Bir Günün Muhâsebesi

Hak Dostlarının Gönül İklîminden Saâdet Damlaları -2-

2005 – Mart, Sayı: 229, Sayfa: 032

Cihânın en üstün varlığı olan insanın gerçek saâdeti; ruhlara ezâ ve ıztırap verecek pürüzleri bertarâf ederek, îman lezzeti ve ibâdetlerin huzuru ile dolu bir kulluk hayâtı yaşamasına bağlıdır. Bunun için de davranış mükemmelliği, incelik, zarâfet ve duygu derinliği gibi meziyetlerle müzeyyen bir ömür sürmelidir. Zîrâ ömür sermâyesi mahduttur. İnsan da başıboş bırakılmış değildir. İlâhî imtihân için bulunduğu bu dünyâda her fânî gibi birgün ölüm geçidinden âhiret âlemine intikâl edeceği muhakkaktır. Bu bakımdan insan, kendisine verilmiş olan emâneti zâyî etmeden, var oluş hikmetine ve insanlık haysiyetine yaraşır bir hayat yaşamalıdır.

İnsanoğlunun kalbini meşgûl eden müşterek düşünce ve ıztırapların en büyüğü, ölüm ve ötesine dâirdir. Ölüm, âhirete götüren zarûrî bir hâdisedir. Ölümün zarûrî dâveti gelmeden önce kalbi irâdî olarak âhiret âlemine seferber edebilmek, en ihtiyatlı bir harekettir.

Yaratılış hikmetini idrâk edemeyen, maddî ve mânevî yapısının inceliklerine, varlığının derinliklerine dalamayan bir insanın; nezih bir hayat sürmesi ve cihandaki kudret akışlarını fazîlet zirvesinden müşâhede edebilmesi imkânsızdır.

Yaratılış hakîkatine nüfûz edebilmek, hayat ve ölümün mânâsını kavrayabilmekten geçer. Bu ise ancak ilâhî nûrun tecellî ettiği akıl ve vicdanların kârıdır.

Maddî ve mânevî bakımdan muazzam nîmetlerle cihâna gelip sonunda etten bir kalıp olarak toprak altında çürümenin, ahsen-i takvîm olarak yaratılan insan adına ne büyük bir fecaat olduğunu kavrayamamak; bu tâlihsizliğin ıztırâbını hissedememek, yüreğinde kırıntı kabîlinden de olsa iz’an taşıyan bir insan için ne büyük bir hüsrandır!..

İnsanın hiç tanımadığı ve ne gibi vâkıalarla karşılaşacağını hiç bilmediği bir âleme zoraki bir sûrette gitmesi ile, tanıdığı ve neş’elerine gönülden hasret çektiği bir âleme vicdan huzuruyla intikâli arasında ne büyük bir mâhiyet farkı vardır.

Bu sebeple istikâmet ehli, Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşma arzusuyla nefsâniyeti dizginleyip rûhâniyetini ziyâdeleştirmenin gayreti içindedirler. Yine onların bütün çabası, Hak Teâlâ’nın rızâsı istikâmetinde can verebilmek içindir. Mevlâmız, bu sâlih kişiler hakkında âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

Şüphesiz, Rabbimiz Allâh’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: «Korkmayın, üzülmeyin, size va‘dolunan cennetle sevinin!» derler.” (Fussilet, 30)

Bu âlemde âhiret endişesini sînesinde taşıyan bir mü’min, dâimâ şu iki korku arasında yaşar:

1. Dosyası kapanıp ilâhî mahkemede açılacak geçmiş günlerin endişesi. Zîrâ Kirâmen Kâtibîn meleklerinin mühürledikleri o dosyalarda bir değiştirme ve düzeltme imkânı yoktur.

2. Kaderimizdeki gelecek günlerin kemmiyet ve keyfiyeti, yâni miktarı ve ne gibi tezâhürleri berâberinde getireceği.

Mü’minin en mühim düşüncesi, Hakk’ın rızâsını nasıl elde edebileceği ve geçmişteki gaflet ve yanlışlarını ne şekilde hasenâta tebdîl edebileceği olmalıdır.

Peygamber Efendimiz-Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:

“Din nasihattir.” (Müslim, Îman, 95) buyurmaktadır. Dolayısıyla insanların en hayırlısı, Allâh’ın kullarını, Allâh’a kulluğa dâvet eden ve insanlığa gönül iklîminden ilâhî muhabbeti telkîn edenlerdir.

Zünnûn-ı Mısrî -kuddise sirruh- buyurur:

“Şu üç şey îman alâmetlerindendir:

1. Müslümanların dertleriyle dertlenip gönlün mahzûn olması.

2. (Yûsuf -aleyhisselâm- gibi, geçmişte) yakınlarından ve kardeşlerinden gördüğü eziyetlerin acısını yüreğine gömüp onlara karşı her türlü hayrı îfâya çalışmak, haklarında hayır niyâz etmek.

3. Her ne kadar nefsâniyetleri sebebiyle câhillik edip hoş görmeseler de, insanları muhtâc oldukları hususlarda yumuşak bir lisan ve mütebessim bir çehre ile irşâda çalışmak.”

İşte bu vasıfta bir kulluk hayâtı yaşayan Hak dostlarının hâl ve nasîhatleri, mü’minler için büyük bir nîmettir. Hak katında, kadri yüce bir mevkîye sâhip olan Allâh dostlarına muhabbet dolu bir gönülle yaklaşmak, onlardan mânevî istifâdenin en mühim yoludur. O gönül sultanlarının hâllerini hayâtımıza numûne ittihâz etmek, onlara büyük bir muhabbetle tâbî olup izlerinden yürümeye çalışmak, onlarla kalbî berâberliğe ulaşmak ve onların gönüllerinde yer edebilmek, Hakk’ın muhabbetine vesîle olur.

Hak dostlarından Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh-, birgün yolda giderken çok neş’eli, gülen bir adamla karşılaşır. Ona:

“–Ey kardeşim! Sırâtı geçtin mi?” diye sorar. Adam:

“–Hayır.” cevâbını verince tekrar sorar:

“–Peki cennete mi, yoksa cehenneme mi gideceksin? Bunu biliyor musun?”

Adam yine:

“–Hayır.” diye cevap verir.

O vakit Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- o adama şunları söyler:

“–Allâh sana âfiyet versin! O hâlde niçin bu kadar taşkınca gülüyorsun? Unutma ki, o kıyâmet gününün işi çok çetindir!..”

***

Fudayl bin Iyâz -rahmetullâhi aleyh-; “İnsanlara nasîhat için ölüm kâfîdir.” hadîsini sık sık zikrederdi. Birgün adamın biri kendisinden nasîhat isteyince ona:

“–Baban sağ mı?” diye sormuş, muhâtabı:

“–Hayır, öldü.” diye cevap verince de:

“–Bu nasîhat sana kâfî değil midir?” buyurmuştur.

***

Ahmed bin Harb -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurur:

“Yeryüzü şu iki kişiye hayret eder:

Birincisi, bu fânî âlemde bir toprak parçası için kardeşiyle çekişen kişidir. Bu kişiye yeryüzü hâl lisânıyla: «Oranın senden önceki sâhiplerini de bir düşünsene! Birçok kişiler o yeryüzünde saltanat sürmüşler, ama orası hiçbirine ebedî kalıp yâr olmamıştır!» der.

Diğeri de uyumak için yerini güzelce hazırlayıp yatağını seren kişidir. Yeryüzü bu kişiye de lisân-ı hâl ile şöyle seslenir: «Ey Âdemoğlu! Benim içimde uzun bir süre yataksız yorgansız kalacağın kabrini niye hatırlamıyorsun?!»”

***

Gönüller sultânı Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, ömür sermâyesini Hakk’ın rızâsı istikâmetinde değerlendirebilmek için şu tavsiyelerde bulunur:

“Bugün yapacağın iyiliği yarına bırakma. Aklını başına al da, âhiret çuvalına taşları değil, sultanlara, pâdişahlara sunulması gereken değerli cevherleri (amel-i sâlihleri) doldur!

Sonunda sen de bunu anlayacak ve idrâk edeceksin ya, bâri şimdiden kendine gel de son günü, yâni âhireti bugünden gör. Aklını başına al da, işin sonunu bugünden görmeğe çalış. Hakîkati, âhireti görecek gözünü gafletle ve nefsânî temâyüllerle âmâ etme.

İstikbâli gören mes’ûd olur. Böyle kişinin Hak yolunda yürürken hiçbir zaman ayağı kaymaz, sürçmez, tökezlemez.

Ayağının kaymasını, sürçüp düşmeyi istemiyorsan, kâmil bir insanın ayağının bastığı toprağı gözüne sürme olarak çek de onun izinde yürü!

Aklını başına al da, sermâyeni bugün için değil, ilerdeki cenneti ve Hak rızâsını elde etmek için biriktir!

Ey yolculuğu seven kişi! Yolcu o kişiye derler ki, yolu düşünür, varacağı yeri hesaplar; aklı hep ileridedir!

İnsanın gücü, kuvveti, yapma isteği elinden alınınca, yâni dünyâya vedâ ânı gelip ölümün ağına düşünce her şey biter. Bu sebeple aklını başına al da ömür sermâyesini ziyân edip ecele kaptırma!

Senin gücün-kuvvetin; kâr elde edeceğin ömür sermâyen ve kazandığın amel-i sâlihlerdir. Güçlü, kuvvetli olduğun şu dünyâ hayâtını iyi değerlendir, elindeki fırsatı kaçırma!..”

***

Şeyh Sâdî de Bostan adlı hikmetli eserinde bu dünyâ hayâtını gafletle hebâ etmemek gerektiğini ifâde sadedinde şunları söyler:

“Akıllı isen, her şeyin mânâsına meylet!.. Çünkü sûret kalmaz; lâkin mânâ kalır. Âhiret azığını hayâtında kendin tedârik et! Çünkü sen öldükten sonra akrabân hırsa kapılır da sana, senin arzu ettiğin gibi hayr u hasenâtta bulunmazlar.

Elindeki nîmetleri sağlığında kendin ver! Sen öldükten sonra bunlar elinden çıkar, sâhip olamazsın! Iztırap çekmemek istersen, kabirde ıztırap çekenleri hatırla! Bugün hazîne elinde iken lâzım gelen yerlere çabuk infâk et, yarına bırakma! Çünkü yarın anahtar elinden çıkmış olur. Azığını bugün kendin götür. Öldükten sonra akrabândan ve geride kalan dostlarından yeteri kadar şefkat bekleme!

Azığını öbür dünyâya kendi götüren kimse, büyük bir nîmete ermiş demektir. Zîrâ sırtını seni düşünerek kimse kaşımaz, ancak kendi tırnağınla kaşırsın.

Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. Allâh göstermesin, belki birgün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın!

Olgun kimse, birgün kendisinin de başkasına muhtaç olabileceğini düşünerek, muhtaç olanlara ikrâm eder.

Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak. Belki birgün sen de o vaziyete düşersin!

Muzdarip kalmış insanların gönüllerini sevindir. Belki birgün sen de bîkes ve muzdarip kalırsın!

Sen ki, bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun, buna şükrân olmak üzere, kapıya gelen ihtiyaç sâhibine ikrâm et!

Bugün muhabbet tohumunu ekmeyen, yarın cennetteki tûbâ dalından yemiş yiyemez.

Yarın kıyâmette cennet pazarı kurulacak; herkes orada ameline göre karşılık bulacak. Oraya ne kadar sermâye götürürsen o kadar nîmete nâil olacaksın. Eğer müflis isen, eline utanmaktan başka bir şey geçmeyecek!

Ömründen geçen günler artık mâzî olmuştur. Giden geri gelmez. Bâri geride kalan üç-beş gününü olsun ganimet say; kıymetini bil.

Ölünün dili olsaydı, ağlaya ağlaya, bağıra çağıra şöyle diyecekti:

«–Ey diri insan! Dilin dönerken Cenâb-ı Hakk’ı zikret! Dudaklarını yumma! Bizim zamanımız gaflet ile geçti, sen bizim gibi olma! Sayılı olan nefeslerini, Hakk’ın zikriyle zînetlendir ve bu hayâtı bir fırsat ve ganîmet say!..»”

***

İmâm Gazâlî Hazretleri, bir mü’minin, günlük hayâtını sık sık muhâsebe etmesi lâzım geldiğini ifâde ederek şu tavsiyelerde bulunur:

“Bir mü’min, sabah namazını kıldıktan sonra ve güne başlamadan evvel, bir süre nefsi ile baş başa kalıp, onunla bâzı muâhedeler yapmalı ve birtakım şartlar üzerinde anlaşmalıdır. Nitekim bir tüccar da sermâyesini ortağına teslîm etmek mevkiindeyse onunla böyle muâhedeler yapar. Bu arada ona bâzı îkazlarda bulunmayı da ihmâl etmez. İnsan da nefsine şu îkaz ve telkînlerde bulunmalıdır:

«–Benim sermâyem ömrümdür. Ömrüm gidince anaparam da gider ve artık kâr ve kazanç sona erer. Fakat bu başlayan gün, yeni bir gündür. Allâh Teâlâ bu gün de bana müsâade ederek ikramda bulundu. Eğer beni öldürseydi, elbette bir günlüğüne de olsa geri gönderilip burada devamlı sâlih ameller ve çeşitli hayırlarda bulunmayı temennî edecektim.

Ey oğul! Şimdi düşün ki vefât ettin ve dünyâya geri gönderildin. O hâlde bugün günah ve mâsıyete kat’iyyen yaklaşma ve sakın ola ki, bugünün bir ânını bile boşa geçirme. Zîrâ her nefes, paha biçilemeyen bir nîmettir.”

Bu bakımdan, insanın dâimâ kendini murâkabe etmesinin lüzûmu hakkındaki:

“İlâhî mahkemede hesâba çekilmeden evvel, nefsinizi hesâba çekiniz!” îkâzını her an hatırlamak îcâb eder.

Yine Hak dostlarının, ümmete yapmış oldukları bâzı îkaz ve tavsiyeleri vardır ki, bunlar, kişinin günlük hayatta kendini nasıl mîzan ve muhâsebe etmesi gerektiğine dâir güzel birer numûnedirler:

1. Bu sabah hayat defterini nasıl açtın? Sana yeni bir gün lutfettiğini düşünerek Rabbine şükrettin mi? Bu yeni günde Rabbine kulluk ahdini yeniledin mi?

2. Cenâb-ı Hak seni seher vakitlerinde istiğfâra dâvet ederken, sen o vakitte coşup taşan ilâhî rahmet ve mağfiretten ne kadar nasiplenebildin? Yoksa yağmur damlalarının kayaların üzerinden boşa akıp gittiği gibi, o husûsî lutuf ânını zâyî mi ettin?

3. Seher vaktinin feyzini bütün gününe taşıyabildin mi? Bugün hayâtın ne kadar zikrullâh iklîminde geçti? Ne kadar Rabbini hatırlayabilmenin rûhâniyeti içinde oldun?

4. Müezzinin “Hayya ale’s-salâh!” dâvetine uyarak kaç vaktini cemaatle kılabildin? Namazlarında tekbirleri, kıyamları, kıraatları, rükû ve secdeleri Hakk’ın istediği kıvamda, yâni huşû içinde, rûh ve beden âhengiyle edâ edebildin mi?

5. Bugün, seni pençesine düşürmüş veya düşürebilecek tiryâkiliklere, karşı koyma irâdesini gösterebildin mi? Allâh’ın nehyettiği hâlde, sende bulunan kötü hâl ve tavırlardan vicdânen bir rahatsızlık duydun mu? Bunlar yüzünden nedâmet gözyaşları döktün mü?

6. Bugün dilini, boş ve lâubâlî konuşmalardan, yalan ve dedikodudan, gıybet ve münâkaşadan ve bir gönle diken batırmaktan koruyabildin mi?

7. Bugün, senin için yaratılan bu kâinattaki billur bir âvize teşkîl eden yıldızları, semânın sonsuzluğunu, yeryüzüne hayat veren güneş ve ayı, sermâyesi aynı toprak olan bitkilerin rengârenk yaprak ve çiçeklerini, renk, koku, lezzet ve şekilde sonsuzluk arz eden meyvelerini, ancak bir-iki haftalık ömrü olduğu hâlde kelebeğin kanatlarındaki hârika desenleri, insanın yaratılışındaki ibretli safhaları tefekkür edip ilâhî tecellî ve kudret akışlarını ve bunların “lisân-ı hâl” denilen sırlı ve hikmetli beyanlarını idrâk ederek mahlûkâtı ve hâdiseleri gönül gözüyle seyredebildin mi? Kâinattaki ilâhî kudret tecellîlerinden ibret alıp duygu derinliği kazanabildin mi?

8. Bugün, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet ve muhabbet nazarıyla bakabildin mi?

9. Bugün Allâh’ın sana ihsân ettiği nîmetleri kimlerle ve ne kadar paylaşabildin?

10. Bugün bir mü’mini sevindirmenin kalbî hazzını tadabildin mi? Bir kederliyi tesellî edip ona tebessüm ettirebildin mi? Bir gönül kazanabildin mi?

11. Bugün bir yetimin başını okşadın mı?

12. Bugün hasta ziyâretinde ve cenâze teşyiinde bulundun mu?

13. Bugün komşularınla ve civârındaki muhtaçlarla alâkadar oldun mu? Aç yatan komşunun, soğukta titreyen gariplerin ıztırâbı yüreğini sızlattı mı?

14. Yeryüzünün neresinde olursa olsun, mazlumların derdiyle dertlendin mi? Bugün mazlumların ve bîkeslerin yanıbaşında bulunup onların acısını paylaştın mı? Kalbin onlarla birlikte hislendi mi, gözün onların derdiyle yaşardı mı, onların ıztırâbı yüreğinde sancıya yol açtı mı?

15. Bugün açların doyması, hastaların şifâ bulması, borçları altında ezilenlerin feraha çıkması için gayret gösterip duâ ettin mi?

16. Bugün kul hakkına, hattâ hayvan hakkına dikkat ettin mi? Kapındaki aç kalan kedi ve köpekten mes’ûl olduğunu hiç düşündün mü?

17. Bugün hidâyete muhtaç insanlara dilinle, hâlinle ve kalbinle ne kadar yardım edebildin? Onlara emr-i bi’l-ma’rûf ve nehyi ani’l-münker’de bulunup hidâyetleri için duâ ettin mi? Onlara hâlinle de bir “müslüman kimliği” sergileyebildin mi?

18. Bugün annenin babanın, akrabâlarının hâlini hatırını sorup gönüllerini şâd ettin mi? Eğer onlar âhirete intikâl etmiş iseler, rûhları için bir Fâtiha okuyup onları hayırla yâd ettin mi? Onların eski dostlarına karşı ne kadar vefâkâr davrandın?

19. Bugün, tanıdığın tanımadığın herkese Allâh için selâm verdin mi? Tebessümü sadaka bilip mütebessim bir çehre ile dolaştın mı?

20. Bugün hiç dost kazanabildin mi? Kaç dostunla dostluğunu tâzeledin?

21. Bugün yoldan, insanlara ezâ verecek bir şeyi kaldırdın mı?

22. Bugün âile yuvanı gönül gözüyle seyredip oranın cennet bahçesi olduğu idrâkiyle dışarının menfî tesirlerinden kendini koruyabildin mi?

23. Allâh’ın sana emânet olarak ihsân ettiği evlâtlarına, bugün terbiye ve âdâb olarak ne öğrettin? Allâh ve Rasûlü’nün aşkını, enbiyâ ve evliyânın sevgisini kalblerine aşılayabildin mi? Onlara İslâm ahlâkıyla dokunmuş bir şahsiyet kazandırabilmek için çabaladın mı? Onların kıyâmet günü, senin için ya yüz akı veya yüz karası olacağını hiç düşündün mü?

24. Şâyet evin hanımı isen, beyini güleryüz ve muhabbetle uğurlayıp helâl rızık getirmesi için duâ ettin mi? Akşam yine onu tebessüm ve tatlı dille karşılayıp yorgunluğunu gidermeye, nezih ve örnek bir âile olmaya çalıştın mı?

25. Şâyet evinin beyi isen, hanımına ve evlâtlarına karşı ne kadar müşfik ve merhametli davrandın? Senin onlara bırakabileceğin en büyük mîrasın âhiret mîrâsı olduğunu düşünüp onlara kazandırabileceğin dünyâ ve âhiret saâdeti için, yâni onların rûhânî ve mânevî terakkîleri için ne kadar gayret gösterebildin?

26. “Târih hâfıza-yı millettir.” Yetiştirdiğin yavrular, vatanın istikbâlinin bir göstergesidir. Onlara dîninin, îmânının, vatanının bir emânet olduğu şuurunu verebildin mi? Bu cennet vatanı bizlere hediye eden ecdâdını ve bu uğurda canlarını fedâ eden şehîdlerini, onların îman heyecanlarını hatırlatabildin mi? Allâh’ın en büyük nîmeti olan Kur’ân’ın, semâlarımızda yankılanan ezanların ve hür bir şekilde dalgalanan bayrağımızın en büyük şeref ve haysiyetimiz olduğunu idrâk ettirebildin mi?

27. Bugün insanların pek çoğu nefsâniyet anaforunda kaybolurken, sen rûhâniyetini koruyabildin mi? Başta âile efrâdın olmak üzere mes’ûl olduğun insanları zamânın fitne ve şerlerinden korumak için hangi tedbîri aldın?

28. Bugün şahsî kusur ve zaaflarından kurtulmak için bir Hak dostuna başvurdun mu? Yine bugün bir Allâh dostuyla veya sâlih insanlarla berâber olmaya gayret ettin mi? Sana -nefsinin hoşuna gitmese bile- Hak rızâsı için dâimâ doğruları söyleyecek sâlih ve sâdık bir dost edindin mi? Fâsık ve fâcirlerle berâberlikten kalbini koruma endişesi taşıdın mı?

29. Bugün ilmini artıran, irfânını geliştiren herhangi bir hizmet veya faâliyet içinde bulundun mu? Rasûlullâh Efendimiz’in örnek hâl ve davranışlarına ittibâ ederek hikmet arayışına çıktın mı? Bu rûhâniyet ve güzellikleri yaşamak için gayret gösterdin mi?

30. Bugün kazancının, yediğinin, içtiğinin, giydiğinin helâl mi, şüpheli mi, haram mı olduğuna dikkat ettin mi? Haramlardan sakınma duygusu her davranışında seninle berâber oldu mu?

31. Bugün sana kötülük yapan, sert ve kaba davranan bir kişiyi affedip ona ihsanda (iyilikte) bulundun mu?

32. Bugün sana Allâh’ın en büyük nîmeti olan

Kur’ân-ı Kerîm’den kaç sayfa okudun? Orada sana verilen mesajları tefekkür ederek mûcibince amel ettin mi?

33. Bugün vefât edebileceğini, kefenlenip kabre konulabileceğini, bütün âile efrâdının ve yârânının seni mezara teslîm edip geri döneceklerini, mezarda sâdece îman ve amelinle başbaşa kalabileceğini hiç düşündün mü? Bu hayat kitabında gâfilâne ve boş geçen anların için ne kadar âh, vâh ve eyvâh çekeceğini aklına getirdin mi? İbâdetlerini ve davranışlarını bu düşüncelerle istikâmetlendirip tevbe-i nasûhta bulundun mu?

34. Bugün hayat defterini nasıl açtın, nasıl kapattın? Kirâmen Kâtibîn melekleri oraya neler yazdı? Büyük muhâsebe gününde bugünkü sayfanın hesâbını verebilecek misin?

35. Velhâsıl bugün, dâimî bir hayat kasedinin doldurulmakta olduğunu, her hâl ve hareketinin ilâhî bir kamera ile gözlendiği hiç düşündün mü? Geçirdiğin son yirmi dört saatin muhâsebesini yapıp nefsinle hesaplaştın mı?

***

Ecdâdımızın; “Hâfıza-yı beşer, nisyân ile mâlûldür.” darb-ı meseli meşhurdur. Geçen zaman, unutma illetine mübtelâ insan hâfızasından pek çok hassâsiyeti de berâberinde alıp götürmektedir. Bu yüzden, unuttuğumuz güzellikleri hatırlamak ve yitirdiğimiz fazîletleri gönüllerimizde tâzelemek için zaman zaman bunları düşünmek îcâb eder.

İşte bu hususta Hak dostlarının hâl, davranış ve îkazları, paha biçilmez bir kıymet taşımaktadır. Çünkü hayâtımızı evliyâullâh hazarâtı gibi kalbî bir rikkat ve uyanıklık içinde geçirebilmek, her gün yaşadığımız yirmi dört saati îman zâviyesinden muhâsebe edebilmekle mümkündür.

Yahyâ bin Muâz -rahmetullâhi aleyh-’in şu duâsı, bizlere bütün bu hususlarda örnek olacak bir gönül hassâsiyeti sergilemektedir:

“Ey Allâh’ım! Geceler ancak Sana ilticâ ve niyazla güzelleşir.

Gündüzler ancak Sen’in için yapılacak ibâdet ve sâlih amellerle güzelleşir.

Dünyâ ancak Sen’i anmakla ve yarattıklarını tefekkür etmekle güzelleşir.

Ölüm sonrası ancak Sen’in affınla güzelleşir.

Cennet ancak Sen’in cemâlinle güzelleşir.”

Yâ Rabbî! Bizlere de bu muhtevâda bir kulluk hayâtı yaşamayı ve ömür sermâyemizi râzı olacağın en güzel bir sûrette kullanabilmeyi ihsân eyle!

Âmîn!