Fetih ve Fatih

1994 – Mayis, Sayı: 099, Sayfa: 038

Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz Hazretleri bundan 1400 küsur sene evvel, İstanbul’un ehemmiyetine ve bu mübarek beldeyi fethedecek kumandan ve askerlerin şerifine işaret ederek, fethi bu suretle teşvik buyurmuşlardır. Ardarda gelen “Sahabi Orduları” nın uzun çölleri aşarak üç bin kilometrelik bir mesafeyi kat edebilmeleri hep bu şerefe nail olabilmek içindi. Surların dışı Eyüp civarında sayısız Sahabe’ye mübarek bir medfen olduğundan Osmanlı zamanında aynen Mekke ve Medine gibi, buraya gayr-i müslim ayağı bastırılmazdı. Çünkü bilinen yirmi-otuz Sahabi kabrine ilaveten bilinmeyen binlercesinin mevcudiyeti tarihi bir hakikattir. Her gücü yeten mücahidin hayat ve emellerinin ufku olan bu şerefli fetih 1453 (Hicrî 857) yılında hayatının baharını yaşayan Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’ne nasip olmuştur. Çünkü vakit artık tamamdı. Fatih daha fazla gecikemezdi. Kur’an-ı Kerim’in sırrında fethin vakti gelmişti. Nitekim Kur’an’daki “Beldetün Tayyibe“(Sebe,15) ibaresi, Allame Molla Camîi‘nin tespitine göre; ebced hesabıyla 857’ye (Miladi 1453) tekabül etmektedir.

Bunun yanında beklenen netice için hem zahirî ve hem de batınî sebepler kemale ermişti. Şöyle ki, Fatih ve askerlerinin asıl gücü, Peygamber müjdesinden başlayarak binlerce mücahidin ulvî bir heyecan haline gelen arzularının neticesi olan adeta Barigah-ı Uluhiyete yükselen -dua ve fiilî hareket olarak- müstecab ilticalardan kaynaklanıyordu. Çünkü binlerce mümin gönülden taşan ulvî fetih iştiyakı artık o noktaya ulaşmıştı ki; yağmur bulutlarının azamî derecede işba haline geldikten sonra mecburi bir surette boşalması gibi fethin, zuhur safhasına intikali de zaruret olmuştu.

Muhyiddin İbnü-l Arabî Füsus’ta şöyle buyurur: “Firavn zuhur edecek olan Hz.Musa’yı imha için 980.000 masumu katletmiştir. Bu çocukların hepsi Hz.Musa’ya hayatında imdat olmak, onun ruhaniyetini güçlendirmek için öldürülüyorlardı. Çünkü Firavn ve Firavn ailesi Musa’yı henüz bilmiyorlarsa da Hakk Teâlâ biliyordu. Elbette bunların herbirinin alınan hayatı Musa’ya ait olacaktı, zira gaye o idi.”

Nitekim İstanbul için her fetih hamlesi, müstakbel fethi mübînin ruhaniyetini takviye etmiştir.

Musa aleyhisselam’ın zuhuru ile İstanbul’un fethi arasında sanki bir kader benzerliği vardır.

Bir diğer husus da , Allah -celle celâlühû- bir kula takdir buyurduğu şerefli bir hizmetin zahirde mümkün olabilmesi için o kula önce liyakat ihsan buyurması gerekir. İşte bir de bu yönden bakılınca, Fatih’in şahsiyetindeki zahirî ve batınî kemal de bu fethin gerçekleşme sebeplerinden biri olarak görünmektedir. Bu kemal ve liyakat, Fatih’in bütün fiil ve harekatında müşahede olunduğu gibi, O’nun sayısız vakıflarının vakfiyelerinde de görülür. İşte bunlardan biri:

FATİH VAKFİYESİ

“Ben ki İstanbul Fatihi abd-i aciz (l) Fatih Sultan Mehmed, bizzatihi alun terimle kazanmış olduğum akçelerimle satun aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde kain(2) ve malumu’l-hudut (3) olan 136 bap dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. Şöyle ki:

Bu gayri menkulatımdan elde olunacak nemalarla(4) İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim.

Bunlar ki, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezerler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökerler ki yevmiye 20’şer akçe alsunlar: ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasb eyledim.

Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar bilaistisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar: var ise şifası, ya da mümkün ise şifayab(5) olalar. Değilse kendilerinden hiç bir karşılık beklemeksizin Daru’laceze’ye (6) kaldırılarak orada salah bulduralar.

Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vaki olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah, ehli erbaba verile. Bunlar ki hayvanat-ı vahşiyenin yumurta veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar.

Ayrıca külliyende bina ve inşa eylediğim imarethanede şehit ve şühedanın harimleri ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizzatihi kenduleri gelmeyüp yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle”

Görüldüğü gibi Fatih toplumun korunmaya muhtaç fertleri için en hassas edeb ölçüleri ile kaideler koyuyor. Zamanında çok nadir olan “yere tükürmek” gibi hoş olmayan fiillere karşı tedbir alıyor. Hastaların av etiyle beslenip sıhhat bulmalarını emrederken, diğer taraftan da tabiattaki “ekolojik denge “yi muhafaza için avlanmayı yumurta ve yavru mevsiminde yasaklıyor. Ümmete olan şefkat ve merhametinin yanında hayvanların da hukukunu koruyor.

Bugün dünyanın geleceğini karartan “çevre kirlenmesi” ve “ekolojik denge”nin beşyüz küsür yıl evvel göz önüne alınması son derece calib-i dikkattir.

Şehid ailelerine kapalı kaplar içinde ve karanlıkta yemek dağıtılması onların izzet ve haysiyetlerini koruma hususunda ka’bına varılmaz bir ideal ve vefa örneğidir. Gelecek nesillere bir nezaket ve edeb talimidir.

Hazreti Mevlana:

-“İman nedir? diye aklıma sordum. Aklım kalbimin kulağına eğilip “İman edepten ibarettir” diye fısıldadı…” buyurmaktadır.

Bütün bunlar onun ruhi olgunluğunun ve şahsiyetinin ümmete yansıyan bir pırıltısıdır. İslâm’ın mahlukata ve insana bakış tarzının hassas, ince ve zarif örneğidir. Nesline ve bütün insanlığa bir istikamet mirasıdır. Bu günün insanının da kaybedip bir türlü elde edemediği büyük hasletlerdir.

Şimdi bize ne oldu? Özbenliğimizi kaybettik. Onu aramanın çırpınışları içinde bocalıyoruz.

Üstat Necip Fazıl merhum “Ata Senfoni” isimli eserini şu cümlelerle noktalamaktadır. Biz de onunla bitirelim:

“Yıllardır süren bir ayrılıktan sonra köyüne dönen bir mücahit, orasını ıssız ve harab bulur. Rastladığı bir ihtiyara sorar:

-“Baba bu köy böyle harab ve ıssız değildi. Çok güzel insanlar ve çok güzel atlar vardı. Onlar ne oldu?”

İhtiyar cevap verir:

-” Evlad, bütün güzel insanlar o güzel atlara bindiler ve gittiler!. Bir daha hiç biri geriye gelmedi!..”

Dipnotlar: l.Abd-i aciz: Aciz kul 2.Kain: Bulunan 3.Malumu’l-hudud: Hudutları belli olan 4.Nema: Gelir 5.Şıfayab: Şifa bulan 6.Darül-aceze: Şifahane 7.Salah: İyileşmek 8. Balkan: Orman 9.Ekolojik Denge:Tabiat dengesi