Darlıkta da Genişlikte de Verebilmek

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

DARLIKTA DA GENİŞLİKTE DE VEREBİLMEK

İnfak çok mühim. Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

فِى السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ buyuruyor. “…Genişlikte ve darlıkta…” (Âl-i İmrân, 134) Genişlikte ve darlıkta verebilme. Bu da çok mühim bir…

Ebû Zer, en darda olandı. Ebû Zerʼe bile tâlimat verdi Efendimiz:

“‒Ebû Zer! (Dedi.) Çorbana su koy.” dedi. Tane koyacak durumu yoktu. “Etrafını gözet.” dedi. Bak dedi, kim bir çorbaya muhtaç? Üçüncü olarak; “Bir nezâketle dağıt.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Birr, 142)

Bu nezâket çok mühim:

Fatih, İstanbulʼu fethettikten sonra aşhâneler kurdu. İstanbul şehidlerinin yetimlerine gıda dağıtıyorlardı, yemek dağıtıyorlardı kapalı kaplar üzerinde. Fatihʼin verdiği tâlimat:

“Havanın loş karanlığında dağıtın. Yani hava kararırken dağıtın. Herkes evlerine çekilmiş olsun. Eve verdiğiniz, ikram ettiğiniz kimsenin bu şekilde haysiyeti korunsun.”

Velhâsıl, işte âyet-i kerîme:

(Müʼminler) boş şeylerden kendilerini korurlar.” (el-Müʼminûn, 3)

Boş şeylerden korumak, neyle oluyor? Böyle fazîlete ermekle olmuş oluyor.

Velhâsıl âyet-i kerîme, buna benzer daha çok husûsiyetler var.

Velhâsıl İslâm, bir noktada çok huzur verici bir saâdet dîni. Fakat bu hayatın med-cezirlerinden de kendimizi koruyabilme…

Yine bu, devam eden âyetler var. Hulâsa olarak onları bir şey yapmış olduk. Onun şeyinde de Cenâb-ı Hak bize bir, “yaratılış”ı bildiriyor. Baştan, namazla başlıyor, sonu yine namazla:

“Onlar ki namazlarını «يُحَافِظُونَ» muhâfaza ederler.” (el-Müʼminûn, 9)

Baştan:

“Namazlarını huşû ile kılarlar.” (el-Müʼminûn, 2)

Ondan sonra, “يُحَافِظُونَ”.

Bu maddeleri bildirdikten sonra, aradaki, infaktı, iffetti, sözünde/ahdinde durmaktı, ondan sonra yine “يُحَافِظُونَ” geliyor:

“Namazlarını muhâfaza ederler.” (el-Müʼminûn, 9)

Cenâb-ı Hak çok duruyor namaz üzerinde. Namazı, âdâbına uygun, hem zâhirî âdâbına uygun, hem rûhânî âdâbına uygun olarak kılabilmek namazları.

Bilhassa tabi bu:

“Onlar namazlarında dâimdir.” (el-Meâric, 23) buyruluyor.

Bilhassa bu, gece namazı çok mühim.

Hasan-ı Basrî Hazretleri:

“Gece ibadetine kalkmak, günahlar altında ezilen kişiye ağır gelir.” buyuruyor.

Onun için günümüzü öyle ayarlayacağız ki, erken yatacağız, ona göre seherleri uyanık olarak geçireceğiz.

Bâyezîd-i Bistâmî:

“Geceler gündüz olmadan bana hiçbir şey fetholmadı.”

Yani o seherleri bir gündüz hâline getirebilmek.

Yine Mevlânâ Hazretleri:

“Bu seher, bana hiçbir şey ilham olmadı. Anladım ki ağzımdan birkaç tane şüpheli lokma geçti.” buyuruyor.

Velhâsıl, bu on madde sayıldıktan sonra Cenâb-ı Hak:

“İşte asıl bunlar vâris olacaklardır. Firdevs Cennetiʼne vâris olanlar, orada ebedî olarak kalacaklardır.” (el-Müʼminûn, 10-11) buyuruyor.

Zeyd bin Erkam (rivâyetine göre Peygamber Efendimiz) şöyle duâ ediyordu:

“…Allâhʼım! Fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım…”

Yani bir ilim, ömrümüzü bir ilme verdik, fakat eğer o ilim bizi mârifetullâha götürmüyorsa, kalbimizi kuru bırakmışsa, birtakım apoletler almışız ama kalbimiz kuru kalmış, bu ilme, “اَلْعِلْمُ لَا يَنْفَعُ” (fayda vermeyen ilim) buyuruyor Allah Rasûlü. Bu ilimden kendisini uzakta tutmak (için); “Allâhʼa sığınırım.” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Zikir, 73)

Demek ki okuttuğumuz, çocuklarımıza okuttuğumuz, tahsil ettiğimiz en mühim, çocuklarımıza bu îman şuurunu verebilmek. Oradan çocuklarımız bir takvâ şuuruna erebilmesi.

Yine Zeyd bin Erkam (rivâyeti):

“…Ürpermeyen kalpten yâ Rabbi Sana sığınırım…” buyuruyor.

Âyette:

“Muhakkak müʼminler, Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen kimselerdir…” (el-Enfâl, 2) buyruluyor.

“…Doymayan nefisten yâ Rabbi Sana sığınırım…”

Muhteris ve kanaat mahrumu.

Mevlânâ da bir misal veriyor:

 “Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken, boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur. Oltanın ucundaki yeme aldanır, kendisini helâk eder, oltadaki kancayı görmez.”

Velhâsıl fânî bir hayatın içindeyiz. Hayat, kundak ve kefen arasında bir yolculuk. Ömür, beşik ile teneşir arasında bir zaman tüneli.

Yaratılışımızı tefekkür edelim:

Bu dünyada bir sîmâmız var, bir bedenimiz var. Vücudumuzun özellikleri var. İlâhî takdirle tayin edilmiş annelerimiz var, babalarımız var. Bunlar, imtihan âleminin dekorları. Ya öbür âlem nasıl olacak?

Cenâb-ı Hak:

“Yüzler vardır ki mesuttur.” (el-Kıyâme, 22)

“Yüzler vardır ki pörsümüştür.” (el-Kıyâme, 24) buyuruyor. (Ayrıca bkz. Abese, 38-40)

Velhâsıl bir âhiret hazırlığı içinde olabilmek. Her nefes, her hâlde.

Ondan sonra gelen âyetlerde:

“Andolsun Biz insanı çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık…” (el-Müʼminûn, 12)

Yani insan kendisine baksın, nereden geldi? Şu bastığımız toprak üzerinde milyonlarca insanın, Âdem -aleyhisselâm-ʼdan bugüne kadar, cesetleri var, toprağa dönmüş. Gelecek nesiller var. Oradan gelen gıdalarla, babalarının sulblerine geçecek, annelere geçecek ve dünyaya çıkacak.

Cenâb-ı Hak:

“Andolsun Biz insanı…” Kulu Cenâb-ı Hak mâzisine döndürüyor.

“Andolsun Biz insanı çamurdan süzülüp çıkarılmış bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta (bir rahimde) nutfe hâline getirdik.” (el-Müʼminûn, 12-13)

Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

ثُمَّ خَلَقْنَا, فَخَلَقْنَا, فَخَلَقْنَا, خَلْقًا…

Devamlı bir yaratılıştan bir yaratılışa Cenâb-ı Hak çeviriyor rahimde. (Bkz. el-Müʼminûn, 14)

Baştan bir “nutfe”; yok kadar bir şey. Ondan sonra Cenâb-ı Hak onu bir “aleka”ya çeviriyor; pıhtı, asılı bir şey. Ondan sonra onu “mudğa”ya çeviriyor; bir parçacık çiğnenmiş bir et misali. Şekilsiz, biçimsiz, kafa büyük, beden bir tenâsüb yok.

“…Sonra onu bir parça eti iskelete çeviriyor. Bu kemikleri etle kapladık…” (el-Müʼminûn, 14) buyuruyor.

Hep bunlar bir nutfeden, yok kadar bir şeyden. Bütün içimizdeki cihazlar öyle.

“…Sonra onu başka bir yaratışla insan hâline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” (el-Müʼminûn, 14)

Yani burada bir yaratılıştan bir yaratılışa geçmesi:

“خَلَقْنَا, خَلَقْنَا, خَلَقْنَا” (Yarattık, yarattık, yarattık.) buyruluyor.

Cenâb-ı Hak doğrudan doğruya verebilirdi, çıkartabilirdi. Fakat insan bir mâzisine dönsün, kendisinin bir yaratılışını görsün, ilâhî azameti, ilâhî kudret akışlarını bir tefekkür etsin.

Yine Cenâb-ı Hak İnfitar Sûresiʼnde:

“Ey insan! Seni yaratıp seni düzgün ve dengeli kılan, seni istediği şekilde birleştiren (Rabbine karşı), ihsânı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (el-İnfitâr, 6-8) diyor Cenâb-ı Hak. Soruyor: Seni ne aldatıyor? Yaşından evvel, bir nutfeydin, yok kadar bir şeydin. Nasıl merhalelerden geçtin? Senin bir dahlin var mıydı? Yok. Şeklini biçimini, boyunu, enini sen mi verdin? Kaderini sen mi biliyorsun?..

Velhâsıl müʼminin tefekkür ufku geniş olacak. Yaratılışını tefekkür edecek. Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

“Sonra, muhakkak bunun ardından elbet öleceksiniz.” (el-Müʼminûn, 15) buyuruyor. Bu dünyanın imtihan hayatına gireceksiniz. Bu imtihan hayatı da merhale merhale. Baştan güç-kuvvet. Sonra; “نُنَكِّسْهُ فِى الْخَلْقِ” (“…Onu yaratılış itibâriyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız).” [Yâsîn, 68]) Yine tersine dönüyor güç-kuvvet. Yaşlılık başlıyor. Saç-sakal ağarıyor. Vücutta arızalar başlıyor. Vücut şâkülünden kayıyor.

اَفَلَا يَعْقِلُونَ : “…İnsan akıl erdirmez mi?” (Yâsîn, 68)

Cenâb-ı Hak:

“Sonra muhakkak ki bunlardan sonra elbette öleceksiniz.” (el-Müʼminûn, 15)

Cenâb-ı Hak bir ölüm ânını bildiriyor Kāf Sûresiʼnde:

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de; «İşte (ey insan!) Bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir.» denir.” (Kāf, 19)

“Ölüm ânı gelir de; «Bu senin öteden beri kaçtığın şeydir.» denir.”

“Sûrʼa üfürülür. İşte bu, geleceği vaad edilen gündür.” (Kāf, 20)

Velhâsıl dünyaya tek olarak geliş. Saf ve tertemiz, mâsumâne bir çocukluk hayatı. Ondan sonra bir bülûğ çağı; bir mesʼûliyetin başlaması. Ve ölüm ile bu amellerle ebedî bir yolculuğa istikâmetlenme.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

“Sonra şüphesiz, sizler kıyâmet günü tekrar diriltileceksiniz.” (el-Müʼminûn, 16)

Yaratan, tekrar diriltecek.

Kıyâmette hâlimiz nasıl olacak?

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

(Kişi sevdiğiyle beraberdir. [Buhârî, Edeb, 96])

Dünyada kimi taklit ettik, kimi sevdik, kime hayran olduk? Hayran olmak, itaati îcâb eder. Cenâb-ı Hak da cümlemize -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe ashâb-ı kirâmın o sevgisinden bize -inşâallah- Cenâb-ı Hak hisseler ihsân eylesin.

Bir kabristana gitsek, kendi yaşımızdan aşağıda çok mezar görürüz.

Gazâlî Hazretleri buyuruyor ki:

“Bugün kendini ölmüş bil (diyor). Ne kadar eyvah, vah vah, keşke diyeceksin (diyor). Bundan sonraki olan ömrünü, Allâhʼın verdiği bir nîmet olarak bil, kendini o kadar istikâmetlendir.” buyuruyor.

Hayatımızı amel-i sâlihlerle geçirmemizin lüzumunu hissetmek. Tevbe ve duânın, ibadetlerin idrâki içinde bulunabilmek.

Ebû Bekir Efendimizʼin bir hutbesi var. Onunla bitirelim:

“Nerede herkesin hayran olduğu o güzel yüzlü insanlar? Nerede herkesin hayran olduğu güzel yüzlü insanlar?

Nerede gençliğine mağrur olan yiğitler?

Nerede ihtişamlı şehirler kurup etrafını yüksek surlarla çeviren hükümdarlar?

Nerede harp meydanlarında mağlûbiyet tanımayan kahramanlar?

Zaman, hepsini çürütüp yerle bir etti. Hepsi kabrin karanlıklarına gömülüp gitti. Acele edin, acele edin! Vakit geçmeden aklınızı (kalbinizi) başınıza alın da ölüm ötesine bir an evvel hazırlanın! Kendinizi kurtarın, kendinizi kurtarın!” buyuruyor Ebû Bekir -radıyallâhu anh-.

Cenâb-ı Hak cümlemizi -inşâallah- bu tavsiyelerin içinde olmamızı ihsân eylesin.

Burada, yine bu ashâb-ı kirâm şeyinde güzel bir şey var. “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Herkesin istîdâdı ayrı. Herkesin istîdâdını geliştirecek. Her sahâbî Efendimizʼden feyz aldı. Kendini, istîdâdını geliştirdi. Efendimizʼle bütünleşti. Oʼnda fânî oldu ve bekāyı buldu.

Sıddîklar, hayatlarını Oʼndan aldığı ihlâs ve sadâkatle tezyin etti… Sıddıklar, hayatlarını Oʼndan aldığı ihlâs ve sadâkatle tezyin etti.

Fâruklar, adâlet ve furkān ile tezyin etti.

Hazret-i Osmanlar, hayâ ve Kurʼân nûruyla tezyin etti.

Aliler, ilim ve yiğitlikle tezyin ettiler.

Hâlid bin Velidler, Sa‘d bin Ebî Vakkaslar, Ebû Ubeydeler, cihad ve tebliğ heyecanıyla;

İbn-i Mesʼûd, İbn-i Abbas, Ebû Hüreyre Hazarâtı, nice faydalı ilim ve irfân ile, Allah Rasûlüʼnün hadislerini yeni nesillere öğretmekle…

Ki İbn-i Mesʼûd; “Öyle bir hâle geldik ki (diyor), boğazımızdan geçen lokmaların zikrini duyuyorduk.” buyuruyor. (Buhârî, Menâkıb, 25)

Ebuʼd-Derdâlar tebessümle, Sümeyyeler, Yâsirler, Ammarlar, Hasan ve Hüseyinler şehâdetle…

Hulâsa, her biri Allahʼa tâzim ve kullarına şefkat ve hizmet yolunda binbir gayretle ömürlerini değerlendirdiler. Hayatlarının kıymetine kıymet kattı. Onlar fânî hayatlarını Allah Rasûlüʼnün bereketli sîretiyle hemhâl ederek bâkî bir cennet saadetine dönüştürdüler.

Cenâb-ı Hak da -uzun gidiyor tavsiyeler- Cenâb-ı Hak -inşâallah- cümlemize bu ashâb-ı kirâmın aldığı, Efendimizʼden aldığı o feyizlerle, o rûhânî dokudan aldıkları feyizlerle kalplerini tezyin ettiler. Bizlere de -inşâallah- Cenâb-ı Hak hisseler nasîb eylesin.

Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..