İslâm Teblîği ve Misyonerlik

HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER


İslâm’da teblîğ ve irşâdın gâyesi, hak dînin insanlara ulaştırılmasıdır.[1] Maksat, insanların zorla ve her türlü yola başvurarak müslümanlaştırılması değildir.[2]

Hristiyan misyonerliği ise muhâtapların her hâlükârda hristiyanlaştırılması ve vaftiz edilmesini hedeflemektedir.[3] Misyonerlerin örnek aldığı Pavlus, bir mektubunda hareket tarzını şöyle dile getirmektedir:

“Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahûdîleri kazanmak için yahûdîlere yahûdî gibi davrandım. Kendim şerîata tâbî olmadığım hâlde, şeriatçıları kazanmak için onlara şerîata bağlıymışım gibi davrandım. Îsâ Mesîh’in kânunlarına bağlı olmama rağmen, kanunsuzları kazanmak için kanunsuzmuşum gibi davrandım. Zayıfları kazanmak için onlarla zayıf oldum. Ne yapıp yapıp bâzılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum.”[4]

Görüldüğü gibi Pavlus, gâyesine ulaşmak için, hiçbir kâide ve hudut tanımadan her türlü vâsıtayı kullanmayı meşrû görmektedir. Oysa ki İslâm’da şer’î gâyelere gayr-i meşrû vâsıtalarla gidilmesi yasaklanmıştır. Baştan beri muharref Hristiyanlık’ın benimsediği bu yanlış usûl, yâni kitlelere mesajı ulaştırmak yerine onları her ne pahasına olursa olsun hristiyanlaştırma gayreti, dînin özünün bozulup kaybolmasına, mesajın her girdiği yerde değişiklik arz ederek dînin müntesiplerinin zamanla fırkalar hâline gelmesine sebeb olmuştur.

Hristiyanlaştırma çalışmalarında misyonerlerin, ictimâî ve siyâsî açıdan zor durumda olan kitlelere, fakir, mültecî, azınlık, savaş ve tabiî afet mağduru kişilere yaklaşıp, bu kişilerin içinde bulundukları maddî ve rûhî buhrânı istismâr ettikleri, onların âdeta îmanlarını satın almaya çalıştıkları görülür.

Diğer taraftan misyonerliğin, emperyalizm ile içli dışlı olduğu, gâyenin dînî olmaktan çok siyâsî olduğu bilinmektedir. Misyonerler hedef aldıkları ülkeye yerleşmek sûretiyle okullar, yabancı dil kursları ve benzeri eğitim faâliyetleri örtüsü altında insanları hristiyanlaştırmaya çalışmaktadırlar.

Pavlus’un usûlünü izleyen günümüz misyonerleri, “takıyye” yapmakta, yâni gerçek kimliklerini saklayarak muhâtabın hoşuna gidecek şekilde görünmeyi esas almaktadırlar. Meselâ hedef seçtikleri müslümanlara şirin gözükmek için, Kur’ân’dan âyetler okumak, müslüman kıyafetlerine bürünmek, “papaz”, “râhip” yerine “hoca”; “kilise” yerine “câmi” gibi İslâmî kavramları kullanmak gibi usuller tâkib etmektedirler. Yine insanları dinlerinden döndürmek ve kendilerine ısındırmak için, Hristiyanlık’tan pek çok tâviz vermeyi esas hâline getirmişlerdir.[5]

Misyonerlerin bu kadar hummâlı çalışmalarına karşı müslümanların da kendilerinin ve evlâtlarının terbiyesine önem vermeleri, İslâm’ı en güzel şekilde öğrenip tatbîk etmeye ve diğer insanlara ulaştırmaya çalışmaları gerekmektedir. Müslümanlar en azından, muharref dinlerini yaymak için böylesine gayret sarf eden misyonerlerden ibret almalı, hak olan İslâm dînini yaşayarak teblîğe gayret etmelidir. Zîrâ şükrünü ödememiz mümkün olmayan İslâm nîmetini teblîğ mes’ûliyetini unutmamak îcâb eder.

Merhûm şâirimiz Mehmed Âkif, müslümanların bu husustaki zaafına işâret ederek şöyle demektedir:

Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler;

Ulemâ vahy-i ilâhîyi mi bilmem, bekler?!


[1] Bkz. el-Mâide, 67.

[2] Bkz. el-Bakara, 256; Yâ-sîn, 17.

[3] Bkz. Matta İncîli 28:19-20.

[4] Bkz. Korintlilere Mektup I, 9:19-22.

[5] Bkz. Şinâsi Gündüz, s. 5-28.


HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER