Her Şeye Yansıyan Merhamet, Merhamettir

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

HER ŞEYE YANSIYAN MERHAMET, MERHAMETTİR.

Helâl lokmaya dikkat etmek. Beraberinde bulunduğumuz arkadaşımıza dikkat etmek. Boş şeylerden, yararsız şeylerden yüz çevirmek. Buna yüz çevirirsek, Cenâb-ı Hak bizden ne istiyor? Boş olacak zamana vaktimiz var mı?

Cenâb-ı Hak bizden “merhamet” istiyor. Kendisi Erhamuʼr-Râhimîn. Kulun da…. Rahman ve Rahîm, devamlı Kurʼânʼda en çok zikredilen. Kuldan “merhamet” istiyor Cenâb-ı Hak.

وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ

(“…Birbirine sabrı tavsiye edenler, birbirine merhameti tavsiye edenler.” [el-Beled, 17]) buyruluyor.

Velhâsıl merhametlilerin en merhametlisi Cenâb-ı Hak, kulun da merhametli olmasını istiyor.

Sahâbe:

“‒Biz yâ Rasûlâllah! Hepimiz merhametliyiz.” diyorlar.

Efendimiz:

“‒Yok (diyor), merhamet, âm ve şâmil merhamet, Allâhʼın bütün mahlûkâtına yansıyan merhamet.” (Hâkim, IV, 185/7310)

Kendine, çoluk-çocuğuna, akrabasına değil; Allâhʼın bütün mahlûkâtına yansıyan merhamet.

Efendimizʼin -Müslim rivâyet ediyor- dehşetli bir hadîs-i şerîfi var:

“Ben, her müʼmine kendi nefsinden daha öteyim. (Yani kendi nefsinden daha çok her müʼmini ben düşünürüm.) Bir kimse ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına âittir (mîrâsı). Fakat borç ve yetimler bırakırsa, o borcu ödemek bana âittir, yetimlere bakmak da benim vazifemdir.” (Müslim, Cuma, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)

Nasıl bir ufuk, kalpte açılan, bütün mahlûkâta?..

Yetimleri kendisine zimmetli olarak görüyor Efendimiz. Sırf ona bir çikolata vermek değil. Maddî-mânevî her şeyiyle zimmetli görüyor. Misalleri de çok.

Bir de Efendimiz, borçluyu kendisine… Çünkü borçlu dâimâ mahzundur. Onun hüznünü giderecek. Fakat bu borç, tabi, meşrû bir borçsa.

Yine Sâdî-i Şîrâzîʼnin güzel bir ifadesi var, bu hayır işlemek, bu merhamet hususunda:

“Seni hayır işlemeye muvaffak kıldığı için Allâhʼa şükret. Zira Hak Teâlâ seni lûtuf ve ihsânıyla boş bırakmadı.”

İnsanın, boş şeyi yok bir müʼminin.

Yine âyet-i kerîmede, Kasas 77:

“…Allâhʼın sana ihsân ettiği gibi sen de insanlara ihsân et…” Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Böyle bir, derin bir gönül istiyor. Boş şeyler olmayacak bir müʼminin şeyinde. Yani müʼmin; bir karanlık gecenin mehtâbı gibi nurlu, derin, hassas, rakik, diğergâm, cömert, merhamet ve şefkat sahibi ve infak heyecanı içinde olacak.

Yani merhamet, müslümanın kalbinde sönmeyen bir ateş olacak. Bir müʼminin yüreğinde bir mahşer kaynayacak. Kendisini bütün mahlûkattan mesʼûl görecek.

Böyle bir müʼminin kalbinde boş şey olabilir mi? Boş nefsânî arzular içinde kendini ziyan edebilir mi?

Tevâzu olacak: Hiçlikten geldik.

Cenâb-ı Hak:

“İbâdurrahmân, yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar…” (el-Furkân, 63) buyuruyor.

Gurur, kibir, azamet, şeytanın şeyi o. Şeytan, gururlandı, kibirlendi. Cenâb-ı Hak da ona kahretti. Cenâb-ı Hakkʼın kahrına dûçâr oldu.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak, bir müʼminde şeytanın bir vasfı olmasını istemiyor. Zıddına, mütevâzı olacak, hiçlik içinde olacak. Dâimâ “Sen yâ Rabbi! Sen yâ Rabbi! Sen yâ Rabbi!” diyecek. İlticâ hâlinde olacak.

Efendimiz; “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet). Mekke Fethiʼne giderken devenin üzerinde secde hâlindeydi. Sakalı devenin sırtına değiyordu. Etrafına herhangi bir benlik gelmesin diye de:

“Esas hayat âhiret hayatıdır.” buyuruyordu. (Buhârî, Rikāk, 1)

Muvaffakıyeti veren Cenâb-ı Hak. İptilâlardan geçiren Cenâb-ı Hak. Zor zamanda Efendimiz;

“Esas hayat âhiret hayatıdır.”

Bu, şey zamanlarda da, muvaffakıyet zamanlarında da:

“Esas hayat âhiret hayatıdır.” buyuruyor ki bir benlik gelmeyecek.

Kendine âit herhangi bir mevzuyu ifade etmek mecburiyetinde kaldığı zaman, kendisinin fârik vasfını, “لَا فَخْرَ” olarak ifade ediyor; “övünmek yok.”

Cömertlik:

Bir müʼmin… Cenâb-ı Hak kerîm. Bir müʼmin de kerem sahibi olacak. Sırf cömertlik, para değil. Her şeyde cömert olacak. Zamanını verecek, mesâisini verecek, gücünü verecek, bilhassa bugün. Kerîm olacak bugün. Çok insan hidâyet bekliyor. Kurʼân-ı Kerîmʼden mahrum çok insan var. Allâhʼın emirlerini idrakten çok mahrum insan var. İmkânları daralmış çok insan var.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak kerîm, kulun da kerem sahibi olmasını istiyor.

Efendimizʼde o kadar bir kerem vardı ki, ganimetlerin beşte biri kendisinindi. Onları dağıtırdı. Evine az bir şey gönderirdi. Sonra evindekini de getirip onu da dağıtırdı. Evinde hiçbir şey kalmazdı. Sonra bir garip gelirdi. Efendimizʼin karşısında mahzun mahzun dururdu. Efendimiz bir şey veremediği için utancından yüzünü öbür tarafa çevirirdi.

Cenâb-ı Hak; “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyuruyor. …(Hiçbir şey veremiyorsan) hiç yoksa tatlı birkaç güzel söz söyle.” (el-İsrâ, 28)

Yani müslümanın bir alık, abus bir sîmâ olmayacak. Dâimâ müslüman, güleryüz, tebessüm… İslâmʼın güleryüzünü tebessüm ettirecek. Neşe verecek. Fedakâr olacak bir müʼmin. Efendimiz hep fedakârlık.

Fedakârlık; kendinden koparıp vermektir. Efendimiz herkesin bir dert ortağıydı. Bir savaşa gidilecek, önde giderdi. Savaştan dönülecek, arkadan gelir, kim zor durumda, onları terkisine alır, tesellî ederdi.

Kendisi aç kalırdı, ashâb-ı suffeyi doyururdu. Müʼminler açken kendisi doymazdı. Onlara her yerde cesaret verirdi.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:

“En zor zamanlarda Oʼnun arkasına sığınırdık.” buyuruyor. (Müslim, Cihâd, 79)

Sahâbî bu fedakârlıkla tâ Çinʼe kadar gitti, Semerkandʼa kadar gitti. Oradaki insanlara hidâyet götürmek için.

Velhâsıl müʼmin, fedakâr olacak.

Şimdi bu şartlar altında boş vakti olabilir mi bir müʼminin, boş zamanı?

Hattâ, Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-ʼa vahiy gelir:

“‒Mûsâ! Sana sığınanları koru. Senden isteyenleri geri çevirme.”

Bu sırada bir serçe kuşu gelir:

“‒Ey ulu peygamber! (Der.) Beni şahin kovalıyor (der), beni yutacak (der). Ne olursun, beni koru!” der.

Mûsâ -aleyhisselâm- kuşu alır, yeninin içine koyar. Arkadan şahin gelir:

“‒Ey ulu Peygamber! Benim rızkıma mânî olma (der). O benim rızkımdır.” der.

Şimdi, vahyin zıddı içinde kalır. Birinci maddede; “Sana geleni koru.” İkinci maddede; “Sana geleni geri çevirme.”

Baldırından bir deri keser, şahine verir:

“‒Al git.” der.

İhlâs ve samimiyet çok mühim:

Allah katında amellerin makbuliyetinin asıl şartı; “ihlâs”.

Horasanʼda melik, pâdişah ve kahramanlardan Amr ibn-i Leys, vefâtından sonra sâlih bir kimse onu görüyor rüyâsında:

“‒Allah sana nasıl muâmele etti?” diyor.

“‒Allah beni affetti.”

“‒Peki (diyor), seni hangi amelin dolayısıyla Allah seni affetti?” diyor.

“‒Bir gün bir dağın zirvesine çıkmıştım. Yüksekten askerlerime baktım. Sayılarının çokluğu, hepsinin babayiğitliğiyle;

«‒Keşke yâ Rabbi! Beni Allah Rasûlüʼnün zamanında halketseydin de Allah Rasûlüʼnün uğrunda fedâ-yı cân eyleseydim. Oʼnunla gazvelere katılsaydım.»

Bunu yürekten istedim Cenâb-ı Hakʼtan. Yürekten bir hasret duydum. Cenâb-ı Hak da bana büyük bir mükâfat ihsân eyledi.”

Onun için amellerimiz çok mühim. Amel, niyetlere göre değer kazanır. Duâlarımızda fazla iştiyak yoktur, ihlâs yoktur; o kaybolur gider.

Onun için bir müʼminin ihlâsı ve samimiyeti çok mühim. Bu, Şifâ-i Şerîfʼte var, Kādî Iyâzʼın.

İffet ve hayâ:

Bir müʼmin kadın ve müʼmin erkek, iffet, hayâ sahibi olacak. Bu bizim insanlığımızın şiârıdır. İnsanlığımızın tescilidir. Çünkü diğer mahlûkatta serbest bu. Niye diğer mahlûkatta serbest de insanda bu iffet zarûrî? Demek ki insanlığımızın bir tescili olmuş oluyor.

Îmandan birinci şûbe, hayâ: Kötü ve çirkin sayılan şeyden uzak durmak. Tavır ve davranışta ölçülü olmak.

İslâm, nefsânî arzuları ulvîleştirir. Nikâh budur. Zinâ ile nikâh aynı fiildir. Biri nefsi adına, biri Allah adınadır. Kâtil ile gâzi aynı fiildir. Biri Allah adınadır, diğeri kendi nefsi adınadır.

Velhâsıl niyetler çok mühim. Niyetlerimizin Allah adına olması.

Kurbanı kendi adına kesersen aynı et yenmez, haram olur. Allah adına kesersen helâl olur. Fiil aynı fiildir, niyete göre, şeye göre değişir. Onun için niyetlerin hâlis olması…

İffet çok mühim.

Abdullah bin Abbas, bir gün Atâ bin Ebî Rebâhʼa:

“‒Sana Cennetlik bir kadın göstereyim mi?” dedi.

“‒Evet, göster.” deyince, İbn-i Abbas şöyle dedi:

“‒Şu (dedi), siyah kadın var ya, işte bu kadın Fahr-i Kâinat Efendimizʼe geldi:

«‒Beni sara tutuyor yâ Rasûlâllah! Üstüm-başım açılıyor sara tuttuğu zaman. İyileşmem için Allâhʼa duâ eder misiniz?» dedi.

Allah Rasûlü:

«‒Eğer sabredeyim dersen, sana Cennet vardır. Ama yine de sen istersen, şifâ vermesi için Allâhʼa duâ edeyim.» buyurdu Efendimiz.

Kadın dedi ki:

«‒Yâ Rasûlâllah! Saraʼya ben sabrederim (dedi), sara hastalığına (dedi). Ona katlanırım (dedi). Fakat (dedi), sara tuttuğu zaman üstümün açılmasına, elimde değil o, orayı yapamam (dedi). Onun için duâ et.» dedi.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onun iffeti için, üstünün-başının sara tuttuğu zaman açılmaması için duâ etti. İşte o kadın Cennetliktir.” buyurdu. (Buhârî, Merdâ, 6; Müslim, Birr, 54)

En mühim tabi bu elbise; “takvâ elbisesidir” buyruluyor âyet-i kerîmede. (Bkz. el-A‘râf, 26)

Sadâkat ve ahde vefâ: O da bir müʼminin fârik vasfı:

“…Verdiğiniz sözü yerine getirin (buyruluyor). Çünkü verilen söz, mesʼûliyet gerektirir.” (el-İsrâ, 34) buyruluyor.

Ve ibadetlerimiz de bu hâlimize bağlı.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- ne güzel ifade ediyor:

“Bir kimsenin kıldığı namaza, (çünkü namazı huşû ile mi kılıyor, değil mi, belli değil.) Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayın. Konuştuğu zaman doğru söylüyor mu? Kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona dikkat ediyor mu? Dünyaya meylettiği zaman, helâl-haramı tefrik ediyor mu?”

Âyet-i kerîmede:

(Ey Rasûlüm!) Affedici ol, iyi ve güzel olan şeyleri emret. Câhillerden yüz çevir.” (el-A‘râf, 199) buyruluyor.

Affetmek büyük bir fazîlet. İşte Yusuf -aleyhisselâm-ʼın affını gösteriyor. Nasıl kendisine kardeşleri, zulmeden kardeşleri, bir medyûn u şükran hâline geldi.

Yine Efendimiz, Mekke Fethiʼnde tam böyle kısas yapma zamanıydı. 20 senelik bir zulmün kısasını yapma zamanıydı.

Hattâ Ebû Süfyan o gün; “يَوْمُ الْمَلْحَمَةِ” dedi: “Bugün (dedi), insanların çoğunun öldürüleceği gündür.” dedi, Mekke Fethiʼnde.

Efendimiz:

“‒Ebû Süfyan! Bugün «يَوْمُ الْمَرْحَمَةِ» günüdür (dedi). Bugün affetme günü. Bugün merhamet günüdür.” buyurdu. (Bkz. Vâkıdî, II, 821-822)

Velhâsıl Efendimizʼe baktığımız zaman hep “af, af, af”tır. Cenâb-ı Hak da Nûr Sûresiʼnde:

“Allâhʼın sizi affetmesini istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22) buyuruyor.

Hattâ Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz bu âyet geldiği zaman, Hazret-i Âişeʼye iftira atan adama tekrar şey vermeye devam etti, sadaka vermeye devam etti.

Adâlet çok mühim. Hak, adâlet, hukuk çok mühim. Bugün de buna çok ihtiyacımız var. Hakka dikkat, hukuka dikkat etmek. Ne bileyim bir, en basiti, bir önümüzdeki bir arabayı bile haksız yere sollamak, haksız yere soldan giderek onun önüne geçmek on arabanın, bu bile bir kul hakkıdır, adaletsizliktir.

Efendimiz, bu hak ve adâlet çiğnenirse bunun kıyâmete kalacağını bildiriyor. Cenâb-ı Hakkʼın affının dışında olduğu bildiriliyor.

Efendimiz, vefâtına yakın bize bir misal, Mescid-i Nebevîʼye teşrif ettiler. Ashâb-ı kirâmı topladılar. Kendi şahsında bize misal. Çok zaman Efendimiz o şekilde bildirirdi:

“‒Ashâbım! (Dedi.) Kimin malını aldımsa, işte malım (dedi), gelsin alsın. Kimin sırtına vurdumsa -ridâsını geriye attı- işte sırtım, gelsin vursun.” buyurdu. (Ahmed, III, 400)