Tasavvuf Arı Duru Şeriatı Yaşamaktır

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

TASAVVUF, ARI-DURU ŞERÎATİ YAŞAMAKTIR

Tasavvuf, îmânı irfâna eriştirmek, yani îmânın kemâle ermesi. Kur’ân-ı Kerîm’de farklı kalıplarla 258 yerde “takvâ” geçiyor. İster tasavvuf diyelim, ister takvâ diyelim, bu bir hakîkatin farklı kelimelerle ancak ifadesi…

Bu tasavvufî hayatın en güzel yaşanışı, asr-ı saâdet, ashâb-ı kirâm… Onlar bir oldular, beraber oldular, kardeş oldular. Bütün dünyaya İslâm kardeşliğinin nasıl olduğunu îlân ettiler. Bunun için tâ Çin’e kadar gittiler, Semerkand’a gittiler. Onlar Peygamberimiz’i örnek almak sûretiyle, O’na olan sadâkatlerini gerçekleştirdiler.

Yine diğer bir tarifle tasavvuf, insanın iç dünyasındaki duyguları terbiye ederek şerîati kemâle erdirme gayreti. Kul, satırlardan okuyarak kemâle eremez. Hâlini, gönül dünyasını menfîlikten temizleyerek kemâl bulur. Onun için tasavvuf, arı-duru bir şerîati yaşamaktır. Arı-duru, saf bir şerîati yaşamaktır.

Esas olan malzeme de muhabbettir. Fakat bu malzemede bir taşkınlık olursa, yani şerîatten taşarsa o da makbul değildir.

Bazı yerlerde görüyoruz bunu, şerîatten taşmalar oluyor, bu da yanlış. Bu da bu yolu zedeler. Bunlara fırak-ı dâlle denir.

Osman bin Maz’un -radıyallâhu anh- vefat etti. Bir kadın dedi ki:

“–Ne mutlu (dedi) Osman bin Maz’un (dedi), sen (dedi) Cennetliksin şimdi (dedi), Cennet’tesin.” dedi.

Efendimiz:

“–Sen nereden biliyorsun bunu? (Dedi.) Nereden biliyorsun? (Dedi.) Ben senin yerinde olsaydım, inşâallah Cennetliktir derdim, Cenâb-ı Hakk’a bir duâ hâlinde söylerdim (dedi). Sen nasıl bunu kat’î söylüyorsun? (Dedi.) Ben bile (dedi Rasûlullah Efendimiz), başımdan neler geçeceğini, başımdan geçecekleri ben bile bilmiyorum.” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Tâbîr, 27)

Velhâsıl, işte; “Biz şuradayız, biz Cennet’e gireriz, şunun peşine takılır Cennet’e gireriz…” Bunlar boş lâf, lâf u güzâf. Bunlar tasavvufa uymayan sözler. Herkes âciz. Peygamberlerin dışında, Peygamber Efendimiz’in işaret ettikleri dışında kimse Cennet’le teminat altında değil.

Onun için Cenâb-ı Hak:

“وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ” buyuruyor.

“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor. “Can verirsiniz” buyurmuyor. “Yakîn gelene kadar, ölüm gelene kadar (Rabbine kulluk et).” buyuruyor. (Bkz. el-Hicr, 99)

Velhâsıl tek yolumuz:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ

(“Kim Allah Rasûlüʼne itaat ederse, Allâhʼa itaat etmiş olur…” [en-Nisâ, 80])

Bizim Allah Rasûlü’ne her hâlimiz… Seher vaktinden tâ gece yarısına kadar nasıl bir hayatımız olacak? Allah Rasûlü nasıldı, bizimki nasıl olacak?

Velhâsıl, yani tasavvuf, takvâya erebilme sanatı.

Hayatın med-cezirlerine takılmama sanatı. Vesveselere girmeme.

Değişen şartlar altında Allah’tan râzı olabilme.

Güzel ahlâka kavuşabilme.

En mühim, şikâyeti unutabilme sanatı. Yani kimi kimden şikâyet? Yani ilâhî azameti, ilâhî kaderi kime şikâyet ediyorsun?

Velhâsıl bir diğergâmlık. Kalbin hodgâmlıktan kurtulması. Hiçbir zaman “ben” yoktur, dâimâ “Sen yâ Rabbi!”

Onun için tasavvufun en çok men ettiği şey, enâniyet.

“Üç kimse Hak dostu olamaz.” diyor. Birincisi “kibirli”. Fakat hangi kibirliye sorsan, bende kibir yok der, kendini kandırır.

“Cimri”; kendine biriktiren. İsraf eden; yine kendine döndüren.

Ve “ahmak”.

Ahmak kimdir buyrulduğu zaman, ahmak için tarif: Ahmak; dünyayı tercih eden âhiret karşısında. Yani deryâ karşısında damlayı tercih eden.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰیهَا

(“…(Dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar (kaldıklarını sanırlar).” [en-Nâziât, 46])

Sanki diyor, o âhiretten dünyaya bakışımız; bir akşamın loş karanlığı, yahut da bir sabahın bir seher vakti.

Kardeşler! Şimdi zâhirî farzlar var. Bu zâhirî farzlar; namaz, oruç, zekât, hac vs. Bunlar niye Cenâb-ı Hak bize bunu bize farz kılıyor? Demek ki kalp seviye kazanacak. Kalbe vitamin. Kalbi Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıracak.

Meselâ Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz’in güzel bir şeyi var:

“Mü’minlik (diyor), îman (diyor), sadece câmilerde kalmış, (yani hayata aksetmemiş İslâm, câmide kalmış, câmi dışına çıkmıyor),

Mal cimrilerde kalmış,

Silâh korkaklarda,

Yetki zayıflarda kalırsa bütün işler bozulur.” buyuruyor.

Bu zâhirî farzlar, bâtınî farzlar.

Efendimiz’e ibadetlerimizde benzeme. Namazda benzeme, oruçta benzeme. Gözümüze oruç, kulağımıza oruç, dilimize oruç.

Verirken infak, zekât, “benlik” olmayacak.

يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104])

Cenâb-ı Hak alıyor. Bir teşekkür edâsıyla verebilmek. Sevinerek verebilmek. Sevinerek infâk edebilmek, korka korka değil.

Ahlâkta benzeyebilmek.

“Sen elbette yüce ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 4) buyruluyor.

Muâmelâtta benzemek.

Muhabbet, itaati getirir. İnsan sevdiğini taklit eder. Futbola meraklı bir delikanlı, o futbolcunun giydiği ayakkabıyı giyer. Onun hoşlandığı şeylerden hoşlanır. Zihni hep ondan bahseder. Muhabbet, itaati getiriyor.

Bu ölçü de, gönlümüzde Efendimiz’e beslediğimiz muhabbetin seviyesini gösteren bu berrak bir ayna iç dünyamız bizim.

Efendimiz buyurdu ki:

“–Şimdi (diyor) Cennetlik birisi gelecek.” diyor. Orada abdest almış, suları damlayan birisi geliyor. İkinci sefer tekrar, ertesi gün yine:

“–Şimdi (diyor Efendimiz) bir Cennetlik gelecek.” diyor. Yine aynı kişi geliyor. Üçüncü gün aynı.

Abdullah bin Amr da diyor ki:

“–Ben (diyor), gidip (diyor) bu adama bir misafir edeyim (diyor) kendimi. Bakayım (diyor), Allah Rasûlü ona Cennetlik dedi, bizlere Cennetliksiniz demedi (dedi). Onun hâline bakayım.” dedi.

Gidiyor ona diyor ki Abdullah bin Amr, o zâta diyor ki:

“–Ben (diyor), babamla aramda bir ihtilâf var (diyor), müsâade edersen iki-üç gün senin yanında misafir olayım.” diyor.

“–Hay hay kardeşim, buyur.” diyor.

Her şeyine dikkat ettim diyor. Yememiz, içmemiz, gece hayatımız hep beraberdi diyor. Yani benden bir farkı yoktu diyor. Üç gün sonra dedim ki ona:

“–Bak kardeşim! Sana Allah Rasûlü Cennetliksin dedi, bize bir şey demedi. Hâlbuki baktım ben, benim hayatımla senin hayatın arasında hiçbir fark yok. Sana niye Allah Rasûlü Cennetliksin dedi, bana niye demedi? Senin bir fârik vasfın var, onu bana söyle.” dedi.

O da dedi ki:

“–Benim (dedi), gördüğün gibi senden bir farkım yok (dedi). Fakat (dedi), benim gördüğüm, yaptığım ibadet, tâat, amel (dedi), seninkinden farklı değil (dedi). Ancak (dedi), ben, müslümanlardan hiçbir kimseye kalbimde kin tutmam (dedi). Gönlüm, bütün müslümanlara muhabbetle doludur (dedi). Ve Allâh’ın verdiği herhangi bir hayırdan dolayı hiç kimseye aslâ haset etmem.”

Bunun üzerine:

“–İşte (dedi), seni o dereceye ulaştıran, demek ki senin bu hâlindir.” dedi. (Bkz. Ahmed, III, 166)

Onun için kul da, şimdi bu, farzların yanında da bir de bâtınî farzlar var.

Tefekkür”: Cenâb-ı Hak 137 yerde tefekkür istiyor bizden.

Cenâb-ı Hak:

اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ (“…Hiç düşünmez misiniz?” [el-En‘âm, 50]) buyuruyor.

اَفَلَا تَعْقِلُونَ : (“Akıl erdirmez misiniz?” [Bkz. Âl-i İmrân, 65; el-A‘râf, 169; el-Bakara, 44, 76; el-En‘âm, 32…]) buyuruyor.

اُولُوا الْاَلْبَابِ (“…(Ancak) akıl sahipleri (düşünüp ibret alırlar).” [Âl-i İmrân, 7]) buyuruyor.

لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (“…Aklını kullanacak bir kavim için.” [el-Bakara, 164; el-Ankebût, 35; el-Câsiye, 5…]) buyuruyor.

Dâimâ; “Akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar. Akıl sahipleri, aklınızı kullanmıyor musunuz?”

Şimdi, kardeşler! Esasında göz görmez, kalp görür.

Ebû Cehil de Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz de ikisi de Peygamber Efendimiz’i gördü. Aynı gözle gördü, yani aynı fizikî gözle gördü. Fakat esâsında göz görmez, kalp görür. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- hayran oldu, mest oldu. Yanında bile hasret hâlindeydi. Ebû Cehil ise kendi zifte bürünmüş kalbini gördü.

Demek ki bu tefekkür, en mühim ibadetlerden biri. Kul, tefekkürde olacak dâimâ. Efendimiz, dâimâ semâya bakardı, ilâhî azamet tecellîlerini tefekkür ederdi. Bir de önüne bakardı, secde ettiği yere bakardı.

Yine mânevî istifâde, yine bu, gecelerden istifâde etme. Sâdıklarla beraber olabilme. Helâl lokmalardan güç alabilme.

Bugün bu, maalesef iyice bu helâllerden güç alabilme, maalesef bu, azaldı çok…