Genç Eşlerin Mes`ûliyetleri

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2013 Ay: Şubat Sayı: 77

Efendim; günümüzde maalesef boşanmaların arttığına şâhit olmaktayız, âileler huzursuz. Evliliklerin huzurlu bir şekilde devamı husûsunda, bilhassa genç eşlerin mes’ûliyetlerine dâir, neler tavsiye edersiniz?

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber Efendimiz’i bize tanıtırken:

“Andolsun ki Rasûlullah, sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için, güzel bir örnektir.” (el-Ahzâb, 21)  buyurmaktadır. Yani Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, hayat yolculuğunun her safhasında, mü’minleri gerçek huzur, saâdet ve selâmete ulaştıran eşsiz bir örnek ve müstesnâ bir rehberdir.

Bu sebeple, günümüzün evli gençlerine düşen; Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in hâne-i saâdetlerindeki gönül huzurundan yüksek derecede nasîb alabilmektir. Zira ancak, o mübârek yuvadan akisler taşıyan bir evlilik hayatı, gerçek mânâda ruhlara huzur bahşedebilir. Aksi takdirde huzursuzluk, geçimsizlik ve neticede ayrılık kaçınılmaz olur.

Peki, Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in âile yuvası nasıldı?

O yuva, öyle huzur ve güzellik dolu bir yuvaydı ki, orada günlerce sıcak bir yemek pişmediği hâlde, o ocağın her köşesinden burcu burcu saâdet râyihaları yükselirdi. Üstelik o mukaddes yuvada hanımların odası, ancak başlarını sokabilecekleri küçük bir mekândan ibâretti. Ancak o yuvanın en lezzetli rızkı; rızâ, sabır ve teslîmiyetti. Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in âile hayatında uyguladığı usûller, onların kalplerini sonsuz bir bağlılık, hürmet ve muhabbetle doldurmuştu.

Şu bir hakîkattir ki, hiçbir hanım, efendisini; vâlidelerimizin Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e olan sevgileri derecesinde sevemez. Hiçbir bey de, hanımını; Allah Rasûlü’nün, mübârek hanımlarına olan muhabbeti ölçüsünde sevemez. Hiçbir evlât, babasını; Hazret-i Fâtıma’nın Peygamber Efendimiz’i sevdiği kadar sevemez. Hiçbir baba da evlâdını, Allah Rasûlü’nün Hazret-i Fâtıma’yı sevdiği kadar sevemez.

Bir düşünelim, dedelerimiz, ninelerimiz mi daha mesuttu, bugünün insanı mı?

Ki eskiden, hayatın gündelik meşakkatleri açısından ele alacak olursak, meselâ o zamanlar bir çamaşır makinesi yoktu. Anneler bütün çamaşırları teknede ve elde defalarda çitileyerek yıkıyorlardı. Doğalgaz yoktu, evler kömürlü sobalarla ısıtılıyordu. Kömürü taşımak bir meşakkat, yandıktan sonra külünü boşaltmak ayrı bir meşakkatti. Buzdolabı yoktu. Sıcak havalarda serinlemek için, kuyulara su testileri sarkıtılıyordu. Yemekler maltızlarda pişiriliyordu. Bulaşık makineleri yoktu.

Yine pek çok hususta farklı farklı meşakkatler vardı. Fakat buna rağmen yüzlerde tebessüm, gönüllerde rızâ hâli, dillerde şükür, bunun neticesinde de âilede huzur ve kalbî beraberlik vardı. Bütün ev halkı, hamd ve şükür içerisinde Allâh’a secde ediyordu. Herkes, âile fertlerinin kendisine ilâhî bir emânet olduğu şuuruyla birbirinin hakkına riâyet ediyor, “önce ben” demek yerine “önce eşim, önce çocuğum, önce ebeveynim” diyebilen, diğergâm, fedakâr, hizmet ehli ve muhabbet dolu bir ruh dünyası içinde yetişiyordu. Âile, o ruh dünyası içinde bir bütündü.

Anne, üzerine düşen vazifelere dikkat ediyor; maddî imkânları hangi seviyede olursa olsun hâlinden şikâyet etmiyor, topluma iyi yetiştirilmiş bir insan kazandırabilmenin gayretiyle evlâtları için çırpınıyordu.

Baba, âilesinin hukûkuna dikkat ederek onlara sahip çıkıyor, maddiyatlarından ziyâde bilhassa mâneviyatlarına ehemmiyet vererek onları birlik-beraberlik içinde tutuyordu.

Çocuklar ve gençler, âileye sadâkat hâlinde bulunuyordu.

Lâkin günümüzde bu düzen çok değişti. Her şey, mânevî hayatımıza zehir serpen yanlış adreslerde aranır oldu. İnsanlar terbiyeyi televizyon dizilerinden, ahlâkı internetten, nezâket ve zarâfeti modacılardan öğrenir oldu. Yani günümüzde ictimâî hayat, büyük bir deprem yaşıyor. Toplum, sanki bir sahra hastahânesi hâlinde…

Nitekim Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı raporlara göre[1], 2012 yılının üçüncü döneminde (Temmuz-Ağustos-Eylül) 25.295 çift boşanmıştır. Bu boşanmaların da % 38,3’ü evliliğin ilk beş yılı içerisinde gerçekleşmiştir. Bunun acı bir neticesi olarak da, pek çok çocuk, anne-babanın şefkat ocağında büyümesi gerekirken, maalesef kaldırımların kucağına atılmıştır. Bu, müslüman bir toplum adına ne dehşetli bir manzara!.. Milletimizin istikbâli için ne korkunç bir gidişât!.. Bu gidişâtın önüne geçebilmenin tek çâresi de, az evvel ifâde ettiğimiz gibi, genç gönüllerin, ilâhî hakîkatler iklîminde yetişmesi ve Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in hâne-i saâdetlerindeki mânevî değerlerden gerçek mânâda nasiplenebilmesidir.

Unutmayalım ki, bir yuvayı huzur ve saâdet içinde devam ettiren en mühim husûsiyetler; eşlerin birbirlerini Allâh’ın emâneti olarak görüp bu emânete muhabbet, hürmet, fedakârlık ve sadâkatle sahip çıkmalarıdır. Ne pahasına olursa olsun, aslâ emânete hıyânet etmemeleridir. Bunun için de evli gençlerin bilhassa dikkat etmesi gereken iki mühim nokta vardır:

1. Mutluluk ve sevinçleri paylaşmak,

2. Hayatın yük ve sıkıntılarını paylaşmak.

Zira hayat, her zaman pembe bulutların üzerinde veya düz bir çizgi hâlinde devam etmez. Pek çok iniş ve çıkışı olan engebeli bir yol gibi, gün gelir fırtınalı ve karanlık bir hâl alır, gün gelir âsûde bir bahar iklîmine döner. Kader, bir sırr-ı ilâhîdir. Gelecek günler, iyi veya kötü, hayır veya şer, sayısız meçhul ve sürprizlerle doludur.

Müşterek bir hayat yolculuğu olan evlilikte sevinç ve mutluluklar paylaşıldıkça çoğaldığı gibi; sıkıntı, keder, hüzün ve iptilâlar da paylaşıldıkça azalıp hafifler. Bu sebeple taraflar, her zaman birbirlerine destek vermeli, birbirlerine en yakın tesellî kaynağı olmalı, hâsılı, birbirini yıkayan iki el gibi hareket etmelidirler. Birinin ayağı sürçtüğünde, diğeri ona baston olmalı ve elinden tutup kaldırmalıdır.

Bu girizgâhtan sonra, âilede huzur ve saâdeti temin etmek için, eşlere düşen vazifeler hususunda kısaca şunları zikredebiliriz:[2]

Önce hanımlardan başlayalım:

Öncelikle bir hanım evindeyken kendine îtinâ göstermeli, temiz ve bakımlı olmalıdır. Sıradan bir erkeğin nazarında bile kadının pasaklı ve derbeder olması, gözden düşmesi için yeterli bir sebeptir. Bu sebeple bir hanım, kocasına sevimsiz gelebilecek her türlü nâhoş görüntüden uzak olmalıdır. Zira evde aradığını bulamayan bir kimsenin gönlü, dışarıda yanlış yerlere kayar ve bu da âile saâdetini zaafa uğratır. Fakat bir müslüman, evde huzur bulamadığını bahâne ederek haramlara dalma gafletinden de son derece sakınmalı, Allah’tan korkup nefsini dizginlemelidir.

Kısacası hanım, ev içinde, renk ve kokusu muhtelif çiçeklerden derlenmiş bir buket gibi olmalı; beyine huzur ve saâdet tevzî etmelidir. Beyi akşam saatlerini özlemeli, akşam eve dönmekten nefret etmemelidir.

Sâliha bir hanım, kocasını güler yüzle ve kapıda karşılamalı, evden çıkarken de güzel söz ve duâlarla yolcu etmelidir. Nitekim hanım sahâbîler, efendilerini sabahleyin duâ ile uğurlarken şöyle diyorlardı:

“Allah’tan kork; haram kazanma! (Bize haram lokma getirme!) Zira biz dünyada açlığa sabrederiz, fakat kıyâmet gününde Cehennem azâbına sabredemeyiz.” (Abdülhamîd Keşk, Fî Rihâbi’t-Tefsîr, I, 26)

Yine sâliha bir hanım, kocasının sıkıntılarını paylaşmalı, yorgunluğunu atmasına yardımcı olmalıdır. Beyini hiçbir zaman ihmal etmemeli, âile fertleri arasındaki sıralamada onu aslâ ikinci sıraya düşürmemelidir. Bu hâl, fıtrata ters düşeceği için, normal bir erkek, kadının böyle bir davranışını kabullenemez.

Zamanımızda hanımların bilhassa dikkat etmesi gereken diğer bir mühim husus da, evlendiği kimsenin anne-babasını, kendi anne-babası bilmesidir. Geçmişte annelerimiz, gelin olarak evden çıkan kızlarını şu nasihatler eşliğinde uğurlarlardı:

“Yavrum, yuvana bembeyaz gelinlikle git, orayı saâdetle doldur ve girdiğin o kapıdan, yine ak ve lekesiz bir kefen ile ebedî yolculuğuna çık.”

Hanım, beyinin davranışlarına dikkat etmeli ve bir konuda asabîleştiğini fark ettiğinde, meseleyi büyütüp işi münâkaşa safhasına vardırmamalıdır. Zira ciddî ve uzun süreli münâkaşalar, aradaki muhabbet ve saygıyı zedeler. Bu gibi durumlarda bilhassa hanımların, kocalarına karşı davranışlarında daha sakin, kontrollü, sabırlı ve alttan alıcı olmaları îcâb eder. Zira eğer kocası hatâlı ise bu yumuşak tavır karşısında çok geçmeden hatâsını anlayacak ve hanımına karşı mahcûbiyet hissiyle daha çok bağlanacaktır. Aksi hâlde, yani öfkeye öfkeyle karşılık gördüğünde, sağlıklı düşünemeyeceği için hatâsını göremeyecek ve aralarına girmiş olan şeytan, iki kalbe kin, düşmanlık ve ayrılık tohumları ekecektir.

Velhâsıl evinin saâdet kaynağı ve zevk u safâ ışığı olan sâliha bir hanım, Allâh’ın kendisine verdiği akıl nîmetini, eşine karşı çok dikkatli bir şekilde kullanmayı bilmelidir. Zira babaların hiddet ve asabiyetini, çocukların usandırıcı hırçınlıklarını eritecek yegâne fazîlet cevheri, ancak bir anne kalbidir.

Bir insan, sevmelidir ki, sevilsin; saymalıdır ki, sayılsın. Fedakâr olmalıdır ki, karşılığında güzellik ve ikramlar bulsun. Lâkin âile içinde bunlar öncelikle hanımdan gelmelidir. Bu sebeple akıllı bir hanım, kendisini kocasına, çocuklarına ve âile büyüklerine sevdirerek dâimâ saâdet yolunun öncüsü olur. Sâliha bir hanım için, hadîs-i şerîfte verilmiş olan şu müjde, ne büyük bir bahtiyarlıktır:

“Kocası kendisinden râzı olarak vefat eden (sâliha) kadın, cennete gider.” (Tirmizî, Radâ, 10)

Diğer bir hadîs-i şerîfte de bildirildiği üzere, Cenâb-ı Hak tarafından Peygamber Efendimiz’e bu dünyadan sevdirilen üç şeyden biri de, böyle bir “sâliha hanım”dır.[3]

Evli bir erkeğin, âile yuvasında dikkat etmesi gereken belli başlı hususlara gelince;

İslâm dîni, âileyi âdeta babaya emânet etmiş ve âilenin maddî-mânevî bütün ihtiyaçlarını karşılamak hususunda, ona tam bir vazife ve salâhiyet vermiştir. Bu sebeple âilede reislik mevkii, babaya tahsis edilmiştir.

Öncelikle kadın ve çocukların, dînî ve ahlâkî bakımdan iyi yetiştirilmesi; onların dünya ve âhiret saâdetlerine vesîle olacak şekilde terbiye edilmeleri, erkeğe âit mühim vazifelerdendir. Bu yüzden evin reisi, Kur’ân-ı Kerîm’in şu îkâzını hiçbir zaman hatırından çıkarmamalıdır:

“Ey îman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz…” (et-Tahrîm, 6)

Erkek, âilesini her türlü fırtınadan koruyan bir huzur limanıdır. Bundan dolayı bütün âile fertlerini, onların dînî değerlerini zedeleyebilecek kötü arkadaşlardan, ahlâkî güzelliklerini tahrip edebilecek nefsânî gezi ve eğlencelerden, televizyonların menfî yayınlarından, internetin müstehcen sokaklarından, seciyesiz ve seviyesiz kitap, gazete ve neşriyattan da uzak tutmalıdır.

Hanımından, meşrû ölçülerin dışında nâmahremlerin karşısına çıkmasını ve onlara hizmet etmesini istememeli, âilesini mümkün mertebe karışık ortamlardan uzak tutmalıdır. Hanımının sır ve kusurlarını herkesten gizlemelidir.

Âilesi ve çocuklarıyla münâsebetlerinde, onlara merhamet ve hilim ile yaklaşmalıdır. Dînî hususlardaki noksanlık ve ihmalkârlıklarında ise meseleye son derece ciddiyetle yaklaşmalı, cehâlet veya tembellik gibi menfîliklerin üzerine kararlılıkla gitmelidir. Hanımının ve çocuklarının dînî bilgi ve amel eksikliklerini gidermeye büyük bir titizlik göstermelidir. Özellikle de çocuklarını küçük yaşlarda namaza alıştırmaya ve Kur’ân eğitimine ehemmiyet vermelidir.

Hâsılı erkek, ev içerisinde âilesine karşı yumuşak ve gönül alıcı sözlerle hitâb etmeli, abus ve kaba bir çehre ile onları yanından uzaklaştırmamalıdır. Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in, şu beyânını unutmamalıdır:

“Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlarınızdır.” (Tirmizî, Radâ’ 11)

Son olarak şunu da ifâde edelim ki, yuvaya sahip çıkmak husûsunda kadın, erkeğe göre daha tesirli bir rol üstlenmiştir. Nitekim; “Yuvayı dişi kuş yapar.” sözü de bu hakîkatin bir ifâdesidir. Dolayısıyla kadının bu noktada göstereceği firâset, basîret, gayret ve fedakârlık, erkeğinkinden daha büyük bir ehemmiyet taşır.

Cenâb-ı Hak, bütün yuvalara, Efendimiz’in hâne-i saâdetlerindeki mânevî huzur iklîminden hisseler ihsan eylesin…

Âmîn!..


Dipnotlar:

[1] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=10968&as_fid=spWVLde1L%2B04yWLdat1o

[2] Bu hususta daha geniş mâlûmat için “Huzurlu Âile Yuvası” isimli eserimize bakılabilir.

[3] Bkz. Nesâî, Işretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199.