29 Temmuz 2020

Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail’in Hakk’a teslîmiyetinden hâtıra bir ibadet olan “kurban”ın kelime mânâsı “yakınlaşmak”tır. Yine bu ibadetin diğer ismi olan “udhiye” de, “fedakârlık” ile aynı kökten gelir.

Sözün özü; fedakârlık göstermeden Cenâb-ı Hakk’a yaklaşabilmek ve dost olabilmek mümkün değildir.

Bu yönüyle kurban, sırf bir hayvanın kesilmesinden ibaret değildir. Allah için candan, maldan, evlâttan, her türlü imkândan fedakârlığın bir sembolüdür. Yani Cenâb-ı Hak, yakınlığına erebilmemiz ve kendisiyle dostluk iklimine kabul edilmemiz için, biz kullarından dâimâ kurbanlar istiyor. Bunun mukâbilinde ise müstesnâ mükâfat, muvaffakıyet ve zaferler ihsân ediyor.

Nitekim Kosova şehidi 1. Murad Han, düşman ordusuyla karşılaştığında ellerini dergâh-ı İlâhî’ye açarak, ümmete bayram olacak bir zafer lûtfetmesini ve bu bayramın kurbanı olarak da kendisini kabul buyurmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz etmişti.

Fatih’in askerleri, İstanbul surlarına tırmanırlarken; “Bugün şehid olma sırası bize geldi!” diyorlardı.

15 Temmuz’da kendini tankın altına atan yiğitlerin hâli de aynı fedakârlık ufkunun bir tezâhürüydü.

Mâtem ülkelerine dönmüş olan İslâm âlemi de bugün; böyle bir gayret-i dîniyye sahibi olan, fedakâr ve ideal şahsiyetlere muhtaçtır.