Huzurlu Âile Yuvasının Şartları (1)

2. kısmı seyretmek için tıklayınız…

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİR SES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

Huzurlu Aile Yuvasının Şartları (1)

Efendimiz’in mesut yuvasının, yani kurulan mesut yuvaların fârikaları nelerdir?

Birincisi, Efendimiz’in yuvası ve emsal olan/olacak yuvalarda da; “ibadet ve Allâh’a kulluk”.

Çünkü dünyaya gelişimizin mûcib sebebi;

لِيَعْبُدُونِ (“…Bana (Allâhʼa) kulluk etsinler diye.” [ez-Zâriyât, 56])

لِيَعْرِفُونِ (Ben’i (Allâhʼı) bilsinler diye)

Cenâb-ı Hakk’a kul olmak ve mârifetullah/Cenâb-ı Hakk’ı kalpte tanıyabilmekte bir mesafe alabilmek ve Cenâb-ı Hak’la dost olabilmek.

Rasûlullah Efendimiz’in yuvasında ne vardı?

Bir ibadet heyecanı vardı. Seherlerde Efendimiz öyle bir namaz kılardı ki uzun uzun okurdu ayakları şişinceye kadar, secde yerini ıslatıncaya kadar, öyle bir vecd ve istiğrak içinde bir ibadet hayatı vardı seherlerde. Cenâb-ı Hak da ümmet-i Muhammed’e:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde istiğfar edenler.” (Âl-i İmrân, 17])

Seherlerde böylece Cenâb-ı Hakk’a ilticâya davet ediyor; kalp rûhâniyetle müzeyyen hâle gelecek.

Âişe Vâlidemiz buyuruyor:

“–Ben diyor, yâ Rasûlâllah dedim, Allah Teâlâ sizin geçmiş-gelecek bütün günahlarınızı mağfiret etmiştir. Niçin bu kadar kendinizi zorluyorsunuz, niçin ağlıyorsunuz?”

Efendimiz de cevaben:

“–Yâ Âişe! Allâh’a şükreden bir kul olmayayım mı?” (Bkz. Buhârî, Teheccüd, 16)

Demek ki Efendimiz’in hayatında bir vecd ile ibadet vardı, bilhassa seherler vardı.

Yine o yuvada ne vardı?

Had safhada bir cömertlik vardı.

Efendimiz “raûf ve rahîm”; çok merhametli, çok şefkatli. Efendimiz’in hânesi, ümmete her an açık olan bir rahmet sofrasıydı. Ganimetler gelirdi, ganimetler taşardı. Fakat kendi evinde hiçbir şey bırakmaz Efendimiz, hepsini dağıtırdı. Dağıtmakla huzur bulurdu.

Zira insan bedeni yemekle, rûhu da yedirmekle doyar. Efendimiz de yedirmekle doyuyordu, açlığını unutuyordu.

Yine o yuvada ne vardı?

Fedakârlık vardı. Ümmetin ihtiyacını kendi ihtiyacına tercih etmek vardı, hâle rızâ vardı.

Yine Âişe Vâlidemiz buyuruyor:

Rasûlullah’ın aile efradı Medîne’ye geldiği günden vefât ettiği güne kadar üç gün arka arkaya buğday ekmeği ile karnını doyurmadı.” (Müslim, Zühd, 20)

Dileseydik fazlası olabilirdi, doyabilirdik. Yani bu açlık, yokluktan değildi. Gazvelerden bize ganimetler gelirdi, benzeri imkânlar gelirdi. Fakat Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz mü’min kardeşini kendine tercih makamında olduğu için îsarda bulunur, böylece elimize geçeni bu şuur ve idrak ile hemen infak hâlinde olurdu.

Yine o yuvada ne vardı?

Kanaat vardı. Kanaatle zengin olmak vardı. Dünyaya ait fazla bir eşya yoktu hânelerinde. Bir riyâzat hâli yaşanıyordu.

Nitekim Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- geldi. Şöyle bir baktı odaya; her taraf bomboştu. Hurma yapraklarından örülmüş bir hasır vardı. Efendimiz hasıra yaslandığında Rasûlullah Efendimiz’in mübârek teninde izleri kalmıştı. Hazret-i Ömer bunu görünce ağlamaya başladı.

“–Niçin ağlıyorsun Ömer?” dedi.

“–Niçin ağlamayayım yâ Rasûlâllah? Kayserler, Kisrâlar dünya nîmetleri içinde yüzüyor saraylarda, Allah Rasûlü kuru bir hasır üzerinde yaşıyor.”

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Dünyanın onların, âhiretin de senin olmasını, bizim olmasını istemez misin?” buyuruyor. (Bkz. Ahmed, II, 298; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, X, 162)

Yani Hazret-i Ömer’in -radıyallâhu anh- gönlünü alıyor.

Demek ki burada şunu görüyoruz, eğer kalp Cenâb-ı Hak’la beraberse, her ahvâlde huzur bulmuş oluyor.

Yine Rasûlullah Efendimiz’in yuvasında ne vardı?

Hak rızâsı vardı, rûhâniyet vardı.

O mübârek yuva, kıyamete kadar bütün insanlığa sürur kaynağı, numûne olmaya devam edecek. Zira o yuvadan bütün cihâna burcu burcu saâdet râyihaları yayılırdı.

İnsanlık, gerçek huzuru, aile saadetinin nasıl teşekkül edeceğini, beşerî münasebetlerdeki bütün fazîletleri, Rasûlullah Efendimiz’den öğrendi. Allah Rasûlü’nün aile hayatında uyguladığı muhabbet ve terbiye usûlü, hanımları ve evlâtlarıyla kalplerinde sonsuz bir bağlılık ve bir muhabbet ilkā etti.

Bu sebeple hiçbir hanım, efendisini, vâlidelerimizin Allah Rasûlü’ne olan sevgileri derecesinde sevemez. Hiçbir bey de hanımını, Allah Rasûlü’nün mübârek hanımlarına olan muhabbeti seviyesinde sevemez. Hiçbir evlât, Hazret-i Fâtıma’nın -radıyallâhu anhâ- babasını sevdiği kadar sevemez. Hiçbir baba da evlâdını, Allah Rasûlü’nün Hazret-i Fâtıma’yı sevdiği kadar sevemez.

Velhâsıl bizler yuvamızı o saâdet hânesinin rûhâniyetinden ne ölçüde nasip alabilirsek, inşâ edebilirsek; hânelerimiz o kadar mesut olur, saâdetle şenlenir.

Mâlum, insanoğlunun mesut aile yuvası Cennet’te başladı. Dolayısıyla dünyadaki aile yuvalarında bir takvâ hayatıyla bir Cennet hazırlığı şeklinde olması îcâb eder ki, Cennet’teki de mesut aile yuvasını kazanabilsin.

İslâm, insan ömrünü ve hayatını en güzel bir sûrette tanzim eder. İslâm, insanın bir hayat haritasıdır ve saâdet haritasıdır. Evlilik hayatı bizleri derin bir tefekküre davet eder. Milyonlarca kişi içinden iki kişinin kaderi birleşiyor, bir hayat arkadaşlığı başlıyor. Kurdukları bu yeni yuva kendilerine, ayrıldıkları anne-baba ocağından daha sıcak hâle gelmeye başlıyor. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede 21, Rûm Sûresi:

“Kaynaşmanız için size kendi (cins)lerinizden eşler yaratıp aranızda «لِتَسْكُنُوا» sükûnet, sevgi, merhamet peydâ etmesi de O’nun varlığının delillerindendir. (Büyük bir lûtuf.) Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (er-Rûm, 21) buyruluyor.

Diğer taraftan, başka bir âyette “nasıl bir aile”, bir iffet, yani evlilik daha ziyade iffeti yaşamayı kolaylaştırır. Âyet-i kerîmede buyruluyor, Mü’minûn Sûresi:

“Ve onlar ki (kadın ve erkek) iffetlerini korurlar.” (el-Mü’minûn, 5)

Cenâb-ı Hak yine Meryem Vâlidemiz’e, -34 yerde geçiyor Kur’ân-ı Kerîm’de- Îsâ -aleyhisselâm-’dan bahsederken çok yerde Meryem Vâlidemiz, “Meryem oğlu Îsâ” diye geçiyor, Meryem Vâlidemiz’e de “iffetini koruyan Meryem” olarak geçiyor. (Bkz. el-Enbiyâ, 91)

Bu da kız babalarına büyük bir tâlimat olmuş oluyor…

Cenâb-ı Hak insanın iffetli yaşamasını istiyor. İffet, mahlûkat arasında insana ve cinlere ait bir keyfiyet. Toplumun düzeni, fertlerin iffetli yaşamasına bağlı olmuş oluyor.

Efendimiz’de iffet hassâsiyeti:

Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz zekât olarak toplanan koyunların bulunduğu yere gitmişti. Zekât koyunlarının olduğu yere. Koyunların başında, ücret mukâbilinde çalışan bir çoban bulunuyordu. Efendimiz çobanın yarı çıplak vaziyette dolaştığını görünce hemen onu çağırdı.

“–Bizim için kaç gün çalıştın, bizden ne kadar alacağın var?” diye sordu.

Efendimiz’in bu sualinden işine son verileceğini anlayan çoban;

“–Niçin yâ Rasûlâllah, soruyorsunuz? Yoksa hayvanların bakımını ve gözetimini güzel yapmıyor muyum?” diye sordu.

Allah Rasûlü ise:

“–Hayır, onlardan değil! Lâkin ben, aramızda çalışan insanların, yalnız kaldıklarında bile Allah Teâlâ’dan hayâ eden kişiler olmasını arzu ediyorum.

(Dehşetli bir tâlimat!..)

Yalnız kaldığında Allah Teâlâ’dan hayâ etmeyen kişinin yaptığı işi istemiyorum.” (Bkz. Beyhakî, Şuab, X, 196/7370; Mervezî, Tâzîmü Kadri’s-Salâh, II, 836)

Bir de bugünle kıyas edelim!..

Yine -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz duâlarında Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ ederdi, dört şey üzerine:

Birincisi; “Allâh’ım Sen’den hidâyet.” (Sırât-ı müstakîm.)

İkincisi; “Takvâ.” (Rûhâniyette derinleşme.)

Üçüncüsü; “İffet.”

Dördüncüsü; “Gönül zenginliği istiyorum.” (Bkz. Müslim, Zikir, 72)

Rûm Sûresi 21. âyetinde saâdet için üç tane hususiyet bildiriliyor:

Birincisi; “لِتَسْكُنُوا” huzur ve sekînet.

Ailede huzur olursa, bu huzur hayatın her safhasına yaygınlaşır. Yavrular da bu huzurdan istifâde eder.

İkincisi; “مَوَدَّةً” sevgi, muhabbet. Yani süflî muhabbetler sefâlete, ulvî muhabbetler Cenâb-ı Hakk’a götürür. Bu, takvâ hâli de, bir yuvada, bir basamak olacak.

Cenâb-ı Hakk’ın bir ismi de “Vedûd”dur. “Yâ Vedûd!..”

Muhabbetin merkezi Cenâb-ı Hak’tır. Aile hayatı, eşleri muhabbetin merkezi, yani Hakk’a yönlendirirse, sevginin hakîkî lezzeti tadılmış olur ve evlilik, bir saâdet hâline gelir.

Yine Efendimiz zamanından bir hâdise:

Tevbe Sûresi’nin 34. âyeti indi:

“…Altın ve gümüşü biriktirip infak etmeyenleri acıklı bir azap ile müjdele.”

Yani çalışacak, kazanacak, infâk edecek. O şekilde hayatını devam ettirecek. Biriktirmeyecek.

Ashâb-ı kirâm dediler ki:

“–Yâ Rasûlâllah! O zaman neyi biriktirelim?” dediler. Çalışalım, infak edelim. Ona göre hayatımızı tanzim edelim. Neyi biriktirelim?

Efendimiz buyurdu:

Üç şeyi biriktirin: Birincisi, hayatın hiçbir safhasında Allâh’ı unutmayıp daima;

“Zikreden bir dil…”

Yani dil, Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacak. Tabi bu dil, kalbe in’ikâs eder. Cenâb-ı Hak:

“Onlar, ayaktayken, otururken, yanlarına yatarken zikrederler. (Zikrin neticesinde) göklerin ve yerin yaratılışını (derinden derine) tefekkür ederler. «Yâ Rabbi! Sen Sübhân’sın, boşuna yaratmadın, bizi Cehennem azâbından koru!» derler.” (Âl-i İmrân, 191)

Birincisi, “zikreden bir dil” istiyor Cenâb-ı Hak. Ona devamlılık istiyor.

İkincisi; “şükreden bir kalp” istiyor Cenâb-ı Hak.

Şükreden bir kalpte daim olun buyuruyor. Yani bütün nîmetleri Hakk’ın lûtfettiğinin idrâki içinde olabilmek…

Cenâb-ı Hak bu cihânı insan için tanzim etti. Ona insan, Âdem -aleyhisselâm-, Havvâ Vâlidemiz Dünya’ya indirildi. Son insana kadar bu âlem devam edecek. Son insan, son cinne kadar. Ondan sonra infilâk edecek. Yeni baştan bir hayat başlayacak, bir âhiret hayatı başlayacak.

Cenâb-ı Hak;

“…Nîmetlerimi sayamazsınız…” (Bkz. İbrahim, 34) buyuruyor.

 İnsan için hazırlandı, insana ilâhî bir laboratuvar bu kâinat. Zerreden küreye her şey insana tahsis edilmiş. İnsan da bunu tefekkürle daima şükür hâlinde olacak. Kendine Allâh’ın verdiği nîmetleri düşünecek.

Gözün şükrü var, kulağın şükrü var, vücudun-gücün şükrü var. En mühim; Cenâb-ı Hakk’a kul olabilmenin şükrü var. Rasûlullah Efendimiz’e ümmet olabilmenin şükrü var. Bu şükürler sözde kalmayacak, fiile intikâl edecek.

Üçüncüsü…

Birincisi, “zikreden bir dil”. İkincisi, “şükreden bir kalp”. Üçüncüsü; “Kocasının îmânına yardımcı olan sâliha bir zevce.” (Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 9/9)

Yani yine bu âyette geçiyor deminki;

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا

(“…Rabbimiz! Bize eşler bağışla!..” [el-Furkân, 74])

Burada “zevceler” Cenâb-ı Hak buyuruyor. Nasıl; «قُرَّةَ اَعْيُنٍ» “göz nûru” olacak zevceler. O göz nûru zevcelerden göz nûru bir nesil yetişecek.

وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

(“…Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])

Ve takvâda bir önderlik olacak. Topluma takvâda önder olacak. Bir asr-ı saâdet veya Ömer bin Abdülaziz devri, yahut Osmanlı’nın ilk üç asrı…

Velhâsıl sâliha bir hanım, beyi için sâlih ameller desteğidir. Ailenin takvâ yuvası olabilmesi için, hanımın da dindar olması şarttır ki evlâtlar da bu, bir göz nûru olsun, dindar bir… Çünkü anne “اَلأُمُّ مَدْرَسَةٌ” (Anne, bir mekteptir.) Ailenin düzenini kuran, evlâtları babadan çok terbiye eden, anneler olmuş oluyor.

Rasûlullah Efendimiz buyuruyor:

“Bana dünyanızdan (yani sizin dünyanızdan) üç şey sevdirildi. Bunlardan biri de sâliha kadın.” (Bkz. Nesaî, İşretü’n-Nisâ, 10)

Çünkü Rasûlullah Efendimiz, sâliha kadın için;

“Cennet ayaklarının altındadır.” buyuruyor. (Ahmed, III, 429; Nesâî, Cihâd, 6)

Fakat fâsık kadınlar için de Mîracda;

“En çok Cehennem’de fâsık kadınları gördüm.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Rikāk, 51; Müslim, Zühd, 93)

İkincisi; “güzel koku”. (Bkz. Nesaî, İşretü’n-Nisâ, 10)

Tabi bu güzel koku, bir huzur verir, bir rûhâniyet verir, ferahlık verir. Meleklerin sevdiği bir kokudur.

Üçüncüsü de; “Namaz da gözümün nûru kılındı.” buyuruyor. (Bkz. Nesaî, İşretü’n-Nisâ, 10)

Demek ki namazı da bir mü’min olarak çok sevmemiz lâzım. Onu da Cenâb-ı Hak bize namazı sevdirmesi için de dua etmemiz lâzım.

Namaz bir mîraç. “…Secde et ve yaklaş” (el-Alak, 19) buyruluyor.

Tabi burada “sâliha hanım” buyruluyor. Burada ilk hatıra gelen “Hatice Vâlidemiz”. Nasıl Efendimiz’in rûhunda, nasıl bir rûhunu anladı, rûhunda derinleşti ki Hatice Vâlidemiz’in vefat ettiği seneye “hüzün senesi” denildi.

Velhâsıl sevdiren, namazı sevdiren, sâliha hanımı sevdiren, güzel kokuyu sevdiren, Cenâb-ı Hak. Rasûlullah Efendimiz’e bunları sevdiriyor.

Demek ki bir mü’min, evlâtlarını bir sâliha, kızlarını sâliha olarak yetiştirecek. Daima mü’minler arasında güzel koku, her taraftan maddî-mânevî bir râyiha olacak.

مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ

Bir rûhâniyet tevzî edecek. Bir de namazına çok dikkat edecek. Huşû ile namazı kılacak ve cemaatle namazı kılacak. Cami yakınsa camiye gidecek. Cami uzaksa bulunduğu yerde cemaatle kılacak.

Bu anne, faziletli anne bakımından, daima baktığımız zaman evliyâullahta, kahramanlarda, Allâh’ın velî kullarında daima sâliha bir anne görürüz.

Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri:

“Kabrimi ziyarete gelenler, önce annemin kabrini ziyaret etsinler, sonra benim kabrime gelsinler.” buyuruyor.

Yine Abdurrahman Câmî Hazretleri:

“Ben, annemi nasıl sevmem ki o beni bir müddet cisminde, bir müddet kollarında, hayat boyu da beni kalbinde taşıyor.” buyuruyor.

Yine Ebû Hanife Hazretleri Bağdat kadılığını reddetti. Halifeye dedi:

“–Sen dedi, benim verdiğim fetvaları yamultursun dedi. Ben senin yanında kadı olamam.” dedi.

“–O zaman zindana girersin.” dedi.

“–Girerim.” dedi.

Ebû Hanife;

“–Bana dedi, zindan ağır gelmez dedi. Annemin dedi, benim zindanda olmama üzülmesine ben dayanamam.” dedi.

Tabi bize bu neyi gösteriyor? Demek ki kız evlâtlarımızı yetiştirmek, bu şekilde toplumun bir saâdet sergisi içinde olabilmesi…

Bu, Efendimiz’in buyurması, bu, kadına bir ulvî değer veriyor. İslâm dışında kadına değer verdiğini iddiâ eden bütün sistemler, ona sadece bir vitrin malzemesi olarak kıymet vermekte, arka plânda da kadını ancak ekonomik ve nefsânî bir metâ olarak kullanıp ezmekte ve tüketmektedir. Yani kaldırımlarda açan çiçekler gibi. O çiçekler nedir? Daima çiğnenmeye mahkûmdur.

Bu itibarla günümüzde de kadına bakış açısı, İslâm’ın ulvî zemininden ele alınmalı, gerçek mecrâsına hanımlar oturtulmalıdır.

Bugün bir aile faciası devam etmektedir. Niye? İslâmî aile hayatından uzaklaşmanın neticesi, göstergesi… Avrupaî bir hayatı taklit etmek. Yani;

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ

(“…Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil!” [el-Fâtiha, 7])

Dalâlettekileri emsal almak…

Son olan anketlerde, kadın cinayetleri yüzde elli artmış durumda bugün. Yüzde elli artmış durumda kadına ait cinayetler… Boşanmalar had safhaya çıkıyor. Evlilikte 46.000 azalma görülmüştür istatistiklerde. Anne sayısında 88.000 düşüş olmaktadır. Ve çocukların nüfus oranı azalmaktadır.

Velhâsıl yuvaları İslâmî hayattan, İslâmî yaşayıştan uzak tutmanın getirdiği bir netice…

Üçüncüsü…

Birincisi: “لِتَسْكُنُوا”

İkincisi; “مَوَدَّةً” Muhabbet, Cenâb-ı Hakk’a kavuşturacak bir muhabbet, Allah için muhabbet.

Üçüncüsü de “رَحْمَةً” Şefkat. (Bkz. er-Rûm, 21)

Demek ki karı-koca birbirine, bu takvâ neticesinde müşfik olacak ki yaşlandıklarında birbirlerine baston olacaklar.

Demek ki evlilikte temel malzeme, sevgi ve şefkat olacak.