Bir Velîye Bende Olmak…

Gönül Dergâhından Hikmetler

Yıl: 2017 Ay: Kasım Sayı: 134

Bir imtihan mekânı olan bu cihâna gâyesiz gelmediğimiz gibi, burada aslâ başıboş bırakılmış da değiliz. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115)

Dünya, nefsânî arzular peşinde koşularak tüketilecek bir menfaat sahası değil, âhiretin tarlası olarak var edilmiştir.

Kalpler, dünyevî gel-geç sevdaların hoyratça girip çıktığı bir kasa değil, Allah ve Rasûl’ünün muhabbetine mekân olması için yaratılmıştır.

İnsan, vakti geldiğinde dünya sahnesine çıkan ve saati dolduğunda mezara giren bir bedenden ibaret değil, onu yoktan var eden Cenâb-ı Hakk’ın üflediği yüce bir ruh taşıyan, mükerrem bir varlıktır.

Rûhun gıdası ise, hikmettir. İnsan bedeninin hayâtiyeti için nasıl ki maddî gıdalara ihtiyaç varsa, mânevî huzur ve tekâmül için de hikmetlerde derinleşerek gönlü feyz ve rûhâniyetle ihyâ etmek zarureti vardır. Bu da ancak Hak dostlarının yanında bulunmak ve onların gönül âlemlerinden in’ikâs alabilmekle gerçekleşir. Nitekim bu hakikati Lokman -aleyhisselâm- oğluna yaptığı bir nasihatinde şöyle dile getirmiştir:

“Ey oğlum! Âlimlerin (ve âriflerin) meclislerinde bulun! Hikmet ehlinin sözlerine gönül ver! Çünkü Allah Teâlâ, yağdırdığı bol yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbi de hikmet nûruyla diriltir.” (Heysemî, Mecmauʼz-Zevâid, I, 125)

Mevlânâ Hazretleri de bu gerçeğe şu ifadelerle dikkat çekmektedir:

“Gönlün yitirdiği hikmet kumaşı, gönül ehlinin katında ele geçer.”

Cenâb-ı Hakk’ın;

“Ey îman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyurmasının hikmetlerinden biri de budur.

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, Kur’ân-ı Kerîm’deki Ashâb-ı Kehf kıssasını misal gösterdikten sonra şöyle der:

“Bir kelp, sâlihlere bekçilik ettiği için sâdıklaştı ve Kur’ânî bir ifade kazandı. Hazret-i Nuh -aleyhisselâm- ve Hazret-i Lût -aleyhisselâm-’ın hanımları ise fâsıklarla beraber oldukları için küfre düşüp Cehennem yolcusu oldular.”

İnsan, bütün dünyaya sahip olup maddî refahın zirvesine çıksa bile, hikmetten mahrûmiyetin rûhunda açtığı boşluğu hiçbir şeyle doldura­maz.

Bunun içindir ki Rabbimiz, insanoğluna “kitap” ve “hikmet”i öğretmek için kulları arasından seçtiği peygamberleri göndermiştir. Peygamberlerin fiilen ve zâhiren mevcut olmadığı zamanlarda da onların mânevî terbiye vazifesine ihlâslı âlimler, irşâd ehli ârifler, sâlih zâtlar ve Hak dostları istîdat ve iktidarları nisbetinde vekâlet etmişlerdir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:

“(İlmini irfan hâline getirmiş) âlimler, peygamberlerin vârisleridir.” buyrulmaktadır. (Ebû Dâvûd, İlim, 1)

Dolayısıyla Hakkʼa yakınlıkta yüksek bir seviye kazanmış, takvâ ehli sâlih zâtların gönül âlemleri, ilâhî hikmet ve hakikat nurlarının aksettiği, mücellâ ve musaffâ bir ayna hâlindedir.

Yanlış mecrâlara sürüklenerek yorulan ve bunalan ruhların tedavisi, hakkı ve hayrı görecek olan gönül gözlerinin açılması ve kalplerin ihyâ olması; ancak ilâhî hikmet ve hakikatlerle müzeyyen, diri bir gönül âlemine sahip olan Allah dostlarının izini takip etmekle mümkündür.

Hak dostu Mevlânâ Hazretleri bu hakîkati şöyle ifâde eder:

“Allah ile bulunmak, Allah ile beraber oturmak isteyen kişi, Allâh’ın dostları olan velîlerin huzûrunda otursun. Velîlerin huzûrundan uzaklaşırsan, onları ziyarete gidip duâlarını, sevgilerini kazanmazsan, hakîkatte Allah’tan uzaklaşmış olursun.”

Bu hikmete binâen büyük İslâm âlimi Ebû Hanife Hazretleri, ilim ve feyz aldığı hocalarından biri olan Hammâd’a o kadar çok muhabbet ve hürmet göstermiştir ki, onun evinin bulunduğu tarafa doğru aslâ ayaklarını uzatmamıştır.

Şanlı ecdâdımız da hikmet ehli âlim ve ârifleri dâimâ baş tâcı etmiş, onların duâ, himmet ve öğütlerinden istifadeye gayret göstermiştirler. Meselâ Osman Gâziʼnin etrafında bir Şeyh Edebali Hazretleri, Yıldırım Hânʼın yanında Emir Sultan Hazretleri, Fatih Sultan Mehmed Hânʼın yanında Akşemseddin Hazretleri, Sultan Ahmed Hânʼın yanında Hüdâyî Hazretleri ve daha niceleri; madde ile mânâ, dünyâ ile ukbâ arasında muhteşem bir denge unsuru olmuş, onların kalplerine âdeta bir istikâmet aşısı yapmışlardır.

Meselâ Fatih Sultan Mehmed Hân’ın, İstanbul’u fethettiği gün etrafındakilere:

“–Bende gördüğünüz bu sevinç ve huzur, yalnız bu kalenin fethinden değil; Akşemseddîn gibi aziz ve mübarek bir Allah dostunun benim zamanımda ve benimle beraber olmasındandır…” buyurması, dikkate şâyandır.

Yine büyük fetihler sultânı Yavuz Sultan Selim Hân’ın şu mısrâları, hakikî zaferin ancak ilim, irfan ve hikmet ehli zâtların irşâdıyla gönül âleminde vukû bulacağının ne güzel bir ifâdesidir:

Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş;

Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş!..

Yine Hazret-i Mevlânâ buyurur ki:

“Hak dostu bir velînin kölesi olmak, padişahların başlarına taç olmaktan çok daha iyidir.”

Zira pâdişahların başındaki taç, bir müddet ihtişam içinde saltanat sürse de neticede fânîliğe mahkûmdur. Fakat bir Hak dostuna yâr olanların, hikmet dolu îkaz ve irşadlarla nâil olacakları saâdet ve saltanat ise ebedîdir.

Velhâsıl Hak dostları, içinde bulundukları her muhit için birer rahmet, mağfiret ve bereket vesîlesidirler. Onlar toplumun bütün kesimlerine açılan bir şefkat ve muhabbet kucağıdırlar. Gönülleri, mahzun yüreklerin âdeta rehabilite edildiği bir şifâ membaıdır. Sözleri kalpleri ferahlatan bir huzur kaynağıdır. Yüzleri de, hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere, görüldüklerinde Allâh’ı hatırlatan mübarek sîmâlardır.[1]

Cenâb-ı Hak, cemâlî sıfatlarıyla vasıflanan bu sâlih kullarını sevmiş ve nasipli kullarına da sevdirdiğini şöyle bildirmiştir:

“Îmân edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 96)

Bu sebeple, aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen Bahâüddin Nakşibend, Yûnus Emre, Hazret-i Mevlânâ, Abdülkâdir Geylânî gibi Hak dostlarının gönüllere hayat bahşeden nefesleri bugün bile dipdiridir. Telkin ve irşatları kalplere huzur bahşetmeye devam etmektedir.

Rabbimiz, gönüllerimizi sevdiği ve râzı olduğu kullarının muhabbetiyle tezyîn eylesin.

Âmîn!..

Dipnot:

[1] “(Allâh’ın velî kulları) yüzlerine bakıldığında Allah Teâlâ’yı hatırlatan kimselerdir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 4)