Kalp Seheri Okumalıdır

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KALP, SEHERİ OKUMALIDIR

Kurʼân-ı Kerîmʼde, Zümer Sûresiʼnde;

“…Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zümer, 9) buyruluyor.

Bugün, okulların açıldığı zaman;

“‒Efendim, (diyorlar) tahsil bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”

Tahsil ama, bu hangi tahsil? Bu tahsilin zemininde ittikā olacak, takvâ olacak.

Bir botanikçi olacaksa, o toprak terkibinden çıkanlar ona Cenâb-ı Hakkʼı hatırlatacak.

Bir doktor olacaksa zemininde takvâ olacak, merhamet ve şefkat tevzî edecek hastasına.

Bir hukuk adamı olacaksa hak ve hukuk tevzî edecek.

Bir, duygulu (insan) olacak. Bir kabristanın önünden geçerken; “‒Ben bir ceset tarlasından geçiyorum.” demeyecek. Orada kendi adresini görecek. Benim adresim burası diyecek.

Demek ki esas tahsil, zemininde mârifetullah olan tahsil. Onun üzerine istediğin tahsili yapabildiğin kadar yap, ümmet-i Muhammedʼe faydalı ol, insanlığa faydalı ol…

Onun için, bu tahsili elde edebilmek için de Cenâb-ı Hak üç tane şart koşuyor Zümer Sûresiʼnde:

سَاجِدًا وَقَائِمًا (“…Secde hâlinde ve ayakta…” [ez-Zümer, 9])

Seherlerde uyanık olacaksın. Secde ve kıyam hâlinde olacaksın. Hattâ bu gül yağını îmâl edenler diyorlar ki, îmâlâtını yapanlar:

“Biz (diyorlar) gül yapraklarını seher vakti toplarız.” diyorlar.

Kuşlar seher vakti terennüme başlıyor. Çiçekler güzel kokularını seher vakti veriyor. Semâya baksan bir hilmiyyet oluyor. Cenâb-ı Hak bu anda da kulunun secde ve kıyam hâlinde olmasını istiyor.

İşte kalp bunları okuyacak. Kalkacak seheri okuyacak. Cenâb-ı Hakkʼın lûtuflarını okuyacak. Acziyetini okuyacak. Aman yâ Rabbi! İstikbâlini okuyacak. Niçin geldi, nereye gidiyor? Bir bez kundaktan, tahta kundakta bu akış nereye?.. Bunun bir idrâki içinde olacak. Tefekkür genişleyecek.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ (“…Âhiretten korkan…” [ez-Zümer, 9]) buyuruyor. Cenâb-ı Hak hiç kimseye bir garanti vermiyor, istikbal garantisi.

“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor. Kimse diyemez ki; “Ben müslüman olarak can vereceğim.” diyemez. Onun gayreti içinde olacak amel-i sâlihlerle. “Aman yâ Rabbi!” diyecek.

Yusuf -aleyhisselâm-:

تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى بِالصَّالِحِينَ diyor.

(Yâ Rabbi! diyor.) Benim (diyor) müslüman olarak canımı al ve sâlihlere beni ilhak eyle!” (Yûsuf, 101) buyuruyor.

Efendimiz:

“Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çok çok hatırlayın.” buyuruyor. (Tirmizî, Zühd, 4)

Yine Münâfikûn Sûresiʼnin sonunda Cenâb-ı Hak ölüm ânımızı bildiriyor. Hepimizin ölüm ânını, bütün müslümanların:

“Ölüm ânı gelir de (Münâfikûn Sûresi) «Yâ Rabbi! Biraz geciktirsen de sadaka versem ve sâlihlerden olsam.» demeden evvel infak edin.” (el-Münâfikûn, 10) buyruluyor.

Efendimiz buyuruyor ki:

“Sâlih de (diyor) vefatı (diyor) bir, onun da (diyor şey olarak olacak diyor), bir hüzünlü olarak; «keşke daha öteye gitseydim…»” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59/2403)

Dünyada boş vakit var mı o zaman?

Ondan sonra:

وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّهِ (“…Rabbinin rahmetini uman…” [ez-Zümer, 9])

Hep Kurʼân-ı Kerîmʼde, başta peygamberler, mâsum, peygamberler, hep onlar duâ hâlinde… Biz ne kadar duâya muhtacız o zaman, Cenâb-ı Hakkʼa sığınmaya, hayatın fırtınaları karşısında?

Ondan sonra gelen âyet:

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ

“Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (el-Müʼminûn, 3)

Yani müslüman dâimâ bir şahsiyet ve karakter tevzî edecek. Yeryüzünde Allâhʼın şâhidi olacak.

وَلَا تَفَرَّقُوا

(“…Parçalanıp bölünmeyin…” [Âl-i İmrân, 103])

Ayrılık olmayacak müslümanlar arasında.

بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ

(“…Birbirine kenetlenmiş bir yapı.” [es-Saff, 4])

Allah yolundaki gayrette üst üste konulmuş kerpiçler gibi olacak.

وَلَا تَجَسَّسُوا buyruluyor. (el-Hucurât, 12) Bir müslüman, bir müslümanın ayıbını araştırmayacak. Kendi ayıbına bakacak. Aynayı kendine tutacak.

Abdullah Dehlevî Hazretleri -kuddise sirruh- bir yerden geçiyordu. Gıybet, dedikodu ediyorlardı orada. Hemen oradan geçti. Dedi ki talebesine:

“‒Eyvah! (dedi), orucumuz bozuldu.” dedi. Nâfile oruçtu. O da dedi ki:

“‒Üstad! (dedi.) Siz gıybet etmediniz ki, siz oradan geçtiniz.” dedi.

“‒Geçtim ama (dedi) oradan (dedi) inʼikâs oldu.” dedi.

Demek ki ehlûllah ne kadar bir şeyin içinde, bir titizliğin içinde?

“Onlar ki boş şeylerden kendilerini korurlar.” (el-Müʼminûn, 3) buyruluyor.

Ağızdan çıkan kelimelere çok dikkat etmemiz lâzım. Sîret, iç dünya, sûrete akseder. Ağızdan çıkan çirkin sözler, onu sarf eden kişinin nasıl bir kalp dünyası, gönül dünyası olduğunu gösterir. Yani bir insandan çirkin sözler çıkıyorsa ağzından; gıybetti, dedikoduydu, küfürdü, kırmaktı vs. idi, o, insanın iç dünyasını gösterir.

Bir müʼminin gönül âleminden nezâket, zarâfet, incelik, güzel sözler, güzel tavsiyeler çıkıyorsa, وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ oluyorsa “hakkı tavsiye ediyorsa” (el-Asr, 3) o da onun iç dünyasını gösterir.

Zira bu; kötü söz, gıybet, dedikodu, yalan, iftira; bunlar dâimâ insanın o iç dünyasının dışa aksettirdiği hâllerdir. Halk arasında ne güzel ifade edilir; sîret, sûreti aksettirir.

Âyet-i kerîmede, Nisâ Sûresiʼnin 114. âyetinde:

“Onların fısıldaşmalarının, yani konuşmalarının birçoğunda hayır yoktur (buyruluyor o insanların.) Ancak şunlar müstesnâ: Sadaka yahut iyilik, yahut insanların arasını düzeltmek isteyenlerin konuşmaları fısıldamaları hâriç…” buyruluyor.

Demek ki ağzımızı çok iyi kullanabilme. Bu da kalbin sanatı olmuş oluyor.

Yine Efendimiz buyuruyor:

“Allâhʼı anmaksızın çok konuşmayın. Allâhʼın zikrinin dışında çok çok söz söylemek kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise Allahʼtan en uzak kimseler olduğu kesindir.” buyruluyor. (Tirmizî, Zühd, 62)

Yine:

“Allâhʼa ve âhiret gününe inanan bir kimse ya hayır söylesin veyahut sussun.” buyruluyor. (Müslim, Îmân, 77)

Velhâsıl kişi, nefsinin hevâsına değer verirse, dünya sevgisini kalbine soktuğu takdirde, o insanda riyâydı, öfkeydi, kibirdi, ucubdu gibi -Allah korusun- bütün hastalıklar zuhûr eder hâlinde. O da bizim iç dünyamızın -nasıl bir kan tahlili yaptırıyoruz- bu da bizim ağzımızdan çıkan sözler ve davranışlar, bizim iç dünyamızın bir tahlilini görmüş oluyoruz.

Cenâb-ı Hak; hep îkazlar var. Meselâ:

“…Gayzlarını yutarlar…” diyor. “…Öfkelerini yutarlar…” (Âl-i İmrân, 134) buyuruyor. Hep bunlar imtihan. “…Müʼminleri affederler…” (Âl-i İmrân, 134) buyruluyor. “…Varlıkta ve yoklukta (daha evvel) infak ederler…” (Âl-i İmrân, 134) buyuruyor. “…Allah muhsinleri sever.” (Âl-i İmrân, 134) buyuruyor. “Allah muhlisleri/ihlâs sahiplerini sever.” buyruluyor.

Ondan sonra gelen âyet-i kerîmede:

وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ

“Onlar ki zekâtı verirler.” (el-Müʼminûn, 4) Yani “فَاعِلُونَ” buyuruyor. Zekât ibadetinin îfâsında fâil olurlar, titizlik gösterirler. Âyette yine:

“Siz (sadakalarınızı, zekâtlarınızı), kendisini Allâhʼa adayanlara verin…” Bir… Onlara vereceksin. İkincisi:

“…Onlardan bir kısmı, iffetleri dolayısıyla «teaffüf» sebebiyle gidip kendilerini ifşâ etmezler…” Cenâb-ı Hak orada:

“…Sen onları sîmâlarından tanırsın….” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 273)

Velhâsıl, bir müʼminin kalbi, rikkat-i kalp olacak. Muhatabını tanıyacak. Ona bir teşekkür edâsıyla verecek ki يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) o verdiği sadaka Cenâb-ı Hakkʼa gitsin.

Onun için müʼminden, çok geniş bir merhamet isteniyor.

Mûsâ -aleyhisselâm-:

“‒Yâ Rabbi! Senʼi nerede arayayım? Nerede bulurum Senʼi?” diye iltica etti. Cenâb-ı Hak da:

“‒Ey Mûsâ! Benʼi kalbi kırıkların yanında ara.” buyurdu.

Bunun misalleri çok.

Yine Cenâb-ı Hak, Kasas Sûresiʼnde:

“Allâhʼın sana verdiğinden (Oʼnun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste (buyuruyor). Ama dünyadan da nasîbini unutma. Allâhʼın sana ihsân ettiği gibi sen de insanlara ihsân et(mek sûretiyle) yeryüzünde bozgunculuk etme. (Bir fesat kalksın o şekilde)…” (el-Kasas, 77)

İbrahim Atâ Hazretleri, merhametli bir müʼminin durumunu bildiriyor:

“Güneşʼte gölge gibi ol (diyor). Soğukta kaftan gibi ol. Açlıkta ekmek gibi ol.”