Kalp Bir Mesâi İstiyor

Şu kâinat, ilâhî bir sanat. İlâhî bir eser. Eser, Müessirʼin şâhididir.  Sanat, Sanatkârʼın kudretini gösterir. Cenâb-ı Hak insana akıl, irâde ve kalp verdi. Akıl, kalp müşterek çalışacak. Tefekkür gelişecek. Tefekkür, bir îman anahtarı olacak. Gözünün gördüğü her yerde kalp Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayacak. Cenâb-ı Hakkʼın el-Musavvir, el-Bârî sıfatlarını düşünecek.

Hiçbirinin örneği yokken Cenâb-ı Hak, hiçbirinin örneği yokken Cenâb-ı Hak halketti. Hepsine ayrı ayrı bir hayat standardı verdi. Bir solucanın hayat standardı ayrı, bir filin hayat standardı ayrı. Onun rızkı ayrı, öbürünün rızkı ayrı.

Velhâsıl, kul dâimâ; “Aman yâ Rabbi!” diyecek. İlâhî azamet, ilâhî kudret akışları, ilâhî nakışlar karşısında bir hayranlık ve bir hayret içinde kalacak.

Cenâb-ı Hak böyle bir, kalbin bu hâle gelmesini arzu ediyor. Bu da bir mesâi istiyor. Bu, neyin mesâisi? Bu, kalbin mesâisi olacak.