İslâm ile Zarifleşen Sâliha Hanım

Yıl: 2012 Ay: Ocak Sayı: 83

İnsanlık tarihinde kadın, lâyık olduğu gerçek mevkî ve îtibârı ancak İslâm’ın ulvî iklîminde bulabilmiştir. Zira İslâm dışındaki bütün sistemler, kadına değer verdiklerini iddiâ etseler de, aslında kadına sadece vitrin malzemesi olarak kıymet vermiş, onu ekonomik ve nefsânî bir metâ olarak kullanmışlardır.

İslâm, kadının ferdî ve içtimâî hayatına büyük değişiklikler getirmiş ve ona müstesnâ bir kıymet vermiştir. Bunu daha net bir şekilde anlayabilmek için, İslâmʼdan önce, yani câhiliye döneminde yaşamış olan kadınların toplum içindeki zelil durumlarını bilmek kâfîdir.

Güçlünün güçsüzü ezdiği, fakir, kimsesiz ve yoksulların horlandığı, vicdanların dumûra uğradığı, merhametten nasipsiz zâlimlerin ve insafsız zorbaların kol gezdiği câhiliye döneminde kadınlar, hanımlık haysiyetini rencide eden, insanlık dışı bir muâmeleye mâruz kalıyorlardı. Câriyeler, onur kırıcı bir şekilde nefsânî bir eğlence âleti gibi görülüp aşağılanıyordu. Bazı merhametten nasipsiz kimseler de, mâsum kız çocuklarını fâhişe olurlar endişesi ve açlık korkusuyla, analarının yüreklerinden kopararak diri diri toprağa gömüyordu.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, câhiliye toplumunda müşriklerin, dünyaya gelen kız çocuklarından dolayı, taşlaşmış vicdanlarının yüzlerine yansıyan hâlini şöyle tasvîr etmektedir:

“Onlardan birine kız (doğumu) müjdelendiği zaman öfkeden yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılanmaya katlanıp yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (en-Nahl, 58-59)

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın şu sözü de, İslâmʼdan önceki dönemde toplumun kadına bakış açısını göstermesi bakımından dikkat çekicidir:

“Doğrusu biz, Câhiliye devrinde kadınlara önem vermezdik. Nihâyet Allah, İslâm’ın gelişiyle kadınlar hakkında âyetler indirmiş ve onlara birçok hak tanımıştır.”

Hakîkaten İslâm Dîni, kadına en büyük değeri vermiş ve onun iffetli, vakarlı, haysiyetli ve şerefli bir hayat yaşamasını sağlamıştır. Daha evvel hor ve hakir görülüp aşağılanan kadın, İslâm’ın gelişiyle lâyık olduğu izzet ve şerefe kavuşmuştur. Hiçbir hususta kendisine söz hakkı tanınmayan kadın, İslâm sâyesinde hakkını savunabilmiş, Allah ve Rasûlü’nün emirleriyle hanımlara âit bir hukuk tesis edilmiştir.

Bu hususta Cenâb-ı Hakk’ın, ilâhî beyânı çok açıktır:

“…Kadınlarla iyi geçinin, onlara güzel muâmele edin!..” (en-Nisâ, 19)

Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- de, bu âyet muhtevâsında bir ömür sürmüş ve bu noktadaki nasihatleriyle ümmetini, hanımlarına karşı dâimâ hayra yönlendirmiştir. Nitekim muhtelif zamanlarda şöyle buyurmuşlardır:

“Sizin en hayırlınız, âilelerine en güzel muâmelede bulunanınızdır!..” (İbn-i Mâce, Nikâh, 50; Dârimî, Nikâh, 55)

“Bir kimse zevcesine kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61)

“Kadınları dövmeyiniz!.. Kadınlarını döven kimseler, sizin hayırlınız değildir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51)

Dolayısıyla, bilhassa günümüzde kadınlara yönelik gerçekleştirilen hak ihlâlleri ve şiddetin sebebi, asla İslâmʼın hükümleri değildir.  Bilâkis Peygamber Efendimiz’in nezih hayatı, -değil kadına- bütün mahlûkâta karşı yapılan haksızlık ve terörlerle mücâdele içinde geçmiştir. Günümüzde ise zayıflara uygulanan şiddet, İslâm ahlâkını rûhen hazmetmemiş zorbaların vicdan yoksulluğudur. Allâh’ın yüksek hususiyetlerle donatıp eşlerine emânet ettiği kadının şahs-ı mânevîsine karşı gösterilen bu zulümler; gönüllerdeki Allah korkusunun, îman muhabbetinin ve ahlâkî meziyetlerin zaafa uğramasının açık bir göstergesidir.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz’in kadınlara dâir tutumunda, şiddet ve baskı ihtivâ eden ne bir söz vardır, ne de buna işaret eden bir uygulama mevcuttur. Bilâkis Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in kadınla alâkalı bütün söz ve uygulamalarında tam bir nezâket, zarâfet, incelik, müsâmaha, fedâkârlık, vefâ ve kadirşinaslık tavrı hâkimdir. Nitekim şu hâdise, bunun bâriz bir misâlidir:

Vaktiyle Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bir gün, Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in yanına girebilmek için izin ister. O esnâda Hazret-i Peygamber’in yanında, kendisine çeşitli sorular soran Kureyşli kadınlar vardır ve sesleri nezâket sınırının biraz ötesine geçerek Allah Rasûlü’nün sesini bastırmaktadır.

Oradaki hanımlar, Hazret-i Ömer’in içeri girmek için izin istediğini duyunca hemen toparlanırlar. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimizʼin izniyle içeri girdiğinde, Oʼnun gülümsediğini görür ve hayretle sebebini sorar. Efendimiz de:

“–Yanımdaki bu kadınların, senin sesini duyunca hemen toparlanmalarına hayret ettim.” karşılığını verir. Hazret-i Ömer ise:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen edep ve hürmet gösterilmeye daha lâyıksın!” der ve kadınlara dönerek:

“–Ey kendilerine yazık edenler! Benden çekiniyorsunuz da Allah Rasûlüʼnden neden çekinmiyorsunuz?!” diyerek onları azarlar. Bunun üzerine o kadınlar:

“–Sen çok sert ve katısın (bundan dolayı senden korkarız).” derler.

Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- aralarına girerek:

“Ey Ömer, tamam! Allâh’a yemin olsun ki, (bu kadar sertlik ve azametin) karşısında şeytan seninle karşılaşsa, mutlaka yolunu değiştirir, başka bir yola sapar!” buyurur. (Buhârî, Edeb, 68)

Bu misâl bile, -bırakınız kadına karşı şiddeti-, Hazret-i Peygamber’in herkese karşı sergilediği yumuşak ve hoşgörülü tavrın, kadınlar karşısında ne kadar müstesnâ bir nezâket ve inceliğe dönüştüğünün apaçık bir göstergesidir.

Yine Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, kendisini ziyarete gelen hanımlara iltifat eder, onlarla alâkadar olur, hâl ve hatırlarını sorar, onlara karşı aslâ ilgisiz kalmazdı. (Buhârî, Edeb, 68) Hasta olduklarını haber aldığında ziyaretlerine gider, geçmiş olsun dileklerini bizzat iletirdi. (Nesaî, Cenâiz, 76)

Kendisini yemeğe davet eden hanımların dâvetlerine icâbet eder ve ikramlarını kabul ederdi. (Buhârî, Hars ve Muzâraa, 21; Nesaî, İmâmet, 19)

Hattâ Peygamber Efendimiz, mescidin bir kapısını onlara tahsis etmiş,[1] Cuma ve bayram namazlarına iştirâk eden hanımlara özel bir konuşma yapmış,[2] ayrıca haftanın belli bir gününü onların sorularına cevaplar vererek vaaz ve nasihat etmeye ayırmıştır.[3]

Hanımlar, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’i dâimâ kendi meseleleriyle il­gilenen, eşleriyle anlaşmazlıkların­da ara buluculuk yapan, haklarını koru­yan, erkeklere zevcelerine iyi davranmalarını öğütleyen ve kendi yaşayışıyla da buna örnek olan bir dost ve hâmî olarak bulmuşlar­dır.

Yine şu hâdise de mizâcının sertliğiyle bilinen Hazret-i Ömer’in İslâm ahlâkı ile nasıl bir gönül kıvâmı kazandığının güzel bir misâlidir:

Hazret-i Ömer’in hilâfeti zamanında bir adam, davranışlarını beğenmediği karısını şikâyet etmek üzere halifenin evine gelir. Kapının önüne oturur ve Hazret-i Ömer’in çıkmasını bekler. Derken içeriden bir gürültü kopar. Hazret-i Ömer’in hanımı koca halifeye bağırıp çağırmakta, fakat Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- sükût içinde bekleyip ona tek kelime söylememektedir. Bu hâli gören kapıdaki adam boynunu bükerek:

“Bütün şiddetine ve sertliğine rağmen, üstelik mü’minlerin emiri iken Ömer’in hâli böyle olursa, benim derdime nasıl çâre bulabilir!?” diye düşünür ve kalkıp giderken Hazret-i Ömer dışarı çıkar. Adamın arkasından:

“–Hayrola, derdin neydi?” diye seslenir. Adam da der ki:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Zevcemin kötü huylarını ve bana olan saygısızlığını şikâyet etmek üzere gelmiştim. Senin hanımının da sana karşı olmadık sözler söylediğini duyunca şikâyetimden vazgeçip geri döndüm ve kendi kendime: «Mü’minlerin Emîri hanımıyla böyle olunca, benim derdime nasıl devâ bulacak?» dedim.”

O zaman Hazret-i Ömer adama şunları söyler:

“–Kardeşim, zevcemin benim üzerimdeki hakları sebebiyle ona katlanmaya çalışıyorum. Zira o benim hem aşçım, hem fırıncım, hem çamaşırcım, hem de çocuklarımın sütannesidir. Hâlbuki o bütün bunları yapmak zorunda değildir. Üstelik gönlümün harama meyletmesine engel olan da odur. Bu sebeple onun yaptıklarına katlanıyorum.”

Bu sözleri duyan adam:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Benim zevcem de aynen öyle.” der.

Bunun üzerine Hazret-i Ömer, adamı:

“–Haydi kardeşim, hanımına katlanmaya bak! Hayat dediğin göz açıp kapayana kadar geçiyor!” diye tesellî eder. (Zehebî, el-Kebâir, s. 179)

Velhâsıl, İslâm nazarında kadın; şefkat, merhamet, hürmet duyulması ve nezâket gösterilmesi gereken asîl ve nezîh bir varlıktır.

Bunun içindir ki Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:

“Cennet (sâliha) annelerin ayakları altındadır!” buyurmuştur. (Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed, III, 429; Süyûtî, I, 125)

Yine Peygamber Efendimizʼe mürâcaat ederek:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kendisine en iyi davranılması gereken kimdir?” diye soran bir şahsa Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:

“–Annen, sonra annen, daha sonra yine annen; sonra baban, sonra da sana en yakın olan akraban.” buyurmuştur. (Müslim, Birr, 2)

Yer-gök şâhittir ki şu dünya, kadın hukûkuna riâyetin bereketiyle cennet, riâyetsizliğin kötü âkıbetiyle cehennem hâline dönmüştür. Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde; “Kocasını memnun ederek ölen kadın cennetliktir.” (Tirmizî, Radâ’, 10) buyurmak sûretiyle hanımları irşâd ederken, Vedâ Hutbesi’ndeki şu ifâdeleriyle de erkekleri îkâz etmektedir:

“Ey insanlar! Kadınların haklarına riâyet ediniz! Onlara şefkat ve muhabbet ile muâmele ediniz! Onlar hakkında Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allâhʼın emâneti olarak aldınız; onların nâmuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz!” (Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, X, 398)

Fakat bugün dünya, kapitalist sistemin menfaatperest zihniyeti ile âdeta vicdanları kurutmakta, şefkat ve merhameti gönüllerden çıkarıp atmakta, nezâket ve zarâfetin yerine nefsin hodgâmlık, hoyratlık ve kabalığını koymaktadır. İnsafı, merhameti ve gözyaşı olmayan kapitalizmin en büyük zararını da, nâzik bir gönül dünyasına ve zarif bir yaratılışa sahip olan kadın görmektedir.

Yine günümüzde Arş’ı titreten[4] boşanmalar giderek artmakta, ortada kalan çocukların ise, selde sürüklenen kütükler gibi hangi girdapta boğulacağı belli olmamaktadır.

Şu hiç unutulmamalıdır ki, kadınların mânevî terbiyesinin ihmâl edildiği toplumlarda insanlık baharı açılmaz. Kadın, gerçek değerini kaybederek sokağa düşer. Bu ise, bir pırlantanın çöp tenekesine atılması gibi talihsiz bir hâdisedir. Kadının sokağa düşmesi, âile ocağını kurutur, toplumu bir mezbelelik hâline getirir; hayat yollarını huzur ve saâdet yerine cam kırıkları ile doldurur. Vicdânında bir nebze olsun acı hissetmeden doğacak masum yavrusunu kürtaj kasaplarının eline bırakan günümüz insanının insafsızlığı da, bu mânevî terbiye noksanlığından ileri gelmektedir.

Hâlbuki Cenâb-ı Hak, mü’minlerden, “Göz nûru olan zevcelerin”[5] yetiştirilmesini arzu etmektedir. Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- de, “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi.”[6] buyurduktan sonra bunlardan birinin “(sâliha) hanım” olduğunu müjdelemiştir. Buna mukâbil Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- diğer bir hadîs-i şerîflerinde de, “cehenneme girenlerin çoğu kadınlardı.”[7] buyurarak, kadınların mânevî terbiyeden mahrum kaldıkları takdirde dûçâr olacakları hazin âkıbete dikkat çekmiştir.

Hakîkaten, Kur’ân ve Sünnet terbiyesiyle yetiştiğinde topluma fazîlet tevzî eden bir kadın; mâneviyattan uzak, materyalist bir zihniyetle yetiştiği takdirde etrafına sefâlet tabloları sergiler. Bu sebeple bugün hanımların birinci cihâdı, âilesini, Allâh’ın emrettiği şekilde muhâfaza etmek ve mü’min bir neslin yetişmesi için gayret göstermektir. İkinci cihâdı da, dâimâ nezâket, zarâfet ve güleryüzüyle İslâm şahsiyet ve vakârını temsil edebilmektir. Zira sâliha bir kadın, toplumun gerçek mimarıdır. O; sâlihler, Fâtihler ve cengâverler yetiştiren, âdeta semâvî bir kucaktır. Bizleri bir müddet karnında, sonra kollarında, ölünceye kadar da kalplerinde taşıyan annelere sevgi ve saygı husûsunda onlara denk olacak başka bir varlık yaratılmamıştır. Kendisini âilesine hasr ve hîbe eden vefâkâr bir kadın; engin bir sevgiye, derin bir saygıya, ömürlük bir teşekküre lâyıktır.

Cenâb-ı Hak, cümlemize göz nûru olacak sâlih ve sâliha evlatlar yetiştirebilmeyi ihsan buyursun!

Âmîn…


Dipnotlar:

[1] Ebû Dâvûd, Salât, 54

[2] Buhârî, Îdeyn, 7; Müslim, Îdeyn, 2-4.

[3] Buhârî, İlim, 36.

[4] Ali el-Müttakî, IX, 1161/27874.

[5] Bkz. el-Furkān, 74.

[6] Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199.

[7] Buhârî, Rikak 51, Nikâh 87; Müslim, Zikir, 93.