“Allah’ın Rahmetinin Eserlerine Bak!”

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

“ALLÂHʼIN RAHMETİNİN ESERLERİNE BAK!”

Efendim, mevzuumuz, bir “rahmet insanı” olabilmek. Cenâb-ı Hak onu bizden talep ediyor. Rasûlullah Efendimiz üsve-i hasene (örnek). Biz de müʼmin olarak Cenâb-ı Hakʼkın bu lûtufları karşısında bir “rahmet insanı” olabilmek…

Cenâb-ı Hak bizi Kurʼân-ı Kerîmʼle bize fiilî, kelâmî mûcize, ders kitabımız, son ilâhî çağrı, Hâlıkʼın insana gönderdiği mektup, Kurʼân-ı Kerîm…

Nasıl okuyoruz? Sahâbî nasıl okuyordu, biz nasıl okuyoruz?

Kâinat, bu dünya, insan için hazırlandı. İnsan ve cin için hazırlandı. Bir imtihan dershânesi. Zerreden kürreye her şey Cenâb-ı Hakkʼın azamet-i ilâhiyyesini…

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” [el-Alak, 1])

İşte; “Oku!” diyor Cenâb-ı Hak. “Oku!” Neyi okuyacaksın? Azamet-i ilâhiyyeyi. Kudret akışlarını. Neyle okuyacaksın? Kalple okuyacaksın.

Kul, tezkiye ile duygu derinliğine nâil olacak, bu hârikalar âlemini okuyacak. Bunların hepsinden daha öteye, nasıl bir, şu çiçek bahçesinden geçtiğimiz zaman bir tebessüm hâlinde görüyoruz bütün çiçekleri… Renkler asil, çiçeklerin rengi-dekoru, hepsi bir asil. Tabi bu çiçeklerin içinde de en güzel çiçek, “gül” oluyor.

Gül nedir? Allah Rasûlüʼnün sembolüdür. Güllerin şâhı, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz.

Mühim olan, o Gülʼü okuyabilmek.

Rasûlullah Efendimiz, büyük bir rahmet tecellîsi. İnsan terbiyecisi. İşte o terbiye ile o yarı vahşi insanlar nasıl bir asr-ı saâdet medeniyeti, bir fazîletler medeniyeti inşâ etti? Âdem -aleyhisselâm-ʼdan son insana kadar öyle bir medeniyet yok dünya tarihinde. Yani nasıl bir insan, bir vahşet yaşayan bir insan, kız çocuğunu ananın bağrından kopararak diri diri gömmeye götüren bir insan, nasıl, iki gözü yaşlı, beli bükük bir insan hâline geldi?..

Nasıl o insan:

“‒Emret yâ Rasûlâllah! (Dedi.) Canım, malım fedâ olsun Sana (diyor.) Nasıl istersen öyle emret!” diyordu.

Akabeʼde:

“‒Allah ve Rasûlüʼne bîat ediyoruz (buyurdu). Malımızla, canımızla bîat ediyoruz.” buyurdu.

Uhudʼda:

“‒Yâ Rasûlâllah! Şehîd olmak için Sana bîat ediyoruz.” buyurdu.

Hudeybiyeʼde, Bîatüʼr-Rıdvanʼda:

“‒Yâ Rasûlâllah! Senʼin gönlünde ne varsa ona biz bîat hâlindeyiz.” buyurdu.

Cenâb-ı Hak bunları bize bildiriyor. Demek ki biz de ne kadar Oʼna yakınız? Ne kadar hayatımızın her safhasında biz Oʼna bir biat hâlindeyiz? Ki “rahmet insanı” olabilmenin en bâriz örneği.

Bunun için peygamberler üç vazifeyle geliyor:

Allâhʼın âyetlerini tebliğ etmek.

İkincisi; وَيُزَكِّيهِمْ (“…Onları (kötülüklerden) arındıran…” [Âl-i İmrân, 164]) İnsanların gönül âlemini temizlemek. Nereden temizlenecek? Allahʼtan uzaklaştırıcı her düşünceden, her fiilden kalp temizlenecek. “لَا اِلٰهَ” temizlenecek ki, “اِلَّا الله” kalp Cenâb-ı Hakʼla beraber olacak. Başka türlü olmaz.

Şimdi, bulaşık bir kabın içine menba suyu konsa, o su içilebilir mi? necâsete bulaşmış, -af edersiniz- lâğıma düşmüş bir bardağın içine bir menba suyu konsa, o ne yapar, menbâ suyunu da bozar.

Onun için kalp temizlenecek. Kalp tezkiye olacak. O kalbe ancak zemzem yakışır. Cenâb-ı Hakkʼın cemâlî sıfatları o kalpte tecellî edecek. O tecellî eden kalp ne olacak? Kitap ve hikmeti telâkkî edecek. Kurʼânʼla derinleşecek.

Satıhta bulunan, sâhili seyreder, denizi seyreder, sathını seyreder. Fakat güçlü bir dalgıç, inebildiği kadar merhalelere iner. Neye iner? Nefesinin gücü kadar.

Ne olacak? Bir hikmet tecellî… Hikmet nedir? Hâdisâtın, vukuâtın, eşyanın sırrî tarafı. İşte o kul ne olacak? Ahsen-i takvîm, en güzel bir yaratılış olacak. Takvâ olacak. İbadetler rûhâniyetli olacak. Merhamet, şefkat artacak. Hidâyet mahrumlarına, maddî fakirler, yoksullar, kimsesizler…

Kurʼân tilâveti bir rûhâniyet verecek. Kurʼânʼla yaşanacak. Kurʼânʼla yaşatılacak.

تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ (“…Asla zarar etmeyecek bir ticaret. [Fâtır, 29]) olacak. “تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ” nedir? “En hayırlı ticâret.” Cenâb-ı Hak bir ticaret gösteriyor:

“Kurʼânʼı tilâvet ederler…” (Fâtır, 29) Kurʼânʼla yaşarlar, Kurʼânʼla yaşatırlar.

“…Namazlarını (kalp ve beden âhengi içinde) îfâ ederler. Allâhʼın verdiği nîmetlerden (akıl, zekâ, para, mal, mülk ne varsa Allah yolunda) infâk ederler açık ve gizli…” (Fâtır, 29) Zarûret varsa açık, kalbini koruyarak. Gizli olursa daha makbul.

“تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ” “…Umulur ki en hayırlı ticâret üzeredir.” (Fâtır, 29)

Velhâsıl rahmetin yansıması. Rahmetin tefekkür dünyamıza yansıması. İşte kalp, merhaleler kazanacak.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Cenâb-ı Hakkʼın verdiği ilk ders bu. Tefekkür artacak. Kalp, rûhânî vitrinler seyredecek. Kalp, kendini şeytânî vitrinlerden kurtaracak.

Cenâb-ı Hak:

“Allâh’ın nîmetini saymaya kalkarsanız, sayamazsınız…” (en-Nahl, 18) buyuruyor.

Rûhâniyet, kalbi istilâ edecek. Neticesi ne olacak?

“Onlar, ayaktayken, otururken, yanları üzerindeyken Allâh’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191)

Cenâb-ı Hakʼla bir maiyyet/beraberlik:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“Nereye gitseniz O sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)

Bu beraberliğin getirdiği netice ne olacak?

“Onlar, göklerin ve yerin yaratılışını derinden derine tefekkür ederler. (O tefekkür neticesinde) «…Yâ Rabbi! Sen Sübhanʼsın. (derler. Sonsuz ilâhî bir kudret, ilâhî azamet… Yâ Rabbi!) Bizi Cehennem azâbından koru!» derler.” (Âl-i İmrân, 191)

Cenâb-ı Hak bizden böyle bir gönül istiyor.

Şu kâinat, ilâhî bir sanat. İlâhî bir eser. Eser, Müessirʼin şâhididir.  Sanat, Sanatkârʼın kudretini gösterir. Cenâb-ı Hak insana akıl, irâde ve kalp verdi. Akıl, kalp müşterek çalışacak. Tefekkür gelişecek. Tefekkür, bir îman anahtarı olacak. Gözünün gördüğü her yerde kalp Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayacak. Cenâb-ı Hakkʼın el-Musavvir, el-Bârî sıfatlarını düşünecek.

Hiçbirinin örneği yokken Cenâb-ı Hak, hiçbirinin örneği yokken Cenâb-ı Hak halketti. Hepsine ayrı ayrı bir hayat standardı verdi. Bir solucanın hayat standardı ayrı, bir filin hayat standardı ayrı. Onun rızkı ayrı, öbürünün rızkı ayrı.

Velhâsıl, kul dâimâ; “Aman yâ Rabbi!” diyecek. İlâhî azamet, ilâhî kudret akışları, ilâhî nakışlar karşısında bir hayranlık ve bir hayret içinde kalacak.

Cenâb-ı Hak böyle bir, kalbin bu hâle gelmesini arzu ediyor. Bu da bir mesâi istiyor. Bu, neyin mesâisi? Bu, kalbin mesâisi olacak.

İnsan, tefekkürü artacak. İlk müslümanlarda bu oldu. Tefekkür değişti. Kul, müʼmin, ilâhî vitrinler seyretmeye başladı ve onu düşündü. Bir damla sudan bir insan nasıl meydana geliyor? Kuşun ufacık bir yumurtasından, nasıl bir canlanıyor o yumurta, bir civciv çıkıyor? Ufacık bir tohumdan koca bir ağaç çıkıyor, tonlarca meyve veriyor. Sebze veriyor, çiçek veriyor, yok kadar ufacık bir çekirdekten.

Velhâsıl bunun emsalleri üzerinde ashâb-ı kirâmda geniş geniş bir tefekkürler başladı.

Cenâb-ı Hak Rûm Sûresiʼnin 50. âyetinde:

“Allâhʼın rahmetinin eserlerine bir bak…” buyuruyor. Her şey Allâhʼın rahmetinin eseri.

Bak; sonbaharda ayrı, ilkbaharda ayrı, kışın ayrı. Yazın meyveleri, sebzeleri…

Bir buket getirene teşekkür ediyoruz. Cenâb-ı Hak bize devamlı bir ihsân ediyor.

“Göklerde ve yerde ne varsa âmâde kıldım. Düşünen bir toplum için.” buyruluyor Câsiye Sûresiʼnde. (Bkz. el-Câsiye, 13)

Sâdî-i Şîrâzî diyor ki:

“Akıl sahipleri nazarında yeşil ağaçların her bir yaprağı mârifetullâhʼa bir dîvandır. Gâfiller için ise bütün ağaçlar tek bir yaprak bile değildir.” Diğer mahlûkâtın gördüğü gibi görür.

Yine, diğer bir mütefekkir:

“Bu dünya, akıl sahipleri için seyr-i bedâyî (ilâhî sanatı, ilâhî azameti seyretmek; -af edersiniz-) ahmaklar için de (diyor) yemek ile şehvet…” Diğer mahlûkât gibi.

Mevlânâ Hazretleriʼnde çok çeşitli misaller var. Bir-iki tanesini okuyayım:

“Ey ilkbahar güzelliğine karşı dudak ısıran, hayran olan kimse! (Diyor.) Bir de sonbaharın (diyor) sararmış hâline ve sonbaharın soğukluğuna bak! Onu seyret!” diyor.

“Şafak vaktinde Güneşʼin doğduğunu gördün ya (diyor) bir de gurûb vaktinde sen onun ölümü demek olan batışını seyret!” diyor.

“Güzel bir çocuğa bakarsın (diyor), güzelliği ile halkın sevgilisi olmuştur (diyor. Kucaklarda dolaşır diyor.) Bir müddet sonra (diyor), yaşlanır, ihtiyar bir bunak hâline gelir.” diyor. Çipil olur gözleri, mahcup duruma düşer diyor.

“Eğer gümüş tenli güzellik seni avladıysa, (seni tavladıysa diyor) ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen o bedenin bir hâline bak!” buyuruyor.

Velhâsıl Mevlânâ, uzun uzun bir sürü tasvirler, fânîliğin şeyleri…

“Ey sâlik (diyor sonra); aynadaki son nakşa bak! (Diyor.) Bir güzelin ihtiyarlığındaki çirkinliğini ve bir binanın harâbe hâline geleceğini düşün de aynadaki yalanlara aldanma!..” diyor. Yani fâniliğin içine gir buyuruyor.

Cenâb-ı Hak buna hayatı misal veriyor:

وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِى الْخَلْقِ اَفَلَا يَعْقِلُونَ

(Kime uzun ömür verirsek Biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı? [Yâsîn, 68])

Baştan ne veriyor? Güç-kuvvet veriyor. Sonra ne yapıyor? Saç-sakal ağarıyor.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bir şey tâyin ederdi:

“‒«Ömer! Âhireti unutma! Ömer, öleceksin!..» Bunu her gün bana söyle.” derdi.

Bir gün geldi, dedi:

“‒Yok, tamam, kâfî. Söyleme!” dedi.

“‒Ne oldu Halîfe?” dedi.

“‒İşte (dedi), saçıma-sakalıma ak düşmeye başladı (dedi). Bu bana bir ölüm haberi.” dedi.