Gönül Dergâhından Hikmetler 1

Yıl: 2015 Ay: Temmuz Sayı: 106

Ramazân-ı Şerîf, Hakk’ın dostluğuna dâvettir. Dostluğu güçlendiren de, fedakârlıktır. İnsan, sevdiğine karşı, sevgisi ölçüsünde fedakârlık yapmayı zevk ve vazîfe olarak telâkkî eder. “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhârî, Edep, 96) hadîs-i şerîfi gereği, bu Ramazân-ı Şerîfte Hak ile dostluk iklîmine girebilmek; Peygamber Efendimiz’in ahlâkıyla ahlâklanmanın, O’nun fedakârlığından hisseler alabilmenin gayretinde olmakla mümkündür.

Ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimiz’le dost oldu. O’nun Ramazandaki eşsiz sehâvetini, cömertçe infâkını, huşû ve tevâzû ile edâ ettiği ibadet hayatını kendilerine örnek aldılar.

***

Nasıl ki, dünyevî, ticârî meslek erbapları uzman olmak istedikleri iş husûsunda, sporcular da girecekleri müsâbakalarda gâlip gelebilmek maksadıyla kamplara çekilip, ihtilattan men kararı alıyorlarsa, bu Ramazân-ı Şerîf de bizler için Hakk’a dostlukta yoğunlaşmanın husûsî bir mevsimidir. Bu bereketli mevsimin neticesini Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle haber veriyorlar:

“Kim fazîletine inanarak ve ecrini Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Savm, 6) Lâkin unutulmamalıdır ki, borçlar ve kul hakkı bunun dışındadır.

***

Ramazân-ı Şerîf, ilâhî affın âdeta tuğyân ettiği bir arınma mevsimi… Sanki yoğunlaştırılmış mânevî bir tekâmül mektebi… Öyle ki; gönülleri zenginleştiren, kalplere seviye kazandıran; oruç, iftar, sahur, terâvih, mukâbele, duâ-zikir, fitre-zekât, îtikâf, bin aydan hayırlı Kadir Gecesi ve bayram, bu mektebin temel dersleri… Bütün bu dersleri lâyıkıyla idrâk edip imtihanlarından yüksek not alabilmek ise, ilâhî af bayramına ererek ebedî kurtuluş berâtını alabilmenin en güzel yolu…

***

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyorlar:

“−Cibrâîl -aleyhisselâm- bana göründü ve:

«Ramazan’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi, ben de «Âmîn» dedim…” (Hâkim, Müstedrek, IV, 170)

***

Ramazân-ı Şerîflerde; sahur ve iftar sofralarında normal zamanlardan bile daha fazla lüks, ihtişam ve debdebe sergileyerek, açlık tâlim eden bir mevsimi, nefse oburluk fırsatına dönüştürmek; Ramazân-ı Şerîfin rûhuna, özüne, mânâ ve gâyesine tamamen zıt bir durumdur.

Hele fukarâya sadaka, zekât, fitre ve ikramlarla ulaşmanın tâlim edildiği bu mevsimi, sadece eşrâf ile, yalnızca zenginlerle dolu sofralarda geçirmek, çok hazin bir israftır.

Ramazân-ı Şerîf, mâtemlerin civârına varmaya, yoksul evlere kumanyalar taşımaya, Kurʼân talebeleriyle, yetimlerle, muhâcirlerle mütevâzı sofralarda iftarlar açmaya vesîle edilmelidir…

***

Ramazân-ı Şerîf, helâlleri dahî riyâzat hâlinde kullandırarak haram ve şüphelilerden ne kadar sakınmamız gerektiğini tâlim eden bir aydır.

***

Orucun Hak katında makbûl olması için mîdenin açlığına ilâveten dil, göz, kulak gibi diğer uzuvlara da oruç tutturulmalıdır.

Oruçlu iken ağza bir şey girmemesine dikkat edildiği gibi ağızdan çıkan her kelimeye de dikkat edilmelidir. Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Oruç; sadece yemek, içmek vesâireden kesilmek değildir. Kâmil ve sevaplı oruç ancak; faydasız sözden, boş vakit geçirmekten, kötü söylemekten, (dedikodudan) ve nefs-i emmârenin bütün temâyüllerinden vazgeçmektir. Şayet biri sana söver yahut sana karşı câhilce herhangi bir harekette bulunursa, kendi kendine; «Şüphesiz ki ben oruçluyum!» de; sabret!” (Hâkim, Müstedrek, I, 595)

***

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün;

“–Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandır.” buyurmuştu.

Ashâb-ı kiram;

“–(Oruçlu) onu ne ile zedeler?” diye so­runca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Yalan ve gıybetle… (yani diliyle…)” ceva­bını verdiler. (Nesâî, Sıyâm, 43)

***

Ramazanda kazanılan sahur disiplini, aynı zamanda teheccüd ve seherleri ihyâ alışkanlığı kazanma eğitimidir.

***

Bu mübârek ayda fitre/fıtır sadakası, şerʼan zengin sayılan her müʼ­mine vâcip, hattâ bâzı mezheplere göre farzdır. Fitre, bayram namazına kadar verilirse makbul olur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- fakir müʼminlerin de bayrama huzurla girebilmeleri için, fitrelerin bayramdan önce verilmesini istemiş; “Onları bu (bayram) gününde aç dolaşmaktan kurtarınız!” buyurmuştur. (İbn-i Sa‘d, I, 248)

***

Ramazânʼı güzelce ihyâ edip onu kendimizden râzı ederek uğurlaya­bilmek ve onda kazandığımız mânevî kıymetleri kaybetmeden gelecek se­nenin Ramazan’ına bağlayabilmek, böylece hayatımızı dâimî bir Ramazan rûhâniyeti içinde yaşayabilmek, büyük bir saâdettir. Gerçek bir bayram da, esâsen bu saâdetin bir tezâhürüdür.

***

Behlül Dânâ Hazretleri buyurur:

“Bayram, güzel ve yeni elbiseler giyenler için değil, ilâhî azaptan emîn olup ebedî hüsrandan kurtuluşa erenler içindir. Yine bayram, güzel güzel binitlere binenler için de değil, hatâ ve kusurlarını terk ederek hâlis bir kul hâline gelebilenler içindir…”

***

Kâmil bir müʼmin, yalnız kendi evini aydınlatan bir kandil değil; bütün yeryüzünde, dünyası kararmışların başını cömert ziyâsıyla okşayan, ruhları üşümüş garipleri müşfik sıcaklığıyla saran bir şefkat ve merhamet güneşi hâlinde, insanlığın fazîlet semâsında parlamalıdır. Zira gerçek bayram saâdeti­nin seyredileceği en berrak ayna, bayram ettirilen kırık gönüllerdir.

***

Bayram, yanık yüreklere Cennet serinliği veren ilâhî bir ziyafettir. Yine bayram, belli bir kesimin şımarıkça yaşadığı, israf çılgınlıklarıyla dolu tatil ve eğlence gibi şahsî mutluluk günleri değildir. Bilâkis, sıla-ı rahimde bulunmak, geçmişlerin ruhlarını hayırlarla şâd etmek, îman kardeşliğini cemiyet plânında yaşatmak, dargınlıkları-kırgınlıkları ortadan kaldırmak ve din kardeşleriyle kaynaşmak gibi nice ictimâî ibadetlerin îfâ edildiği, müşterek sevinç günleridir.

***

Muallâ bin Fadl -rahmetullâhi aleyh- şöyle der:

“Selef-i sâlihîn, Cenâb-ı Hakk’a, altı ay kendilerini Ramazân’a ulaştırması için duâ ederlerdi. Geri kalan altı ayda da idrâk ettikleri Ramazân’ı kabûl buyurması için duâ ederlerdi.” (Kıvâmu’s-Sünne, et-Terğîb ve’t-terhîb, II, 354)

***

Mirzâ Mazhar Cân-ı Cânân -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurur:

“Ramazân-ı Şerîf, zikirle uyanık olarak geçirilirse, senenin kalan kısmında da bu güzel hâl devam eder. Eğer bu ayda bir kusur ve gevşeklik olursa, bunun izi bütün sene boyunca görülür.”

Yani Ramazan’daki ibadetlerimizin kabûlünün delîli; Ramazan’dan sonra­ki hâl ve istikâmetimizdir.

***

Câfer-i Sâdık Hazretleri Ramazan ayının sonunda şöyle duâ ederdi:

“Ey Ramazan’ın Rabbi olan ve Kur’ân’ı indiren Allâh’ım! İşte bu, kendisinde Kur’ân’ın indirildiği Ramazan ayıdır ve artık bitmek üzeredir. Yâ Rabbi! Bütün günahlarım affedilmeden fecrin doğmasından veya Ramazan’ın çıkıp gitmesinden, ikram sahibi olan Zât’ına sığınırım!”

***

Geçen Ramazanda hayatta olan dost ve ak­rabâmızdan bâzıları artık aramızda değiller. Geçen Ramazan, onların son Ra­mazanıydı. Bizler de bu gufrân ayını son Ramazanımız olabileceği şuuruyla değerlendirip ondan tertemiz çıkmaya gayret etmeliyiz.