“İnsan, Huzurumuza Gelip (Hesap Vermeyeceğini mi) Zannediyor?”

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

“İNSAN, HUZURUMUZA GELİP (HESAP VERMEYECEĞİNİ Mİ) ZANNEDİYOR?”

Yine bir manzara bildiriyor kıyâmetten:

“Düşün o günü…” diyor. “Düşün o günü…” diyor. “…Yazılı bir tomar kağıt gibi bütün semâvat…” Trilyonlarca yıldız, hepsini diyor, “bükeceğiz” diyor. “Eski hâline getireceğiz. Bu bir vaaddir…” diyor. (Bkz. el-Enbiyâ, 104)

Bir atom patlatılsa ne kadar korku içinde oluyor herkes…

Yine Hac Sûresiʼnde:

“O gördüğünüz gün (diyor, hepimizin göreceği gün, kıyamet günü) emzikli kadın, emzirdiği çocuğu unutur. Bir hâmile kadın çocuğunu itrah eder. Sen insanları sarhoş olarak görürsün ama bu sarhoşluk, Allâhʼın azâbından bir sarhoş hâlde görürsün.” buyruluyor. (Bkz. el-Hac, 2)

Yine Cenâb-ı Hak ikramlarını bildiriyor. Câsiye Sûresiʼnin 13. âyetinde:

“Göklerde ne varsa âmâde kıldık…”

Hepsi; atmosfer âmâde, Güneş âmâde, Ay âmâde, hepsi insan için.

“…İbret alan bir toplum için…” buyruluyor.

Demek ki diğer mahlûkat gibi -Cenâb-ı Hakkʼın bu nîmetlerini- görmemek lâzım. Allâhʼın bir lûtfu olarak, ikramı olarak… Ve bu ikrama nasıl biz bir mukâbelede bulanacağız?

Kıyâme Sûresiʼnde -aşağıda gelecek-:

“İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” (el-Kıyâme, 36) buyuruyor. Burada başıboş insan. Serbest. İstediğini yapıyor. “İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” (el-Kıyâme, 36) buyuruluyor.

Müʼminûn Sûresiʼnde:

“Biz insanı abesen/boş yere yaratmadık. İnsan huzurumuza gelip hesap vermeyeceğini mi zannediyor?” (el-Müʼminûn, 115) buyuruyor.

Duhân Sûresiʼnde:

“Biz gökleri ve yeri, aralarında bir oyun-eğlence olsun diye yaratmadık.” (ed-Duhân, 38) diyor. Hep Rabbim bir îkaz hâlinde kula. Hep kıyâmeti hatırlatıyor.

Bu, mahşerin dehşeti üzerine Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anh-:

“Bir gün Rasûlullah Efendimiz yüksek bir yere çıktı, minbere çıktı (diyor). O kadar bir heyecan içindeydi ki (diyor), Rasûlullah diyor:

«Allah -celle celâlühû- semâları ve yerleri dürüp toplayacak. Onu gücüne kudretine alacak. Orada diyecek ki bütün insanlara:

“‒Allah Benʼim! Melik Benʼim! (Nerede yeryüzünde meliklik, saltanat iddiâ edenler?!) Nerede o cebbarlar, nerede mütekebbirler?!” buyuracak.» diyor.

Fakat (diyor), Allah Rasûlü (diyor) râvî, bu şey yaparken (diyor), bir taraftan heyecandan elleriyle işâret ediyordu (diyor). Üstündeki kürsü (diyor), titremeye başladı. Korktum (diyor), kürsü devrilecek, Allah Rasûlü düşecek diye…” (Bkz. Müslim, Münâfıkîn, 23-26)

Yine Cenâb-ı Hak ayrı bir manzara Meâric Sûresi:

“…Günahkâr kimse ister ki (mücrim ister ki) o günün azâbından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm âile, yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak vereyim de sırf o günün şerrinden kendimi koruyabileyim.” (el-Meâric, 11-14)

Cenâb-ı Hak bunları niye bildiriyor bize? İnceden inceye hesap var. Yine Cenâb-ı Hak:

وَاِذَا الْمَوْءُدَةُ سُئِلَتْ . بِاَىِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْ

Aynı şekilde câhiliye devrinde vardı, bu gün de var.

“Diri diri toprağa gömülen kıza hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda.” (et-Tekvîr, 8-9)

O zaman da kız çocukları diri diri öldürülüyordu toprağa atıp, bugün de kürtaj yapılıyor. Biliyor musun sen o çocuğun kaderini, belki sen o çocuğa muhtaç olacaksın! Emânet veriyor Allah sana. Belki o seni daha çok hidâyete getirecek.

Velhâsıl:

اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا

“Kitabını oku, bugün (hesap sorucu olarak) nefsin kâfidir sana.” (el-İsrâ, 14) buyruluyor.

O gün ne olacak? Yine âyette:

“Oraya geldikleri zaman, kulakları, gözleri, derileri, işlediklerine karşı onların aleyhine şâhitlik edeceklerdir.” (Fussilet, 21)

“O gün onların ağızlarını mühürleriz. Yaptığını bize elleri anlatır, ayakları ve şâhitlik eder.” (Yâsîn, 65)

Demek ki Cenâb-ı Hak bize bu kulağı niye verdi? Onun hesabı var. Bu kulakla biz ne dinleyeceğiz? Bu gözü niye verdi bize? Bu gözle neler göreceğiz? Bu gözler ile hangi şerleri görmekten kendimizi koruyacağız? Vücudumuza güç kuvvet verdi, enerji verdi. Bunu biz nerede harcayacağız? Dilimizi nasıl kullanacağız?

“Ya hayır söyle veyahut da sus.” diyor Allah Rasûlü. (Müslim, Îmân, 77)

اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا. وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَا. وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَا

“O yer, bütün gücüyle sallandığı zaman. Yeryüzü sıkletlerini attığı zaman (savurduğu zaman).” (ez-Zilzâl, 1-2)

Bunu da neler diyorlar: Ölüler. Yeryüzü ölüleri atacak yukarı.

Mâdenler atılacak diyor. İnsanların ömürlerini harap ettiği altınlar, gümüşler, alın bir faydası varsa!

“İnsan; «(Yâ Rabbi!) Bu iş neyin nesi?» der.” (ez-Zilzâl, 3)

Nasıl dehşetli bir manzara…

يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا. بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا

(“İşte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır.” [ez-Zilzâl, 4-5])

Yeryüzü de Allâhʼın izniyle şâhitlik eder:

“‒Burada namaz kıldı.” Burası şâhitlik yapacak. Yahut da:

“‒Şurada bana bir yumruk vurdu. Şurada dedikodu etti. Ağzından zehir saçtı…”

Cenâb-ı Hak, İnsan Sûresiʼnde, Fâtıma Vâlidemiz ve Ali Efendimizʼle bir hâdise bildiriyor:

Ali Efendimiz bir hurma bahçesini suladı. Biraz oradan arpa aldı. Fâtıma Vâlidemiz onunla ekmek yaptı. Tam yiyecekler, bir yoksul geldi:

“‒Lillâh!” dedi. “Allah için ver.” dedi. İkisi de açtı. Verdiler.

Tekrar Fâtıma Vâlidemiz bir ekmek daha yaptı. O zaman bir yetim geldi; o da:

“‒Lillâh!” dedi. Ona da verdiler. Olduğu gibi, “Allah için” dediler. “Allah için ver” dediler.

Üçüncüsünde bir esir geldi, köle geldi. O da:

“‒Lillâh!” dedi. Ona da verdiler.

Cenâb-ı Hak bize bu manzarayı bildiriyor. Bir de onların iç dünyalarını bildiriyor. Verirken de:

“Biz sizden bir teşekkür beklemiyoruz.” Yani bir mihnet altında kalmayın.

Gerekçe, esbâb-ı mûcibe bildiriyorlar:

عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا

“Zira biz, o sert ve belâlı günden korkarız.” diyorlar. Abus günden korkarız diyor. Zor günden korkarız diyorlar. Onun için biz kendimizden kesip bunu sizlere veriyoruz diyorlar.

“Cenâb-ı Hak da onların gönüllerine ferahlık verir, o kıyametin şerrinden onları korur.” (Bkz. el-İnsân, 9-11)

Demek ki nasıl kurban, İbrahim -aleyhisselâm-ʼın fedakârlığı; demek ki hayatımızın her safhasında bir Allah için fedakârlık isteniyor.

Ahlâkta fedakârlık. Nefsânî arzulara karşı direniş gösterme. İbadetimizde öyle. İhmâl etmeme. Namazlarımızı cemaatle kılma. Gece teheccüdleri ihmâl etmeme.

Hak-hukuk karşısında, büyük menfaatler de olsa, hakka-hukuka dikkat etme. Hakkı-hukuku tevzî etme.

Yine Cenâb-ı Hak Ğâşiye Sûresiʼnde:

“Yüzler vardır o gün korku ve zillet içinde (eğilmiştir).” (el-Ğâşiye, 2)

Bunlar kimler? Geçici, kısacık ömrünü gaflet, günah ve haksızlıklarla hebâ eden, küfür ile sonlandıran bedbahtlar.

Yine Cenâb-ı Hak:

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ buyuruyor.

“Çalışmış (dünyada, çalışmış, yorulmuş vs.) fakat boşuna.” (el-Ğâşiye, 3)

Kendi menfaati için çalışmış. Îcatlar yapmış, bilgisayarlar bulmuş. Fakat şunu unutmayacak ki ben bunu buldumsa Allâhʼın verdiği akılla buldum. Cenâb-ı Hakkʼı bulacak. Cenâb-ı Hakʼla buluşacak.

اَلَا بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“Biliniz ki, kalpler ancak Allâh’ın zikriyle huzur bulur.” [er-Ra‘d, 28])

Cenâb-ı Hakʼla huzur bulacak. Fakat çalışmıştır; عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ : boşuna” buyuruyor. Bunlar neler? İhtirasların kurbanı olan, doymayanlar dünyaya. Hasetler, doymayanlar. Ehl-i bidʼat olanlar. Kurʼân hakîkatlerine zıt, temeli olmayan felsefelerle iştigâl edenler.

İkinci grup ise;

Dünyadaki ömür sermayelerini kârlı bir alışverişe çevirenler.

Cenâb-ı Hak; “canlarıyla, mallarıyla Cennetʼi satın aldılar” buyuruyor. (Bkz. et-Tevbe, 111) Allah ne verdiyse onu Allah yolunda harcayanlar.

“Onlar ki, saran nîmetin sevinç pırıltısını yüzlerinden okursun.” (el-Mutaffifîn, 24) buyuruyor kıyamet günü.

Velhâsıl kardeşler!

Zâhirî farzlar var. Bunları yapmaya mecburuz. Bir de bâtınî farzlar var. Onları da yapmaya mecburuz. Din bir bütündür. Bir kısmını yapıp bir kısmını ihmâl etmek olmaz.

Zâhirî farzlar nedir? Namazdır, oruçtur, zekâttır, hacdır, fazîlet için seherlerdir. Demek ki namazla Cenâb-ı Hak;

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor. Kimin huzurunda olduğumuzun idrâki içinde olmamızı istiyor. Hattâ öyle bir nezâket içinde olacağız ki namazda:

“Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyinin…” buyuruyor, A‘râf 31.

Demek ki gelişigüzel, pasaklı bir şekilde namaz kılmamızı Cenâb-ı Hak istemiyor. İlâhî huzurda olduğumuzun bir idrâki içinde olacağız. A‘râf 31. Demek ki bu kadar namaz;

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyruluyor.

Oruç…

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ buyruluyor.

“…Umulur ki kurtulursunuz.” (el-Bakara, 183)

Bu nasıl bir oruç? Bu, göze oruç, kulağa oruç, bütün uzuvlara oruç. Dile oruç en mühimi.

Zekât, sadaka, takvâ, infak. O da Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşmaya… Çünkü mülk Allâhʼa ait. Mülk, yalnız Cenâb-ı Hakkʼın. “اَلْمُلْكُ لِلّٰهِ” buyruluyor.

Bunların fazîleti “seherler” buyruluyor. Seherlere de dikkat etmemiz lâzım. Cenâb-ı Hak ne buyuruyor seherlerde, neler buyuruyor, bizi seherlere dâvet ediyor.

Hakkʼa olan muhabbetin en büyük göstergesi fedakârlıktır. Herhangi birine bir şahsî menfaati için gece üçte kalk, dörtte kalk deseler… Yahut uçağını kaçıracaksın deseler, geceden kalkar, uçağımı kaçırmayayım der. Param boşuna gitmesin der.

Ne buyuruyor Cenâb-ı Hak Secde Sûresiʼnin 16. âyetinde:

(O müttakî kimseler, Allâhʼa yaklaşmak isteyen kimseler, geceleri namaz kılmak -teheccüd namazı- istiğfâr etmek için) yanlarını tatlı yataklarından kaldırırlar, Rabʼlerinin azâbından korkarak ve rahmetini umarak duâ ederler (kulluk ederler)…”

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor İnsan Sûresiʼnde:

“Gecenin bir kısmında Oʼna secde et, gecenin uzun bir bölümünde de Oʼnu tesbîh et. Şu insanlar çarçabuk geçen dünyayı ne kadar çok seviyorlar, önlerindeki o çetin günü (kıyâmeti, âhireti) ihmâl ediyorlar.” (el-İnsân, 26-27)

Yine Zâriyat Sûresiʼnde:

(O müttakîler) geceleri az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devam ederlerdi.” (ez-Zâriyât, 17-18)

Demek ki geceye hazırlanmak, seherlere hazırlanmak lâzım kardeşler!

Nasıl hazırlanacak buna? Gözünü haramdan koruyacaksın, kulağını haramdan koruyacaksın. Ona göre erken yatacaksın. Ona göre de seherlerde kalkacaksın. Cenâb-ı Hak seni kendi huzuruna davet ediyor. Sen Oʼnu görmüyorsun, fakat O seni görüyor.

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“Nereye gitseniz O sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4) Cenâb-ı Hak sizinle beraberdir buyuruyor.

Yine;

(O Rahmânʼın kulları ki, Allâhʼın rahmetinin tecellî ettiği kullar ki) «سُجَّدًا وَ قِيَامًا» o seherlerde gecelerde kıyam ve kulluk hâlinde bulunurlar.” (el-Furkân, 64) buyruluyor.

Velhâsıl kardeş! Bu ibadetlerin feyizli olması için, seherleri ihmâl etmemek lâzım.

Yine İbrahim Edhem Hazretleriʼne birisi geliyor.

“‒Ben (diyor), gece ibadetine kalkamıyorum (diyor). Bana bir çâre gösterir misin (diyor), gece seherlerde kalkmak için?” diyor.

O da diyor ki İbrahim Edhem Hazretleri:

“‒Gündüzleri Allâhʼa isyân etme (diyor). Geceleri O seni huzurunda durdurur o zaman (diyor). Geceleyin Oʼnun huzurunda bulunmak da yüce bir şereftir (buyuruyor).

(Nitekim hadîs-i şerîfte buyruluyor:

“…Müʼminin şerefi geceleri kâim olmasında, gündüzleri de müstağnî olmasında insanlardan.” [Hâkim, IV, 360-361/7921])

İşte bu şerefi günahkârlar hak edemez.” buyuruyor.

Demek ki gündüzleri gözümüzü, aklımızı, kalbimizi, kazancımızı şerlerden koruyacağız ki, Cenâb-ı Hak bizi seherlerde kendi huzurunda bulunduracak. Tabi bunun için de biz âciziz. Erken yatacağız, erken, seherlerde de kalkacağız.

Yine burada, büyüklerin ayrı ayrı şeyleri var. Meselâ Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri:

“Geceler gündüz hâline gelmeden hiçbir şey bana fetholunmadı.” buyuruyor.

Mevlânâ diyor ki:

“Bana (diyor) bu seherde bir sunuhât, bir tuluât, bir esrar, bir sır kalbimde tecellî etmedi. Anladım ki ağzıma bir yanlış bir, kerih bir lokma girmiş.”

Bişr-i Hâfîʼye diyorlar ki:

“‒Hep (diyorlar), geceleri uykusuz geçiriyorsun (diyorlar). Gecenin bir kısmında istirahat etsen.” diyorlar.

O da şu hikmetli sözü söylüyor:

“‒Allah Teâlâʼnın geçmiş-gelecek bütün günahlarını bağışladığı Rasûlullah Efendimiz geceleri mübârek ayakları şişinceye kadar ibadet ettikleri hâlde ben nasıl uyuyabilirim (diyor). Çünkü ben bir tek günahımın bile Allah tarafından bağışlanması üzerine bir garantim yok.” buyuruyor.

Velhâsıl kardeşler!

Bu zâhirî, namaz, oruç, zekât, sadaka, infak, bunları bizlere teşvik ettirir. Cenâb-ı Hakkʼa daha çok, bunları vermek bize bir zevk, lezzet hâline gelir. Namazı sevdirir bize. Namazı çok severiz. Namazı cemaatle kılmaya koşarız. Onun için duâ etmeliyiz. Ben kendime söylüyorum:

“Yâ Rabbi diyorum, bize namazı sevdir çok!..”

Namaz büyük bir derinliktir. Rasûlullah Efendimiz “mîraç” buyuruyor. Yani kulun demek ki Cenâb-ı Hakʼla bir mîrâcı oluyor. Rûhâniyet bakımından bir terfii oluyor kulun.

Bir de kardeş! Bâtınî farzlar var. Bu zâhirî farzlar.

Tefekkür lâzım. İnsanı Cenâb-ı Hak hep tefekküre dâvet ediyor. 137 yerde Kurʼân-ı Kerîm hep tefekküre dâvet ediyor.

Kendi yaratılışımızı tefekkür edeceğiz. Biz nasıl meydana geldik? Şeklimizi, biçimimizi, annemiz-babamız mı tâyin etti? Ömrümüzü kim tayin etti? Kimin mülkünde yaşıyoruz? Kim ikram ediyor bize? Toprak terkibinden çıkanları tefekkür edeceğiz.

Velhâsıl mikrodan makroya her şey Cenâb-ı Hakkʼın azamet-i ilâhiyyesinin bir sahnelendirilmesi.

Merhamet… Merhamet bir farz-ı ayn.

Sahâbîler dediler ki:

“‒Biz hepimiz merhametliyiz.”

“‒Yok (dedi Efendimiz). Âm ve şâmil merhamettir. Allâhʼın bütün mahlûkâtına olan merhamet gerçek merhamettir.” (Hâkim, IV, 185/7310)

Kapımızdaki kediye, köpeğe vs. yaralı kuşa, günahkâra. Ona da merhamet etmek lâzım. Onu da ıslah için gayret etmek lâzım.

Cömertlik… Bu da çok mühim. Kul, cömert olacak. Cenâb-ı Hak cömert. Cenâb-ı Hak, Rahmân ve Rahîm. Kul da cömert olacak.

Hizmet… Müʼminin cömertliğinin, merhametinin fârik vasfı hizmettir. Kendini toplumdan mesʼûl görmesidir. Bütün imkânlarıyla hizmet edip Cennetʼi temin etmeye gayret etmesidir. Efendimiz Kuba Mescidi yapılırken, Ravza yapılırken taş taşımıştır.

Adâlet… Hak-hukuka dikkat edecek. Kul hakkına dikkat edecek. Âmme hakkına dikkat edecek. Haram koymayacak, kerahatten uzaklaşacak.

Efendimiz kendinden misal vererek, sahâbîlerini topladı vefâtına yakın:

“‒Ashâbım! Kimin sırtına vurdumsa işte sırtım, gelsin vursun.” buyurdu. Bizlere misal.

“Kimin bilmeyerek malını almışsam, işte malım, gelsin alsın.” buyurdu. (Bkz. Ahmed, III, 400)

Bir müslüman, el-emîn, es-sâdık olacak. İslâmʼın karakter ve şahsiyetini tevzi edecek.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor Fussilet Sûresiʼnde:

“İnsanları (Kurʼân ile) Allâhʼa çağıran (Kurʼân ile tebliğ eden, yaşayarak) amel-i sâlih işleyen, «ben Müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha doğrudur.” buyuruyor. (Fussilet, 33)

Cenâb-ı Hak bizden böyle bir şahsiyet istiyor. Edep istiyor, iffet istiyor, hayâ istiyor Cenâb-ı Hak.

“Hayâ îmandandır.” buyuruyor. (Buhârî, Îmân, 3)

“Hayâ ile îman bir aradadır, biri gittiğinde diğeri de gider.” (Süyûtî, I, 53) Hayâ giderse îman da gider, buyruluyor.

Hayâ insana âit bir keyfiyet, diğer mahlûkatta yok.

Tevâzû… Bütün güzel hasletlerin başı tevâzûdur.

“İbâdurrahmân, yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar…” (el-Furkân, 63) buyruluyor.

Fedakârlık… Bu dünya fedakârlık imtihanı. İbadette, tâatte, her şeyde, sabırda, güç-kuvvette, her şeyde fedakârlık.

İç dünyamızın durumu bakımından Fudayl bin Iyaz -radıyallâhu anh- diyor ki:

“Ben (diyor) Allâhʼa karşı bir suç işlediğimde (diyor), bunu (diyor), hemen (diyor), merkebimin ve yardımcımın huyumun değişmesinde görürüm (diyor). Bakarım (diyor), merkebimin huyu değişmiştir, yardımcımın huyu değişmiştir, demek ki bende yanlış bir hâl oldu derim.” diyor.