Gerçek Saâdet, Rûhun Gıdası: Kur`ân Kültürü

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2012 Ay: Temmuz Sayı: 70

Efendim; mâlûmunuz olduğu üzere gençlik, bir hayat definesi. Eğitim ve öğretime kısa bir müddet ara verilen şu yaz tatilini daha güzel bir sûrette değerlendirebilmek ve ilmî seviyemizi yükseltebilmek için, öncelikle gençlere ve onların yetişmesinden birinci derecede mes’ûl olan anne-babalara neler tavsiye edersiniz?

Kur’ân-ı Kerîm’de, Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in şahsında ümmete bir îkaz olarak şöyle buyrulmaktadır:

“…Eğer Sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına uyarsan, (işte o zaman) Allah tarafından Sen’in ne bir dostun ne de bir koruyucun vardır.” (er-Ra‘d, 37)

Rabbimizin, bu âyet-i kerîmede Kur’ân’ı “ilim” tâbiriyle vasfedişi bizlere göstermektedir ki, mü’minler için öncelikle tahsil edilmesi gereken, Kur’ân kültürüdür. Kur’ân’sız bir ilmî hayat düşünülemez. Zira Kur’ân-ı Kerîm, her ilmin hikmet tarafını tebliğ ederek bizleri tefekküre dâvet etmektedir.

Bu sebeple siz gençlere en mühim tavsiyemiz, önünüzdeki yaz dönemini, Kur’ân iklîminden daha fazla nasip alabilmek için kıymetli bir fırsat olarak görmeniz ve bu yönde ciddî bir gayret sarf etmenizdir.

Şunu unutmamak lâzımdır ki Kur’ân-ı Kerîm, bir fânînin eseri değil, kâinâtı yoktan vâr eden Cenâb-ı Hakk’ın biz kullarını dünya ve âhiret saâdetine erdirmek için lûtfettiği en mühim hidâyet rehberidir.

O, ferdin içi ve dışını arındıran bir nurdur. İbret ve hikmetleriyle kalpleri ihyâ eden bir nasihattir. Ferdî ve ictimâî hastalıklara devâdır. Allâh’ın rızâsını elde etmek, kötülüklerden ve ebedî azaptan kurtulmak isteyenler için Allah Teâlâ’nın kullarına uzattığı, tutunabilecekleri en sağlam kulptur. Ona tutunanlar kurtulur, yücelir ve izzet bulur; onu terk edenlerse alçalır, süflîleşir ve doğru yoldan uzaklaşır.

Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurmuştur:

“Kur’ân’ın nûru, zerre zerre Hak ile batılı ayırt eder; bize gösterir.”

“Huşû ve ihlâs ile, cân u gönülden, Kur’ân-ı Kerîmʼi okur, ona sığınırsan, peygamberlerin ruhları ile âşinâlık peydâ edersin. Kur’ân, peygamberlerin hâlleridir.”

Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in hayatına baktığımız zaman, ilâhî emâneti yüklendiği andan Yüce Dost’una kavuşuncaya kadarki bütün günlerini, ümmetini Kur’ân kültürü ile yetiştirebilmenin gayret ve hizmeti içinde geçirmiş olduğunu görürüz.

Enes -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre Ebû Talha -radıyallâhu anh- bir gün Peygamber Efendimiz’in yanına varmıştı. Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in ayakta Ashâb-ı Suffe’ye Kur’ân öğrettiğini gördü. Allah Rasûlü, açlıktan iki büklüm olan belini doğrultmak için karnına taş bağlamıştı.

İşte Rasûl-i Ekrem Efendimiz ve ashâbının en mühim meşgûliyeti, Allâh’ın kitâbını öğrenip öğretmek, anlayıp anlatmaktı. En büyük arzu ve iştiyakları da Kur’ân’ı tekrar tekrar okumak ve dinlemekti. (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, Beyrut 1967, I, 342)

Bu sebeple Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, Kur’ân talebelerini dâimâ üstün tutmuş, onlarla özel olarak ilgilenmiş ve Kur’ânî bilgisi daha üstün olanı dâimâ diğerlerine tercih etmiştir. Nitekim bir defasında Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, Tebük Seferi’ne çıkarken Neccâroğulları’nın sancağını Umâre bin Hazm’a vermişti. Daha sonra Zeyd bin Sâbit’i görünce, sancağı Umâre’den alıp ona verdi. Umâre -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlâllah! Bana kızdınız mı? (Yani benim bir kusûrum mu oldu?)” diye sorunca Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:

“–Hayır! Vallâhi kızmadım! Fakat siz de Kur’ân’ı tercih ediniz! Zeyd, Kur’ân’ı senden daha çok ezberlemiş (ve Kur’ân ile hemhâl olmuştur.) Burnu kesik zenci köle bile olsa, Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş (ve onunla daha çok hemhâl) olan kimse başkalarına tercih edilir!” buyurdu.[1]

Yine bir hadîs-i şerîflerinde, “En hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” buyuran[2] Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz, “Kalbinde Kur’ân’dan hiçbir şey bulunmayan kimseyi harap bir eve” benzetmiştir.[3]

Lâkin ne yazıktır ki zamanımızda bâzıları, Kur’ân-ı Kerîm tahsilini (kültürünü) ikinci, hattâ üçüncü plâna atmakta olduklarından, evlâtlarına verecekleri Kur’ân eğitimini, bir ilim tahsili ciddiyetiyle değil de, basit bir yaz tatili programı olarak görmektedirler. Hâlbuki insana ebedî saâdetini kazandıracak olan Kur’ân eğitimini, sıradan bir meşgale gibi telâkkî etmek kadar fecî bir aldanış olamaz!.. Kur’ân-ı Kerîmʼe olan hürmetimiz, bizim Cenâb-ı Hakk’a olan muhabbetimizin de bir nişânesidir.

Ne hazindir ki günümüzde yapılan bir araştırmaya göre, İstanbul’da bin kişiden ciddî olarak ancak sadece üç kişinin Kur’ân eğitimi aldığı ortaya çıkmıştır.[4]

Allah Teâlâ’nın beşeriyete en büyük armağanı olan Kur’ân-ı Kerîm’e lâyıkıyla önem vermemek ve Kur’ân kurslarını küçümseyerek diğer tahsillere daha fazla ehemmiyet atfetmek, çıkmaz sokaklarda istikbâl aramaktır.

Düşünmek îcâb eder ki, herhangi bir iş sahibi kimse bile, kendisine mâliyeden gelen bir mektubu önemine binâen okumayı aslâ geciktirmez. Hattâ anlamadığı yer olduğunda, soluğu hemen bir mâlî müşavirin yanında alır. Veya ismine gönderilen hukûkî bir mektubun muhtevâsını tam olarak anlayabilmek için hemen bir hukuk müşâvirine mürâcaat eder. Göstermiş olduğu bu hassâsiyet, üç günlük dünyaya âit bitmez tükenmez endişelerinin bir neticesidir…

Fakat insanın, fânî hayatı için göstermiş olduğu bu hassâsiyetin çok daha fazlasını sonsuz âhiret yurdu için göstermesi gerekmez mi?

Unutmayalım ki anne-babaya düşen en büyük vazife, ilâhî bir emânet olan evlâtlarını Kur’ân kültüründen nasiplendirebilmektir. En merhametli anne-baba, evlâdını Kur’ân terbiyesiyle asıl istikbâl olan âhirete hazırlayan anne-babadır. İnsanın, evlâdına verebileceği en büyük hediye, güzel bir terbiyedir. Bırakacağı en güzel miras da, Kur’ân kültürü ile inşâ edilmiş bir şahsiyettir.

Bu sebeple, evlâtlarına ebedî saâdetin yolunu göstermeyen anne-babalar büyük bir vebal altındadır. Zira mânevî tahsil hususunda câhil bırakılan, Kur’ân ve Sünnet iklîminde terbiye edilmeyen evlâtlar, kıyâmet günü anne-babalarından dâvâcı olacaklardır. İbn-i Ömer -radıyallâhu anh- der ki:

“Evlâdını iyi terbiye et. Zira bundan mes’ulsün. «Terbiyesiyle ilgili olarak ne yaptın, neler öğrettin?» diye hesaba çekileceksin.”

Bu hakîkate binâen Kur’ân eğitimi, küçük yaşlardan îtibâren îtinâ gösterilmesi ve aslâ terk edilmemesi gereken bir vazifedir. Zira çocuğun kulakları Kur’ân’ın sesine, kalbi Kur’ân’ın dünyasına âşinâ olmalıdır. Şu hadîs-i şerîf, bu hususta ne güzel bir müjdedir:

“Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler (Yani Kur’ân’ın feyziyle nurlanır.)” (Ali el-Müttakî, I, 532)

Bir başka hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmuştur:

“Kur’ân okuyunuz… Çünkü Allah, içinde Kur’ân bulunan bir kalbe azâb etmez…” (Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1)

Gönüllerimizin, içinde hiçbir hayat emâresi görülmeyen kurak bir çöl hâline gelmemesi için, bizlere en büyük ilâhî emânet olan Kur’ân’ı okumak, anlamak ve yaşamak sûretiyle dâimâ baş tâcı etmemiz gerekmektedir. O’na karşı vazîfelerimizde ihmâlkârlık göstermek ve ona lâkayd kalmak, ebedî hüsrânın en dehşetli sebeplerinden biridir. Bu îtibarla, merhum Âkif’in şu beytindeki îkâzı hatırımızdan çıkarmamamız gerekir:

İnmemiştir hele Kur’ân bunu hakkıyla bilin,

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için!..

Unutmayalım ki, Kur’ân’dan uzak bir hayat, bir ebediyyet intihârıdır ve Kur’ân’sız bir insan, canlı bir mezar gibidir.

Cenâb-ı Hak, bizleri Kur’ân’ın ilim ve ahlâkıyla ziynetlendirsin! Onun sonsuz tefekkür ikliminden ve Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in gönül dokusundan hisseler lûtfederek gönüllerimizi ihyâ eylesin…

Âmîn…


Dipnot:

[1] Vâkıdî, Meğâzî, Beyrut 1989, III, 1003.

[2] Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 15.

[3] Dârimî, Fedâilu’l-Kur’ân, 1.

[4] Diyânet İşleri Başkanlığı’nın yaptırmış olduğu bir araştırmaya göre, 15 milyon nüfûsu olan İstanbul’da Kur’ân eğitimi alan talebe sayısı 52 bin kişidir.