki Mevlânâ Hazretleri:

“Dünya hayatı (diyor), bir rüyadan ibarettir…”

Geçmişe bakalım, hakîkaten bir rüya. Anlat deseler geçmişimizi ne kadar anlatabiliriz?

“…Dünyada servet sahibi olmak, rüyada define bulmaya benzer…”

Elden gidecek çünkü hepsi.

“…Dünya malı nesilden nesle aktarılır, yine dünyada kalır.”

Esas meziyet, malı kullanmayı bilerek âhiret sermayesi yapabilmektir.

Yine bir zât buyuruyor:

“Hayat, beşikle tabut arasındaki bir mesafe değildir.”

Hayat, beşikle tabut arasındaki bir mesafe değildir, sonsuzluğa yolculuğun başlangıcıdır.

Hattâ şâir ne güzel anlatır:

أَنْتَ الَّذِى وَلَدَتْكَ اُمُّكَ بَاكِياً…

“Seni annen doğurup attığı gün dünyaya, sen ağlıyordun, bütün âlem gülüyordu bir yanda (senin dünyaya gelmenle). Şimdi öyle bir ömür sür ki (takvâ üzerine), ölürken tebessümle gidesin. Arkandan da güzel hâtıralar bırakarak yolcu olasın…” buyruluyor.

Cenâb-ı Hak, Rabbimizʼe güzel bir kul olabilmeyi, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe lâyık bir ümmet olabilmeyi, Cenâb-ı Hak ashâb-ı kirâmın o rûhânî dokusundan cümlemize hisseler ihsân eylemesi niyâz ve duâsıyla, Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..