Mekkî Âyetlerin Husûsiyetleri

HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER


Mâlum olduğu üzere ilk nâzil olan âyetler tevhîde dâvet, öldükten sonra dirilme îman, mü’minleri cennetle müjdeleme, kâfirleri ve âsîleri cehennem ile inzâr gibi akîdevî hususlarda idi. Bu mevzûlarda muhtelif delillerle iknâ etmek sûretiyle insanların îmanlarını kuvvetlendirdikten sonra, muâmelâtla alâkalı hükümler inmeye başladı. Çünkü insanlar bâtıl îtikad ve alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlı oldukları için bunlardan vazgeçmeleri çok kolay değildi. Tedrîcîliğe riâyet etmeden, insanları kötü alışkanlıklardan arındırmaya çalışmak, nefrete ve uzaklaşmaya sebebiyet verebilirdi.

Hazret-i Âişe vâlidemiz şöyle demektedir:

“İlk nâzil olan sûre mufassal sûrelerden[1]biri idi. Bunda cennet ve cehennemden bahsediliyordu. Helâl ve harâma dâir hükümler ise ancak insanlar İslâm’a tam olarak ısındıktan sonra nâzil olmaya başladı. Eğer ilk defâ:

«–İçki içmeyin!» emri inseydi insanlar:

«–Biz içkiyi kesinlikle bırakamayız!» derlerdi.

Yine ilk olarak:

«–Zinâ etmeyin!» emri gelseydi insanlar aynı şekilde:

«–Zinâyı aslâ bırakamayız!» derlerdi.

Ben Mekke’de oyun oynayan bir çocukken Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’a:

بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ اَدْهَى وَاَمَرُّ

“Hayır onlara va’dedilen (asıl azap) vakti, kıyâmettir. İşte o an, cidden çok dehşetli ve çok acıdır.” (el-Kamer, 46) (gibi îman ve kıyâmetle alâkalı) âyetler nâzil olmuştu. (Muâmelâtla alâkalı hükümler ihtivâ eden) Bakara ve Nisâ sûreleri ise ancak ben O’nun yanında iken (Medîne’de) nâzil olmuştur.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 6)

Mekkî sûreler üslûp bakımından kısa ve veciz olup şirk ve putperestliğe karşı kesin ve net bir tavır sergiler. Çünkü Mekkeli müşrikler edebî müsâbakalar yapan fesâhat sâhibi kimselerdi. Onlara tesir edecek söz, fesâhat ve belâgat açısından mükemmel seviyede olmalıydı.

Nitekim Allâh Teâlâ müşriklerin edebiyattaki terakkî ve seviyelerini hiçe sayarak, zihinlerini altüst etmek için söze başlarken alışageldikleri usûlün aksine Hurûf-ı Mukattaa’yı kullanmıştır. Başında Hurûf-ı Mukattaa bulunan sûreler, Bakara ve Âl-i İmrân hâriç, hep Mekkîdir.

Bu husûsiyetleri sebebiyle ilk âyetlerin edebî üslûbu öylesine tesirli idi ki, muhâtaplarının tâ kalbine işliyor; güzelliği ve akıcılığı, dinleyenleri âdeta teshîr ediyordu.

Mekke’de nâzil olan âyet-i kerîmelerin üslûp husûsiyetlerinden biri de, istisnâsı olmakla birlikte, ekseriyâ hitâbın “Ey insanlar!” şeklinde olmasıdır.

Mekkî sûrelerde müşriklerin kanaatlerine ve îtiyatlarına zıt olan pek çok husûsun, onların nazarında kabûle mazhar olabilmesi için, îtibâr ettikleri Güneş, Ay, yıldızlar, gece-gündüz ve benzeri varlıklar üzerine edilen yeminler yer almaktadır. Çünkü yemin edilen bu varlıklarla aynı zamanda Allâh’ın kudreti ve kâinattaki kudret akışları sergileniyordu.

Diğer taraftan Kur’ân kıssalarının pek çoğu Mekke devrinde nâzil olmuştur. Zîrâ “geçmişten ibret alma”, Mekkî âyetlerin en çok üzerinde durduğu hususlardandır. İçinde peygamberlerin ve geçmiş milletlerin kıssalarının anlatıldığı, bilhassa Âdem -aleyhisselâm- ve İblîs kıssasının zikredildiği sûreler, umûmiyetle Mekkîdir. Bunun tek istisnâsı, Medîne’de nâzil olan Bakara Sûresi’dir.

Geçmiş milletlerin başlarından geçen ibretli kıssaların anlatılması, Mekke müşriklerine hakkın teblîğinde ve onların tedrîcî bir sûrette ıslâhında mühim bir rol oynamıştır. Kıssaların anlatıldığı bu âyetlerde, “tevhîd inancı” dâimâ ön planda tutulmuştur.

Mekkî âyetler, bir teblîğcinin hareket tarzını da ortaya koymaktadır. Onun bu dâveti dünyâ menfaatleri için değil, sâdece Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına nâil olmak gâyesiyle yapması, mükâfâtını da ancak Allâh’tan beklemesi gerektiğini anlatmaktadır. Nitekim Şuarâ Sûresi’nde Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb -aleyhimüsselâm-’ın kavimlerine dâimâ Allâh’a itaati ve takvâyı emredip kendilerinin emîn birer elçi olduklarını söyleyerek:

وَمَا اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ

“Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak âlemlerin Rabbine âittir.” dedikleri nakledilir. (eş-Şuarâ, 109, 127, 145, 164, 180)

Kur’ân’ın ikinci yarısı ekseriyetle Mekke’de nâzil olmuştur. Mekkelilerin çoğu mütekebbir kimseler olduğu için كَلاَّ: hayır öyle değil” lafzının tekrarı ile onların durumu reddedilmiş ve bu mütekebbirler tehdid edilmişlerdir. Bu sebeple “kellâ” lafzı geçen sûrelerin tamamı Mekkî’dir ve bütün “kellâ” lâfızları Kur’ân-ı Kerîm’in ikinci yarısındadır.

Aynı şekilde secde âyetlerini ihtivâ eden sûreler de Mekke’de nâzil olmuştur. Bu sûretle Allâh’tan başka şeyler önünde secde eden insanlar, Cenâb-ı Hakk’a secdeye sevk edilmiş ve onların derûnî tekâmülleri sağlanmıştır.

Mekke’de nâzil olan bu ilk âyetler, eski âdetlerin cehâletten neş’et ettiğini ve tamâmen bâtıl olduğunu beyân etmektedir. Aynı zamanda cihanşümûl ahlâkî düsturların esaslarını ortaya koymaktadır.

Mekkî âyetler, îman, ahlâk ve fikir cihetinden sıhhatli bir cemiyetin temellerini atmıştır. Bu âyetlerde ahlâkî emir ve hükümler yer almaktadır. Böylece mü’minlerin kuvvetli bir îmâna sâhip kılınmaları, sabır, sebat, azim, gayret gibi hasletlerle techîz edilmeleri, bâtıl îtikad ve îtiyadlardan arınmaları hedeflenmiştir.

Mekkî âyetlerde hukûkî mevzûlar bulunmadığı gibi, namaz hâriç ibâdetlere âit hükümler de yer almamaktadır. Meselâ, Yûnus, Ra’d, Furkân, Yâ-sîn, Hadîd sûreleri Mekkî olup, bunlarda ahkâm âyetleri mevcut değildir. Bu sûrelerde umûmiyetle îmân esasları, yaratılış, Allâh’ın sıfatları, peygamberlerin ibret verici kıssaları ve kıyâmet sahneleri anlatılmaktadır.


[1] Mufassal sûreler, Mushaf-ı Şerîf’in son bölümü olup, tercih edilen görüşe göre 50. sûre olan Kâf’tan itibâren Nâs’a kadarki kısımdır. Kısalığı sebebiyle sık sık Besmele ile ayrıldığı için bu isim verilmiştir.


HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER