Bu Kâinat Ahiret Mektebi Olarak Hazırlandı

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

BU KÂİNAT, ÂHİRET MEKTEBİ OLARAK HAZIRLANDI

Muhterem kardeşlerimiz! Cenâb-ı Hak lûtfuyla, keremiyle, bizi en büyük Peygamberʼe ümmet kıldı. Biz kendimiz seçmedik. Cenâb-ı Hakkʼın çok büyük bir lûtfu.

Kıyâmete kadar mucizesi devam edecek Kurʼân-ı Kerîmʼe muhâtap kıldı.

Bu kâinat, insan için hazırlandı. İnsan için bir mektep olarak hazırlandı. Bir âhiret mektebi olarak hazırlandı. En son insana kadar devam edecek. Ondan sonra infilâk edecek. Kıyâmet kopacak. Yeni bir âlem, yeni bir dünya başlayacak. Bir âhiret âlemi başlayacak.

Cenâb-ı Hak bizi Kurʼân-ı Kerîmʼle irşad ediyor. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼle irşad ediyor. Kâinattaki mikrodan makroya, zerreden kürreye her şey azamet-i ilâhiyyenin bir tecellîsi. O manzaralarla Cenâb-ı Hak bizi îkaz ediyor.

Okunan âyet-i kerîme. Bize Cenâb-ı Hak kıyameti anlatıyor. Kıyametten misal veriyor. Kıyametteki insanların durumundan misaller veriyor. İnsanın iki tane zor zamanı olduğu bildiriliyor. En zor zamanı…

Biri “son nefes”. Cenâb-ı Hak:

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.

İkinci zor zaman; “kıyamet”… Bir dehşet…

لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ (“Kıyamet gününe andolsun.” [el-Kıyâme, 1]) buyuruyor Cenâb-ı Hak; “andolsun” buyuruyor.

Okunan âyet-i kerîmeler… Cenâb-ı Hak Kurʼân-ı Kerîmʼin muhtelif âyetlerinde, o kıyametten manzaralar bildiriyor bize. Bu Ğâşiye Sûresiʼnde de Cenâb-ı Hak kıyamet ismini zikretmeden “Dehşeti her şeyi sarıp kaplayacak olan (kıyametin) haberi sana geldi mi (ey Peygamber)?” (el-Ğâşiye, 1) diyor. Yani Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin şahsında bizlere hitap:

“Kıyametin haberi geldi mi?” buyuruyor.

Kurʼân-ı Kerîm kıyametin haberlerini veriyor. Son üç cüzü bilhassa. Rasûlullah Efendimiz kıyametin dâimâ haberini veriyor. “Esas hayat âhiret hayatıdır.” buyuruyor. (Buhârî, Rikāk, 1)

Kâinat, şu ilâhî mektep, bize kıyametin haberini veriyor. Bir fânîlik. Zerreden kürreye hepsi eskiyor. Bir fânîliğin içinde devam ediyor. Yeni tâbirle “devre mülk” hâlinde devam ediyor. Kıyamete kadar bu devam edecek.

Yine Cenâb-ı Hak muhtelif âyetlerde bize kıyametten manzaralar bildiriyor:

“Düşün” diyor. “O günü düşün.” diyor. “O kıyâmet gününü düşün.” diyor. “Yazılı kağıtların bir tomarını dürer gibi gökyüzünü düreceğiz.” buyuruyor. “Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hâle getireceğiz. Bu, üzerimize aldığımız bir vaattir. Biz vaadimizi yaparız.” buyuruyor, Enbiyâ Sûresiʼnde. (Bkz. el-Enbiyâ, 104)

Şimdi bir atom infilâk ettiği zaman ne kadar korkulu bir hâl oluyor. Birtakım radyasyonlar veriyor, vesâire veriyor. Bu bütün bir kâinâtın infilâkını Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Oradan bir manzara daha bildiriyor Cenâb-ı Hak:

“Eğer inkâr ettiğiniz takdirde (kâfirler için, kıyameti inkâr edenler için) çocukları ak saçlı ihtiyara döndürecek o günden nasıl korunabileceksiniz?” (el-Müzzemmil, 17)

Yine Cenâb-ı Hak Abese Sûresiʼnde:

“İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve evlâtlarından bile kaçar.” (Abese, 34-36) Yani bütün sığınaklardan, barınaklardan kaçar.

Yine Hac Sûresiʼnde:

“O günü gördüğünüz gün” Hepimiz göreceğiz, mutlakâ göreceğiz, çâre yok göreceğiz…

“O günü gördüğünüz gün her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur. (Hâlbuki hiçbir zaman bir anne çocuğunu unutmaz. Ne dehşet!) Her hâmile kadın çocuğunu itrah eder (düşürür). İnsanları sekir hâlinde (sarhoş hâlde) görürsün. Oysa onlar sarhoş değildir. Fakat Allâhʼın azâbı çok dehşetlidir.” (el-Hac, 2)

Burada peygamberlerden başlayarak, bir de sorular, cevaplar olacak. Cenâb-ı Hak her kişiyi, verdiği imkânlar kadar mesʼûliyete tâbî tutuyor. Peygamberleri de aynı şekilde. Peygamberlerin hepsi Cennetlik. Fakat onlar da bir hesaba çekilecek. Onlar da o zor günü, kıyamet günü, zor günü yaşayacaklar.

Yine ‘râf Sûresiʼnde:

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen toplumları da gönderdiğimiz peygamberleri de hesaba çekeceğiz.” (el-A‘râf, 6) buyruluyor.

Onun için, etrafı, peygamberlerine şefaat için gittikleri zaman “biz de kendi derdimizle meşgulüz” diyecekler. Onlar da tebliğden mesʼûller. Ümmetler Âdem -aleyhisselâm-ʼdan başlayarak, diğer peygamberleri gezmeye… En son Peygamber Efendimizʼe gelecekler.

En zor gün… Cenâb-ı Hak bizden ne istiyor? Yine Bakaraʼnın 143. âyetinde:

“İşte böylece sizin insanlığa şahit olmanız, Rasûlʼün de size şahit olması için mûtedil bir ümmet kıldık…” (el-Bakara, 143) buyuruyor. Yani hayırhah bir ümmet. Cenâb-ı Hakkʼın dînini temsil edecek, o vaziyette, o keyfiyette bir ümmet kıldık, buyuruyor. Sizler yeryüzünde Allâhʼın şâhitlerisiniz, dîni temsil edersiniz. İbadet, muâmelât, ahlâk vs. Dînin bütün husûsiyetlerini temsil edersiniz. “…Peygamber de size şahit olsun…” (el-Bakara, 143) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Bize de Peygamber Efendimizʼden olacak.

Demek ki insanın mesʼûliyeti ağır çok.

Cenâb-ı Hak insanın iki vasfını bildiriyor, ham insanın: “ظَلُومًا جَهُولًا” (el-Ahzâb, 72) buyuruyor. “…İnsan çok zâlimdir…” Kime zâlim? En çok kendine zâlim. En çok zulmü kendine.

Nasıl kendine zulmü? Yanlışlıklar işlemekle, günah işlemekle kendine zulmediyor. Yine “cehûl”dur. Cenâb-ı Hakkʼın bu kadar azamet-i ilâhiyye tecellîleri karşısında Cenâb-ı Hakkʼa kullukta -maalesef- Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayamıyor, tanıyamıyor, mârifetullâhʼa eremiyor. O bakımdan bir “cehûl” sıfatı var. Yani bilmiyor, câhil “…Ve çok câhil.”

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:

لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ

“Kıyamete andolsun, yemin olsun.” (el-Kıyâme, 1) buyuruyor. Bir şiddet ifadesi. Ondan sonra:

وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ

“Nefs-i levvâmeye de andolsun.” (el-Kıyâme, 2) buyuruyor. Bu, pişmanlık duyan nefs… Hesaba çekileceksiniz, buyuruyor.

Mâlum, en kötü nefs, nefs-i emmâre: Kulu, rûhâniyetten uzaklaştırıyor. Şerre doğru meyli artıyor. Kendisi bir mesʼûliyet hissi içinde değil. Niçin Dünyaʼya geldi? Kimin mülkünde yaşıyor? Kimin verdiği rızıkla merzuk durumda? Yolculuk nereye? Farkında değil.

Yani nefsânî hayat, (kalbi) bir zindan hâline getirmiş, hiçbir mâneviyat sızmıyor. Nasıl insan, gözünün önüne iki parmağını koyarsa hiçbir şey göremez, aynı kalp de o şekilde istikbalden tamamen bîgâne kalıyor. Yani canlı cenazeler oluyor bu nefs-i emmâredekiler.

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْیٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ buyuruyor Cenâb-ı Hak.

“Onlar sağırlar, dilsizler, körlerdir. Bu sebeple onlar hakka dönmezler.” (el-Bakara, 18) buyuruyor.

Yine Cenâb-ı Hak misal olarak bize kayalardan, dağlardan misal veriyor:

“…Taşlardan öyleleri vardır ki içinden ırmaklar kaynar, öyleleri vardır ki çatlar, oradan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı, Allah korkusundan, yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.” (el-Bakara, 74)

Yani kalp öyle oluyor ki, taştan daha katı hâle geliyor. -Allah korusun- nefs-i emmâre bu, felâket bu, kalbin kanseri bu, kalbin mânen bir cerahatle dolması. Cenâb-ı Hak cümlemizi, evlâtlarımızı muhafaza eylesin.

İkincisi, onun bir üstün derecesi. Cenâb-ı Hak kıyameti bildiriyor:

لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ

Arkadan:

وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ

Bu da yaptığı kötülüklerden, Allâhʼın emir ve yasaklarına karşı gösterdiği ihmâl… İhmâl ediyor. Yapıyor, bir yapıyor, bir yapmıyor. Pişmanlık duyuyor. Vicdânen muazzeb durumda. Fakat kurtulamıyor. Sonra yaparım diyor. Şundan -inşâallah- bir daha yapmam diyor vs. diyor ama devam ediyor. Cenâb-ı Hak; hesaba çekileceksiniz, buyuruyor.

Onun bir üstünü kalp; nefs-i mülheme oluyor, âyet-i kerîmede. Bu daha üstün bir kalp. Burada, Allâhʼın lûtfuyla hayır ve şer hassas bir sûrete geliyor. Allahʼtan uzaklaştırıcı duygulara karşı, fiillere karşı bir direnme kâbiliyeti meydana geliyor mülhemede. Fakat tam değil.

Cenâb-ı Hakkʼın bizden istediği; nefs-i mutmainne. Veʼl-Fecri Sûresiʼnde; “itmiʼnâna ermiş nefs” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (el-Fecr, 27)

Allah ne verdi? Mal verdi. Evlât verdi. İlim verdi. Güç-kuvvet verdi. Ne verdiyse Cenâb-ı Hakkʼın uğruna, bunu veren Cenâb-ı Hak, benden buna mukâbil bir imtihan dünyasındayız. Gözümü, kulağımı, dilimi, malımı, mülkümü, evlâdımı, hepsini Allah yolunda, gücümü, ilmimi seferber edebilmem… Bu; “Ey itmiʼnâna ermiş nefs!” (el-Fecr, 27) buyruluyor.

İlk Cennet dâveti Cenâb-ı Hakkʼın, burada başlıyor, nefs-i mutmainnede.

Ondan sonra “râdıye” buyruluyor; “…Allahʼtan râzı…”. (el-Fecr, 28) O kul, nefs-i mutmainneye eren kul, Allahʼtan râzı. Varlık veriyor Cenâb-ı Hak, varlığı Allah yolunda sarf ediyor: “Yâ Rabbi! Sen bu malı bana imtihan olarak verdin.” diyor. Yokluk veriyor: “Bu benim için bir imtihandır.” diyor. “Fazlası olsaydı belki taşacaktım.” diyor. “Yanlış yerlere meyledecektim.” diyor. Hastalık veriyor: “Yâ Rabbbi! -İnşâallah- bu benim için ecirdir.” diyor. “Veren Senʼsin, Şâfî-i Mutlak Senʼsin, şifâyı da veren, hastalığı da veren Senʼsin.” diyor. Eyyûb -aleyhisselâm- gibi sabırla mukâvemet gösteriyor, direniş gösteriyor. Cenâb-ı Hak sıhhat veriyor: “Allah bana sıhhat verdi. Demek ki bu sıhhati niye verdi? Demek ki bu sıhhati ben nerede kullanacağım?” bunun derdinde. Gelen her şeyden Cenâb-ı Hakkʼa râzı ve her şeyi Cenâb-ı Hakkʼın yoluna seferber ediyor. Merdıyye: “…Allah da bu kulundan râzı.” (el-Fecr, 28)

İşte ilk Cennet vizesi bu şekilde çıkıyor. (Sâlih) kullarıma katıl ve Cennetʼime gir.” (el-Fecr, 29-30) buyruluyor. Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin.

İşte bu itmiʼnâna ermiş bir nefs. Yani bu, her şeyde Cenâb-ı Hakʼtan (râzı). Ve bütün gayret içinde.

Meselâ Âişe Vâlidemiz; biz diyor, Medîne-i Münevvereʼye hicret ettik diyor. Ufak-tefek bir şeyler gelirdi diyor bize, aç kalmazdık diyor. Yani aç kalacak durumda değildik diyor. Fakat geleni Allah Rasûlü, Allah yolunda seferber eder, Ashâb-ı Suffeʼye vs. bir îsar hâlinde yaşardık diyor. Yani kendimizden kopararak yaşardık diyor. Allâhʼın verdiği nîmetleri Allah yolunda sarf ederdik diyor.

Cenâb-ı Hak da:

وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ

(“…Ve hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır…” [el-Asr, 3]) buyuruyor. O îmân edenler, amel-i sâlihle hüsrandan kurtulanlar, “وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ” Cenâb-ı Hakkʼın hakkı: İnsan olarak geldik. Herhangi bir mahlûk olarak gelebilirdik.

Rasûlullah Efendimizʼin hakkı: En büyük Peygamberʼe ümmet kıldı. Rasûlullah Efendimiz de bize “Kitap ve Sünnetʼim emanettir size.” buyuruyor. (Bkz. Hakim, I, 171/318)

Müʼmin kardeşliğin mesʼûliyeti: Cenâb-ı Hak müʼmin kardeşliğini bir emânet olarak bildiriyor. Müʼmin, müʼminin derdiyle meşgul olacak. Derdiyle dertlenecek:

“–Allah bana verdi, ona vermedi, demek ki o bana zimmetlidir.” diyecek. Onun ihtiyacını görecek. Muhâcir ve Ensâr durumu…

Bütün mahlûkat insan için yaratıldı. Bütün mahlûkattan da mesʼûlüz.

Velhâsıl, “وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ”

Kul, hakkı yaşayacak, hakkı tevzî edecek. Gönlünden rahmet taşıracak.

وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْر

İbadette sabır, üşengeçlik geçmeyecek. Hizmette sabır, fedakârlık olacak. Her şeyde sabır.

Yine Cenâb-ı Hak:

وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ

(“…Birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar.” [el-Beled, 17]) buyuruyor.

Müʼmin, Cenâb-ı Hakkʼın “Rahmân” sıfatından tecellî alacak. Merhamet sahibi olacak: “–Bütün insan, hayvan, nebâtat bana emanettir.” diyecek.

Efendimiz zamanında bir bedevî, tutuyor bir ağacı, kökünden sallıyor; hayvanlarına yaprak vermek için.

“–Çağırın -Efendimiz- şu bedevîyi.” diyor. “Fakat nezâketle getirin.” diyor. “Bak.” diyor. “Sen yaprak veriyorsun hayvanlarına.” diyor. “Fakat sallarken kökünü onun zedeliyorsun.” diyor. “Bundan sonra kökünü zedelemeden ver.” buyuruyor. (Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VI, 351)