Hayırlı Bir Ümmet miyiz?

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

HAYIRLI BİR ÜMMET MİYİZ?

Elhamdü Lillâhi Rabbiʼl-Âlemîn. Veʼl-âkıbetü lil müttakîn. Vessalâtü vesselâmu alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Pek kıymetli kardeşlerimiz!

Okunan âyet-i kerîmelerin muhtevâsından, rûhânî dokusundan Cenâb-ı Hak hisseler nasîb eylesin.

Rabbimizʼe sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, meccânen, 120 bin küsur peygamberin en yücesine Cenâb-ı Hak ümmet olmakla bizleri şereflendirdi. Ebedî bir mûcize olan Kur’ân-ı Kerîmʼe muhâtap olduk. Bunların mukâbilinde, bu büyük ikramın mukâbilinde, Cenâb-ı Hak bizden, “hayırlı ümmet”, “aziz ümmet”, yeryüzünde Hakkʼın temsilcisi ve gönlünden (rahmet) tevzî eden bir ümmet olmamızı arzu etmektedir.

Okunan ilk âyet-i kerîme; Cenâb-ı Hak: كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ buyuruyor. اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ “Siz, insanların (iyiliği) için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz…” (Âl-i İmrân, 110)

Yani, nefsânî arzular bertaraf edilecek. Nefsânî meşakkatlere karşı direnişler meydana gelecek. Aşk ile yaşanan bir îman olacak. Beden ve kalp âhengi içinde ibadetler olacak. Hayranlık tevzî eden bir karakter ve şahsiyet olacak. Güzel ahlâk, insanlığın şiârı olarak temsil edilecek.

“Siz, insanlığın (iyiliği) için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz…” (Âl-i İmrân, 110) buyruluyor.

Tabi bu gönülle de;

“…İyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsınız.” (Âl-i İmrân, 110) buyruluyor.

Cenâb-ı Hak bizim bu vasıfta, -verdiği nîmetlerin mukâbilinde- bir ümmet olmamızı arzu ediyor.

Sona yakın okunan âyet-i kerîmelerde ise Cenâb-ı Hak, Ehl-i Kitâbʼın sâlihlerinden misal veriyor. Yani onlardan misal veriyor. Bizim de onlar gibi olmamız arzu ediliyor.

“…Ehl-i kitapʼtan istikâmet sahibi bir topluluk vardır ki, onlar gece saatlerinde secdeye kapanarak…” (Âl-i İmrân, 113)

Seherlerde secdeye kapanarak… Cenâb-ı Hak bizden de onu istiyor:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyruluyor. (“…Seher vaktinde Allahʼtan bağışlanma dileyenler.” [Âl-i İmrân, 17])

“…Allâhʼın âyetlerini okurlar. Onlar, Allâhʼa ve âhiret gününe îman ederler, iyiliği emrederler, kötülükten nehyederler, hayır işlerinde koşuşurlar (gayret ederler). İşte bunlar sâlih insanlardır.” (Âl-i İmrân, 113-114)

Rabbimiz, hem Efendimizʼe izâfeten bizim nasıl bir istikâmette olacağız, nasıl emr biʼl-mârûfʼta bulunacağız; yine geçmiş ümmetlerden de Rabbimiz bize bir misal ihsan ediyor.

Yine Rabbimiz buyuruyor, Bakara 143:

“İşte böylece sizi insanlığa şâhit olmanız, Rasûlʼün de size şâhit olması için mûtedil bir millet kıldık…” Yani hayırhah bir ümmet kıldık.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“…Peygamberler, ümmetlerine Allâhʼın şâhididir. Fakat benim ümmetim de diğer ümmetlere Allâhʼın şâhididir.” (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XII, 171-172/34530)

Demek ki hakîkî müslüman; İslâm şahsiyetini ve karakterini temsil eden insandır. İslâm dâimâ bir şahsiyet ister. Dîni temsil edebilmek, ancak güzel bir şahsiyetle meydana gelir, olur.

Cenâb-ı Hak bizden hayranlık tevzî eden bir sahâbî şahsiyeti arzu ediyor. Bizlere ashâb-ı kirâmı misal gösteriyor. Tevbe Sûresiʼnin 100. âyetinde -âyet-i kerîme meâli-:

“İslâm dînine girme hususunda öne geçen ilk Muhâcirler…”

İlk Muhâcirlerde, Mekkeʼde gördüğümüz; küfre karşı bir direniş, tevhîdi muhâfaza ve meşakkatlere sabır.

Ve onlara tâbî olan Ensâr, yani Medîneliler… Orada üç tane kıskacın içinde: Münâfıklar, müşrikler ve Benî İsrâil.

Her bir inen âyete “سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا : işittik ve itaat ettik” diyorlardı. (Bkz. el-Bakara, 285) Hemen tatbikâta geçiyorlardı.

“…Güzellikle onlara tâbî olanlar…” (et-Tevbe, 100)

Yani bizlerin de, Cenâb-ı Hak ashâb-ı kirâmı misal veriyor. Ashâb-ı kirâm gibi olmamız, o şekilde bir müʼmin yüreği tevzî etmemiz…

Cenâb-ı Hak mükâfat bildiriyor.

Dünyaya zaten âhiret için geldik. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hep; “Esas hayat âhiret hayatıdır.” buyuruyordu. (Buhârî, Rikāk, 1)

“…Allah onlara içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük bir kurtuluştur.” (et-Tevbe, 100)

Rasûlullah Efendimiz üsve-i hasene. Yani örnek şahsiyet; en alt tabakadan en üst tabakaya kadar. Asırlara bir üsve-i hasene / örnek şahsiyet. Efendimiz, Cenâb-ı Hakkʼın insanda tecellî eden bir mûcizesi. Cenâb-ı Hak bizim nasıl bir şahsiyet, karakterimiz olacak: Yine Cenâb-ı Hak bize âyet-i kerîmede:

(İnsanları Kurʼân ile) Allâhʼa dâvet eden…” (Fussilet, 33)

Rasûlullah Efendimiz, Kur’ân ile Allâhʼa dâvet ediyordu. Kur’ânʼla konuşuyordu. Kur’ânʼdan kıssalar izah ediyordu, tefsir ediyordu. Kıssalardan hisseler anlatıyordu. Kur’ân-ı Kerîmʼi okurdu bol. Kur’ân-ı Kerîmʼi okuttururdu. Hayatında da Kur’ân-ı Kerîmʼi telkin etmekteydi.

Demek ki âyet-i kerîme bizlerden de onu arzu ediyor:

(İnsanları Kurʼân ile) Allâhʼa dâvet eden, amel-i sâlih işleyen…” (Fussilet, 33)

Yani “ثُمَّ اسْتَقَامُوا” Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin rûhânî izinden, maddî ve mânevî izinden gidenler. (bkz. Fussilet, 30)

Meselâ Efendimizʼin bir teheccüd namazı var. Hiç, uzun seferlerde bile terk etmediği. Güzel bir ahlâkı var. Zirve merhamet var, şefkat var. Affedicilik var. Zarâfet, incelik var. Hepsi bunların, amel-i sâlih olmuş oluyor.

Demek ki bir müʼmin, böyle bir şahsiyet tevzî edecek.

“…Ve «Ben Müslümanlardanım.» (İslâm karakter ve İslâm şahsiyeti tevzî edecek) diyenden kimin sözü daha doğrudur?” (Fussilet, 33) buyuruyor.

Demek ki -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin bu vasıflarıyla bizim de müzeyyen olmamızı Rabbimiz arzu ediyor.

Emr biʼl-mârûf çok mühim. Tabi gönül âlemi inkişâf edecek ve bir inʼikâs olacak, trans olacak.

Emr biʼl-mârûf, gönülleri mânevî zirvelere ulaştıran, müstesnâ, ulvî bir basamak. Öyle bir basamak ki enbiyâ, evliyâ, ebrâr ve asfiyâ, bu basamaklar üzerinden irtifâ katetmişlerdir.

Demek ki müslüman yaşayacak, yaşatacak, yeryüzünde Hakkʼın temsilcisi olacak.

Âyet-i kerîmede buyruluyor:

وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

(“…Bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])

Takvâ sahibi de olması zarûrî. Fakat takvânın da temsilcisi olacak, hâliyle, kāliyle, yaşayışıyla takvânın temsilcisi olacak.

Efendimiz buyuruyor:

“Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi ne güzel yaptı.” buyuruyor. (Süyûtî, I, 12)

Cenâb-ı Hak, Habîbʼini bizzat terbiye etmiş, ümmetinin terbiyesini de Rasûlullah Efendimizʼe tevdî etmiştir. Yani Cenâb-ı Hak Âdemoğlunu mükerrem yarattığını bildiriyor. Kulun da hayırlı ve aziz bir ümmet olmasını arzu ediyor. Bir müʼmin mükerrem olmalı ki, muhteşem olan Cennetʼe girebilmeye hak kazanılmalı.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, dîni tebliğ etmeden evvel, kendi şahsiyetini tescil ettirdi.

Bir gün Safâ Tepesi’ne çıkarak Kureyş kabîlesine seslendi. Onlar da bu dâvete icâbet ederek Safâ Tepesi’ne geldiler. Efendimiz, yüksek bir kayanın üzerine çıkarak:

“–Ey Kureyş cemaati!

Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide size saldıracak, mallarınızı gasbedecek düşman atlıları var desem, bana inanır mısınız?” dedi.

Onlar hiç tereddüt etmeden:

“–Evet inanırız! Çünkü (Sen el-Emîn ve es-Sâdıkʼsın)” dediler.

Zâten zaman zaman da Rasûlullah Efendimizʼe ismiyle değil sıfatıyla hitap ederlerdi. “el-Emîn” geldi, derlerdi. “es-Sâdık” geldi, en doğru insan geldi, derlerdi.

Efendimiz, orada tebliğ etti. Herkes bir tasdik etti Efendimizʼin şahsiyetini. Yani kendi şahsiyetini, oradaki cemaate tescil ettirdi. Kendisini tescilden sonra, ilâhî hakîkatleri tebliğ etmeye başladı…