Îmandan Sonra İlk Şart

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

ÎMANDAN SONRA İLK ŞART

Îmandan sonra ilk şart:

اَلَّذِينَ هُمْ فِى صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ

“Onlar ki namazlarında huşû içindedir.” (el-Müʼminûn, 2)

Namaz için Cenâb-ı Hak “دَائِمُونَ” buyuruyor. “Onlar dâimî bir namaz içindedirler.” (Bkz. el-Meâric, 23)

“يُحَافِظُونَ” buyuruyor. “Onlar namazı muhafaza ederler.” (el-Meâric, 34)

“…Namazlarını ikâme ederler…” (el-Bakara, 3)

“خَاشِعُونَ” “Huşû ile namaz kılarlar.” (el-Mü’minûn, 2)

Namazın bir fıkhî tarafı var, bir de mânevî tarafı var. Mânevî tarafı yok, geometrik olarak kılıyor; “فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ : Yazıklar olsun o namaz kılanlara!” (el-Mâûn, 4) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Peki benim namazım nasıl? Benim namazım hakîkaten makbul bir namaz mı, değil bir namaz mı? Allah tarafından kabul edilen bir namaz mı, kabul olmayan bir namaz mı?

Bunun ölçüsü ne o zaman? Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

“…Namaz, fahşâdan, münkerden korur…” (el-Ankebût, 45) buyuruyor, mutlak namaz, Cenâb-ı Hakk’ın istediği namaz.

Demek ki benim ağzımda dedikodu varsa, beni namaz fahşâdan, münkerden korumuyor. Gözüm yanlışlara dalıyorsa, yanlış vitrinler seyrediyorsa, yanlış sahneleri seyrediyorsa, yine orada namazın derecesini düşürüyor.

Demek ki biz, namazımızın ne olduğunu kendimiz görmemiz lâzım. Ne kadar fahşâdan, münkerden, Allah’tan uzaklaştıran her şeyden bizi namaz koruyorsa, demek ki o kıldığımız namaz makbul namazdır. “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyruluyor orada.

Yok eğer, hem namaz kılıyor hem kul hakkı vs. şu bu, dedikodu vs. birtakım fitneler varsa, Cenâb-ı Hak o namaza;

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ

“Yazıklar olsun (buyuruyor) o namaz kılana.” (el-Mâûn, 4) Bir de kılmayanın hâlini düşünün!..

Namaz çok mühim. 99 yerde geçiyor. Müddessir Sûresi’nde Sekar Cehennem’ine girenler var. Onlar Cennet’e girenlere uzaklardan:

“–Niye Cehennemliksiniz?” diyorlar. “Sizi Cehennem’e sürükleyen nedir?” diyorlar.

Aman evlâtlarınıza çok dikkat edin. Onlar diyorlar ki:

“–Biz namaz kılanlardan değildik.” diyorlar. (Bkz. el-Müddessir, 42-43)

Evlâdını seven anne-baba, onu ufak yaşta namaza alıştırmalı. Çünkü kıyâmet günü zor gün. Cenâb-ı Hak Cennet’e:

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ

(“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58]) diyecek. Büyük merâsimle, selâmla karşılayın Cennet’te.

O zaman günahkârlara ise, onlara; “Siz diyor, Cehennemliksiniz” Cenâb-ı Hak.

Onun için en büyük hicran, bugün insanın anasını-babasını, evlâdını dünyadayken ölüp ayrılması değil. O kıyâmetteki, o zor günde olan. Bir kısmı Cennet’e gidecek, öbürü de Cehennem’e gidecek!..

Onun için evlâtlarımız çok mühim. Evlâtlarımız kimin terbiyesinde? Kur’ân terbiyesinde mi, televizyonların, internetin terbiyesinde mi? Ne verdik evlâdımıza, ne bekliyoruz?

Mevlânâ diyor:

“Sen diyor, toprağa diyor arpa ektin de buğday çıktı mı, buğday ektin de arpa çıktı mı?” diyor.

Velhâsıl anne-babaların en mühim sorumluluğu, evlâtlar.

Cenâb-ı Hak:

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

“Namaz mü’minin mîrâcıdır.” buyruluyor. (Süyûtî, Şerhu İbn-i Mâce, I, 313)

Yine bir âyet var -çok ibretli- A‘râf Sûresi 31. âyet… Demek ki edep ile namaz kılabilmek… Âyet-i kerîmede buyuruyor ki Cenâb-ı Hak:

“Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde (ve her secde edişinizde, namaz kılışınızda) güzel elbiseler giyinin…”

Bir fânînin huzûruna çıkmıyorsun, Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna çıkıyorsun. Şeklini düzelteceksin, huşû ile okuyacaksın. Âyetler seni düşündürecek.

Cemaatle namaz… Cenâb-ı Hak o kadar seviyor ki onu, yirmi yedi mislini veriyor, cemaatle kıldığın namazın. Bir misal:

İbn-i (Ümmi) Mektum vardı âmâ… Geldi:

“–Yâ Rasûlâllah! Benim gözlerim görmüyor dedi. Ben evimde namaz kılsam olur mu?” dedi. Efendimiz şöyle bir durdu.

Gerekçeler bildirdi, esbâb-ı mûcibe;

“–Beni götürecek kimse yok dedi, yolda bana (zarar verebilecek) haşerat var dedi. Kendimi görecek, muhâfaza edecek durumum yok dedi. Onun için ben namazımı evde kılsam olur mu?” dedi.

Efendimiz dedi ki, buyurdu ki:

“–Hayya ale’s-salâh’ı, hayya ale’l-felâh’ı, o Allâh’ın davetini duyuyor musun?” dedi.

“–Duyuyorum.”

“–O zaman dedi, mescide devam et.” buyurdu. (Bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 46/552)

Âmâya bu, gözü görene değil. Bu, Allâh’a bir yakınlık ölçüsünü bildiriyor bize. Namazlar cemaatle olacak.

Ahlâk, Peygamber Efendimiz’in ahlâkına benzeyecek.

Yine Efendimiz buyuruyor:

“Bu yedi kişi Arş’ın gölgesinin altındadır: Bunlardan biri de kalpleri mescidlerde asılı olanlar.” (Bkz. Buhârî, Ezân, 36)

Yani ezanla beraber câmiye koşanlar.

Bir de mühim bir nokta: Rasûlullah Efendimiz zamanında hiç psikiyatrik bir hasta var mı? Bunalım geçiren bir hasta var mı? Yok.

Bir doktor geliyor. Duruyor duruyor, gidiyor. Efendimiz:

“–Burada hasta olmaz.” diyor. (Bkz. Halebî, İnsânu’l-Uyûn, III, 299)

Cenâb-ı Hak:

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Toplumda bir patlama var mı? Sosyolojik bir patlama yok. Herkes zekâtını veriyor, hayır-hasenâtını yapıyor. Mü’min mü’mine karşı kendine zimmetli olarak biliyor, onun derdiyle dertleniyor. Bu câhiliye devrinden nasıl bir asr-ı saâdet ümmeti çıktı?

Tabi nasıl bir namaz? Bunu Âişe Vâlidemiz:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namaza durduğu zaman sanki yüreğinden kazan kaynaması gibi ses gelirdi.” (Bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Ahmed, IV, 25, 26)

Yine İbrahim -aleyhisselâm-’ın duâsı:

رَبِّ اجْعَلْنٖى مُقٖيمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتٖى رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ

“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle!..” (İbrahim, 40)

Kendisi için de diyor, mîraç olan bir namaz istiyor. Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıran bir namaz istiyor. Soyunu da öyle istiyor.

“…Ey Rabbim (diyor) duâmı kabul et.” (İbrahim, 40) diyor.

Demek ki İbrahim -aleyhisselâm-’ın derdi; kendisi nasıl Allâh’a yaklaşacak, evlâdı nasıl Allâh’a yaklaşacak, ümmet nasıl Allâh’a yaklaşacak, annesi-babası nasıl kurtulacak?… Dört tane derdi var.

Ebû Firas var. Efendimiz’e su getirirdi çok geceleri. O zaman tabi musluk yok. Kuyudan çekip getirirdi.

Efendimiz bir gün:

“–Ebû Firas dedi, ben herkesin hakkını verdim dedi. Sen de ne istiyorsun dünyada dünyalık olarak?” dedi.

“–Yâ Rasûlâllah! Ben dünyalık hiçbir şey istemiyorum.” dedi.

“–Ne istiyorsun o zaman?” dedi.

“–Sen’inle Cennet’te beraber olmak istiyorum.” dedi.

Efendimiz’in mevkii, peygamberlerin en üstü. O da beraber olmak istiyor.

“–Dünyevî bir şeyler iste dedi, beni kurtar.” diyor Efendimiz.

“–Yok diyor, yâ Rasûlâllah diyor, ben diyor, Sen’den diyor, ancak diyor, Sen’inle beraber olmak istiyorum. Dünyalık bir şey istemiyorum.”

“–O zaman diyor, bana yardım et diyor. Çok çok secde ederek bana yardım et.” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Salât, 226)

Efendimiz’e bir bakımdan baktığımızda hep namaz… Sünnet namaz, farz namaz, İşrak namazı, Duhâ namazı, Vudû namazı, Evvâbîn namazı, Teheccüd namazı, Sefer namazı, Hâcet namazı, Hüsuf-Küsuf namazı, Şükür namazı… Tabi hep Efendimiz namazla dolu. Çünkü;

“Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi” buyuruyor. Birincisi, namaz. “Gözümün nûru olan namaz. İkincisi sâliha hanım.” İffetini muhafaza eden, evlâtlarını Allah yolunda yetiştiren, sâliha hanım. Kim gibi; Hatice Vâlidemiz gibi, Âişe Vâlidemiz, Fâtıma Vâlidemiz gibi, örnek o… Üçüncüsü de müslümanları ferahlatacak “güzel koku.” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199)

Tabi her ibadet böyle. Her ibadet ayrı ayrı… Namazın şeyi ayrı, orucun ayrı, zekâtın-hayrâtın ayrı… Hepsi bunlar Allâh’a yaklaştıran husûsiyetler. Fakat birini yaptın, öbürü yok; hepsi olacak!..

Ondan sonra;

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ

“Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn, 3)

Bir lâubâlî hareket olmayacak müslümanda. Bir boş lâf olmayacak. Gıybet değil, boş lâf (bile) olmayacak.

Cenâb-ı Hak:

وَلَا تَفَرَّقُوا buyuruyor. (Bkz. Âl-i İmrân, 103) Bir ayrılık olmayacak. Mü’min mü’mine zimmetli olacak.

وَلَا تَجَسَّسُوا; ayıbını aramayacak, kusurunu aramayacaksın. (Bkz. el-Hucurât, 12) Kendi kusuruna bakacaksın.

Sâdî-i Şîrâzî diyor ki:

Bir gün diyor, babam beni çok severdi diyor, Sâdî-i Şîrâzî, Allah dostlarından Mevlânâ tipinde bir hikmetleri olan evliyâullahtan bir zât. Ben diyor, çocukken diyor, babam diyor, beni çok severdi diyor. Beni seyahatlere götürürdü diyor. Bir gece dedim ki:

“–Baba bak, biz Kur’ân-ı Kerîm okuyoruz, namaz kılıyoruz, bütün lambalar karanlık, herkes yatıp uyuyor. Bize ne güzel.” dedim diyor.

Babam da:

“–Bak dedi, Sâdî dedi, sus dedi. Sakın bir daha böyle bir şey söyleme dedi. Bak şimdi onlar uyuyor, onlar gaflette dedi. Fakat şimdi sen onlara gıybet ettin dedi. Senin dosyana dedi bir menfîlik gitti dedi. Bu kadar söyledi.”

Buna benzer Efendimiz’den çok şeyler var:

Yine;

“–İki kadın bayılacak yâ Rasûlâllah, oruçlarını açsınlar mı?” denildi.

Efendimiz:

“–Onlar açtı zâten.” dedi.

“–Bayılıyorlar açlıktan…”

“–Yok, getirin.” dedi.

İki kadın geldi.

“–Tükürün.” dedi. Kan pıhtısı çıktı.

“–Siz dedi orucunuzu zaten açmışsınız.” dedi. Bütün faziletini bitirmişsiniz dedi. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)

Velhâsıl biz helâl lokmaya dikkat edeceğiz kardeşler. Bu çok mühim. Bilhassa zamanımızda bu çok mühim.

Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri, kendi tarlasında, arpaydı, vesâireydi, onu ekerdi. Onlardan şey yapardı, ekmek yapardı ve gelenlere ikram ederdi. Hattâ o zaman hasta olanlar, gidip oradan ekmek alırlardı ki bu helâl lokma diye.

Hattâ bir gün bir delikanlı geldi.

“–Üstad dedi, benim iç hâlim değişti dedi. Duyuşlarım değişti dedi. Kötüye gidiyor.” dedi.

“–Oğlum dedi, yediğin gıdaya dikkat et dedi. Dikkat et, bir düşün.” dedi. Düşünüce;

“–Üstad dedi, doğru dedi, baktım dedi, bir yabancı odunu almışım dedi yoldaki odunu, yemeğimin, tenceremin altına koymuşum.” dedi.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri diyor ki:

“Bende diyor, rûhâniyet gitti bu seherde diyor. Hiçbir tuluât, bir sünûhât olmadı, bir hikmet tecellî etmedi kalbimde diyor. Anladım ki ağzıma yanlış bir lokma girmiş.” diyor.

Bilhassa bugün bu lokmalara çok dikkat etmek lâzım.

Gâfilâne olan yemekler, gâfilâne pişirilenler, gafletle yenildiği zaman gaflet veriyor. Yok bir rûhâniyetle, helâl olarak pişirilen, rûha bir zindelik veriyor. Beraberinde bulunduğumuz insan çok mühim. Beraberinde bulunduğumuzdan in’ikâs olur, tesir olur.

Nasıl şurada bir şişe patlatılsa bir esans şişesi, ortalık ne olur, bir güzel koku yayılır. Af edersiniz bir lâğım patlasa, kötü koku yayılır. Onun için Cenâb-ı Hak:

كُونُوا مَعَ الصَّادِقٖينَ

(“…Sâdıklarla beraber olun.” [et-Tevbe, 119]) buyuruyor.

Yine Mevlânâ, Sâdî-i Şîrâzî diyor ki:

“Bak diyor, bir köpek diyor Kehf Sûresi’nde diyor, sâdıklarla beraber olduğu için Kur’ânî bir ifade kazandı diyor. İki peygamber karısı diyor, Nuh -aleyhisselâm-’ın ikinci karısı ve Lût -aleyhisselâm-’ın karısı, o fâsıklarla beraber oldu, âyette, Tahrim Sûresi’nde Cehennemlik olduğunu bildiriliyor.” buyuruyor.

Onun için kimlerle ülfet hâlindeyiz? Neleri seyrediyoruz? Evlâdımızın durumu nasıl?.. Buna dikkat etmemiz îcâb eder.

Depremdi, vesâireydi, tsunamiydi, birçok felâketten korkuyoruz. Fakat esas korkumuz -kabre yalnız olarak gireceğiz, tek başımıza gireceğiz- günahlardan korkmalıyız. Dilimizden çıkan yanlış kelâmlardan korkmalıyız. Merhamet ve şefkat fukarâsı olmaktan korkmalıyız. İslâm şahsiyeti, İslâm karakterini tevzî etmemekten korkmalıyız.

Çünkü Efendimiz; “iki vasiyet bırakıyorum” buyuruyor, “Kur’ân ve Sünnet’imdir” buyuruyor. (Bkz. Muvatta’, Kader, 3)