31 Mart 2020

Yüce dînimiz İslâm, yegâne hak ve hakikat dînidir. O, vahyin rehberliğindeki selîm bir akla ve Cenâb-ı Hakk’ın kâinâta koyduğu kâidelerin tespitinden ibaret olan ilme değer verir. Akla ve ilme ışık tutar, yol gösterir.

Nitekim 14 asırlık tarihimizdeki; insanlığa huzur, cihâna adâlet ve nizam getirmiş olan İslâm medeniyetleri, bunun apaçık şâhitleridir.

Vahyin rehberliğinden mahrum bir akıl ve ilim ise, tarih boyunca insanlığı, hakikat yerine bâtıla, doğru yerine hurâfelere sürüklemekten başka bir neticeye varamamıştır. Böyle pusulasız bir akıl ve ilmin insanlığa verdiği benlik; onları ancak gurur ve kibre sürüklemiş ve insan, ilâhî hakikatlere sırt dönme bedbahtlığına dûçâr olmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm, gâfil insanların kibir şaşkınlığını ve bunun hazin âkıbetini şöyle haber vermektedir:

“Peygamberleri onlara apaçık bilgiler getirince, onlar kendilerinde bulunan (beşerî) bilgiye güvendiler (ve onu alaya aldılar). Alaya aldıkları şey, kendilerini boğuverdi.” (el-Mü’min, 83)

Bugün de ilmin, teknolojinin had safhaya ulaştığı, fezâda yeni hayat imkânlarının araştırıldığı, insanın acziyetini unutup âdeta nefsini putlaştırdığı bir zamanda, bütün dünyayı tesiri altına alan bir virüs salgını, insanoğlunun gurur ve kibrini yerle bir etti. Dev ekonomiler altüst oldu, sağlık sistemleri yetersiz kaldı, ülkeler iflâsın eşiğine geldi…

Demek ki;

–Sebeplere takılıp Müsebbibü’l-Esbâb’ı, yani sebepleri halkeden Allah Teâlâ’yı unutmak,

–Rızka takılıp Razzâk olan Rabbimiz’den gâfil kalmak,

–Hâdiselere takılıp Fâil-i Mutlak olan Cenâb-ı Hakk’ı tanıyamamak, en büyük felâkettir.

Asıl korkup endişelenmemiz gereken felâket, Rabbimiz’i unutmaktır.

Âyet-i kerîmede buyruluyor:

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)