Hazret-i Peygamber’e Coşkun Sevgi

Yıl: 2005 Ay: Nisan Sayı: 02

SEVMEKTE DEVAMLILIĞIN SIRRI

Sevgiler, kalp âlemlerinin durumlarına göre derece derecedir. Kimi durgun, kimi de çağlayanlar misâli coşkundur. Durgun olanlar, sevgiliye vuslat yollarını aşamaz. O yollardaki yorgunluğa ve çilelere katlanamaz. Ancak coşkun bir sevgi ile sevenler, dağları ve taşları aşan ırmaklar gibi nice mesafeleri katedip vuslat deryasına ulaşmaya muvaffak olurlar.

Bu bakımdan sevgilerin en makbulü, gönülleri diri tutacak coşkunluktaki muhabbetlerdir. Böylesi sevda, nûru hiç sönmeyen bir güneş gibidir. Cenâb-ı Hak bu sevgiyi âyet-i kerîmede «şiddetli muhabbet» olarak ifade buyurur. Şiddetli muhabbet, yani sevginin aşk hâline dönüşmesi…

Çünkü bütün muhabbetlerde devamlılık; gönüllerde coşkun bir sevginin, canlı bir aşkın varlığına bağlıdır. Zira Cenâb-ı Hak, bütün varlıkları muhabbet sâikıyla yaratmıştır. Hadîs-i kudsî olarak meşhur olan rivâyette buyurulur:

“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeme muhabbet ettim de bu kâinâtı yarattım.” (İ. Hakkı Bursevî, Kenz-i Mahfî)

Bu bakımdan Cenâb-ı Hak, sonsuz güzelliği karşısında sevda bakışıyla irfâna ererek kendisini seven kullarını bilhassa sevmiş, sevdirmiş ve sevindirmiştir. Hak dostları, sâlihler, şehidler, sıddîklar ve özellikle peygamberler, bu bahtiyarlığa eren seçkin kullardır.

KÂİNAT SEVGİ DERSHÂNESİDİR

Allah Teâlâ, varlığa sevgiyi öyle nakşetmiş ve sevdiği kullarını da onlara öyle sevdirmiştir ki; baştanbaşa kâinat, insanoğlu için âdetâ bir aşk mektebidir. Bu mektepte, her türlü güzel ve yüce sevginin talimi vardır. Allah sevgisi, aile sevgisi, insan sevgisi, evlât sevgisi, peygamber sevgisi, hoca sevgisi vesâire.

Bunlardan, mevzûmuz etrafında Hazret-i Peygamber sevgisi hakkında varlıklardaki yaşanmış tecellîlere bir nazar atfettiğimizde, ne büyük aşk dersleri karşımıza çıkmaktadır.

Çünkü varlık, Hazret-i Peygamber muhabbetinde dâimâ coşkun bir sevginin en güzel nümûnesi olmuştur.

Cansız zannedilen varlıklardaki Hazret-i Peygamber’e sevda tecellîleri, devr-i saâdette birer mûcize hükmünde âşikâr bir sûrette gözler ve gönüller önünde defalarca sergilenmiştir.

Bunların en meşhurlarından biri de, bir hurma kütüğünün mâlûm feryâd ü figānıdır:

HURMA KÜTÜĞÜNÜN AŞK GÖZYAŞLARI

Mâlûmdur ki, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, ashâbına vaaz ederken mescid direklerinden bir hurma kütüğüne dayanır, öyle sohbet ederlerdi. Bu hurma kütüğü de, kendisine Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in yaslandığını duyar, bu mazhariyetle mesut olurdu.

Gün geldi, mescidde sohbet dinleyen ashab o kadar çoğaldı ki, sahâbelerin mühim bir kısmı, kalabalıktan Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in mübârek yüzünü göremez oldular ve;

“Yâ Rasûlâllah! Bizler, mescid hayli kalabalık olduğundan mübârek yüzünüzü göremiyoruz!” diye haklı olarak şikâyette bulundular.

Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’den  mescide bir minber yapılmasını ve O’nun bu minbere çıkarak hutbesini îrad etmesini talep ettiler.

Bunun üzerine mescide bir minber yapıldı. Nûr-i nübüvvet, Varlık Nûru, artık bu minbere çıkarak sohbet edecekti.

Fakat Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in bu yeni minbere ilk çıkışında beklenmeyen mûcizevî bir hâdise oldu:

O Âlemlerin Efendisi’nin daha evvel hutbe okurken kendisine yaslandığı hurma direği; duyan, düşünen, hicran ve hasret içinde kavrulan bir insan gibi feryâd ü figan ile âh edip inlemeye başladı.

Bu, derin ve yanık bir ney sadâsı gibi öyle içten bir seslenişti ki, o sohbet meclisinde bulunan, genç ve yaşlı, bütün mü’minler bu feryâdı duydular. Feryât bir sadâ olmaktan da çıkarak, âdetâ bir muzdarip lisan hâline geldi.

Bütün ashab, kuru bir hurma ağacının bu kadar yanık bir sesle içindeki hasret ve ıstırabını ifade etmesi karşısında hayret ve dehşet içinde kaldı. (Buhârî, Menâkıb, 25; Buyû, 32)

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, beyitlerinde bu hâdiseyi şöyle hülâsa eder:

Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, minberden indi ve mübârek elleriyle hurma kütüğünü okşayarak;

“–Ey hurma kütüğü! Ne istiyorsun? Bu feryâdın niye? Nedir bu hâlin?” diye derin bir anlayışla sordu.

Hurma kütüğü, kendi hâl lisânı ile konuşmaya başladı. Sıcak gözyaşları içinde dedi ki:

“–Yâ Rasûlâllah! Sen’in hicrânın beni yaktıkça yaktı. İçime tarifsiz bir gam, keder ve hasret doldurdu. Daha evvel hutbe vakitlerinde Sen’in dayandığın o tâlihli ve mesut direk bendim. Şimdi ise beni terk ettin; bir minbere yükseldin. Şimdi Sen’in mesnedin o minberdir.

Fakat ey Allâh’ın Rasûlü!

Lütfen ve merhameten bana hak ver, dünyada hangi varlık Sen’in bu hicrânına tahammül edebilir?”

Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, hurmanın bu derûnî muhabbet feryâdı karşısında onu teselli sadedinde şöyle buyurdu:

“–Ey hurma kütüğü! Madem ki feryâdın böyle bir ayrılık acısındandır, dile benden, ne dilersen!..

İster misin, Allâh’a yalvarayım da; seni doğunun ve batının bütün insanlarına meyve yetiştiren yemyeşil, dipdiri bir ağaç yapsın? Yahut seni bir cennet fidanı, cennette bir servi fidanı yapsın ki, sonsuzluğa kadar en güzel, en taze vücutlar gibi genç ve dilber kalasın!..”

Bu iltifâta mazhar olan hurma kütüğü, Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’den, yakıcı ve kavurucu aşkının bir tezâhürü olarak şu talepte bulundu:

“–Yâ Rasûlâllah!

İkisini de istemem. Tek arzum, Sen’de fânî olmak, bunun için de beni gömüp yok etmen, beni bu fânî vücudumdan kurtarmandır. Çünkü bir ağaç ne kadar taze ve güzel olursa olsun gıdasını güneşten ve sudan alır. Hâlbuki benim hayatım, Sen’in nûrâniyetinin nûruyla beslendi. Sana destek olmanın, Sen’in hararetinle ısınmanın, Sen’de yanıp kavrulmanın lezzetini tattı.

Ben artık bu hoş ve tatlı hazdan ayrılamam. Dâimâ bâkî olanı isterim. Beni öylesine göm ve yok et ki, Sen’de, Sen’in biricik nûrun içinde dirilip ebedî olayım.”

Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, o hurma kütüğünü toprağa gömdürdü. Tâ ki kıyâmet gününde insan gibi dirilsin!..

MUHABBETİN HAKİKATİ

Bu ibretli hâdise dolayısıyla Hazret-i Mevlânâ, Mesnevî’sinde şu nasihatlerde bulunur:

“Şunu bilesin ki, Cenâb-ı Hakk’ın kendine lütufta bulunduğu kul, cihanın gel-geç sevdalarını umursamayıp yüzünü asıl maksut olan Hakk’a döndürür.”

“Ey gafil! Musa’nın ve Ahmed’in mûcizelerine nazar et! Asâ, nasıl ejderhâ oldu ve hurma kütüğü, nasıl irfan sahibi oldu ve inledi.”

“Muhabbetin hakikatini bir ağaçtan duy ve ondan ibret al! Kendini vücut ve dünya heveslerine mahkûm etme!”

“Gerçek saâdetin ve mevkilerin en yücesinin, vücutlar ötesinde ve onların son bulduğu yerde olduğunu bil!”

“Bil ki gerçek saâdet, fânî vücudun desîselerinden kurtulup ilâhî vuslata talip olmaktır.”

O hurma ağacı, Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e kendisini toprağa gömdürttü ki, fânî vücudundan kurtulsun; tâ kıyâmet gününde ilâhî ğufrâna mazhar bir insan gibi dirilsin ve maksudunda fânî olsun…

Ne ibrettir ki;

Bir hurma ağacı bile, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in şefâatine mazhar olabiliyor. O’nun gönlünde mekân tutuyor. Bu geçici dünyaya aldanmayıp kâmil insan gibi olgunlaşıyor. Duâsı makbûl oluyor. Nebattan bir cisimken, nice insanların varamadığı mânevî bir rütbeye ulaşıyor.

UHUD DAĞI’NIN HAZRET-İ PEYGAMBER’İ DİNLEMESİ

Bir defasında Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz, beraberinde Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali -radıyallâhu anhüm- olduğu hâlde Uhud’a çıkmışlar idi. Uhud, üzerindeki bu mânevî şahıslardan dehşete gelerek sallandı.

Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- de;

“Sâkin ol ey Uhud! Üzerinde bir nebî, bir sıddîk ve iki şehid var!” (Tirmizî, 3703, Nesâî, Ahbâs 4/5, VI, 235) buyurdu.

Bu ifadeden hemen sonra koca dağ, sükûnete bürünerek sâkinleşti.

AZGIN DEVE NASIL BOYUN BÜKTÜ?

Yalnızca cemâdât değil, hayvanât ve diğer varlıklar da Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’i tanır, O’na muhabbet duyar ve itaat ederlerdi.

Bu hususu, Abdullâh bin Câbir -radıyallâhu anh- şu rivâyetle anlatır:

“Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- ile birlikte bir seferden dönüyorduk. Medine’de Neccaroğulları’nın bahçelerine gelince, bahçelerden birinde hiç kimseyi içeri sokmayan, girmeye kalkana saldıran bir deve bulunduğunu öğrendik.

Durumu Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e anlattıklarında O Âlemlerin Efendisi, bahçeye gitti, içeri girdi ve kimseyi yanına yaklaştırmayan o deveyi yanına çağırdı.

Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in sesini duyan deve, dudağını yere temas ettirecek kadar başını eğerek O’nun yanına geldi ve huzûrunda yere çöktü.

Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-;

«–Bana bir yular getirin!» buyurdular.

Getirilen yuları devenin boynuna geçirerek onu sahibine teslim ettiler. Sonra orada bulunanlara şöyle buyurdular:

«Cinlerin ve insanların isyankâr olanları dışında, yer ve gökte bulunan bütün varlıklar, benim, Allâh’ın Rasûlü olduğumu bilirler.»” (Ahmed bin Hanbel, Müsned)

Bütün bu anlattıklarımız gösteriyor ki, cemâdat ve nebâtatta da tezâhür eden hârikulâdelikler, yukarıda zikri geçen hurma kütüğüne münhasır değildir.

VARLIKLARDA HAZRET-İ PEYGAMBER’E SALÂT Ü SELÂM ŞEVKİ

Mevlid şairi Süleyman Çelebi;

“Bir acep nur kim güneş pervânesi…” mısraı ile güneşin Allah Rasûlü’ne pervâne olup etrafında döndüğünü, yani cemâdâtın dahî O’na âşık olduğunu ne güzel ifade eder.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- der ki:

“Ben Mekke’de Allâh’ın Rasûlü ile dolaşırdım. Bir gün, beraberce Mekke dışına çıktık. Önünden geçtiğimiz her taş ve ağaç O’na;

«Salât ve selâm Sana olsun ey Allâh’ın Rasûlü!..» diye selâm vermeye başladı.”

BİR AĞACIN HAZRET-İ PEYGAMBER’E BAĞLILIK VE ŞAHÂDETİ

Varlıklardaki Hazret-i Peygamber’e aşk ve muhabbetin diğer bir tezâhürü de şöyle sergilenmiştir:

Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, bir sefer esnasında iken rastladıkları bir bedevîye tevhîdi tebliğ ettiler. Bedevî, Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in bu daveti üzerine O’ndan peygamberliği husûsunda bir delil istedi.

Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- de, ilerideki bir ağacı işaret buyurup onu yanlarına çağırdılar.

Ağaç, derhâl emr-i Peygamberî’ye riâyet ederek toprağı yara yara geldi ve Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in huzûrunda üç kere kelime-i şahâdeti tekrarladı. Sonra yine emr-i Peygamberî ile yerine döndü.

Bu mûcizeyi hayretler içerisinde müşâhede eden bedevî, büyük bir şaşkınlıkla Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in önünde yere çökerek;

“–İzin ver Sana secde edeyim!” diye haykırdı.

Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- de;

“–Asla! Kulun kula secdesi haram kılınmıştır.” buyurdular.

TEFEKKÜR

Düşünmeliyiz ki, cemâdât ve hayvanâttaki bu ulvî muhabbet hâline nazaran bizler, acaba Allah Rasûlü’ne ne kadar teslim oluyor, yolunda ne kadar fedâkârlıkta bulunabiliyoruz?!.

Bilmeliyiz ki, bilhassa şu günlerde O’nun rûhâniyetine ne kadar çok muhtacız…

Şairin;

“Kalk ey Âlemlerin Efendisi; kıyâmet kopmaktadır!..”

diyerek ifade ettiği çalkantılı bir zaman içindeyiz…

Yâ Rabbî! Sana ve Habîb-i Ekrem’e sevgi mekânı olan gönüllerimize coşkun bir muhabbet ihsân eyle. Aşk-ı Peygamberî ile ağlayan hurma kütüğünün hâlinden cümlemize hisseler bahşet!

Âmîn!..