28 Mart 2020

Bugün dünya, büyük bir salgın felâketiyle karşı karşıya. Elbette bu felâketi en hafif şekilde atlatabilmek için, gerekli tedbirlere âzamî derecede riâyet etmek şart.

Lâkin en büyük felâket, bu tür hâdiselerin altında yatan hikmetleri, ilâhî îkaz ve işaretleri görmezden gelmek, yahut materyalist, pozitivist ve seküler bakış açısıyla, yanlış değerlendirmektir. Zira âyet-i kerîmede;

“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları yanlış yoldan) dönerler.” (Rûm, 41) buyrulmaktadır.

Bu ilâhî îkaz, mâruz kalınan musibetlerde, biz insanoğluna mes’ûliyetimizi hatırlatmaktadır.

Maddî felâketleri tetikleyen mânevî sebepleri göz ardı etmek, meydana gelen fitne-fesattan daha büyük bir felâkettir. O musibetlerden ibret almamak; kendi hata ve kusurlarıyla yüzleşip telâfîsi için gayret göstermek yerine, başkalarını suçlama kolaycılığına kaçmak; asıl felâkettir.

Maddî imkânlarımıza, gücümüze, kuvvetimize, sıhhatimize, gençliğimize, bilhassa bilim, teknik ve tıpta ulaşılan yüksek seviyeye güvenerek ölüm gerçeğine karşı rehâvete kapılmak, kendimizi emniyette görmek, Rabbimiz’e muhtaçlığımızı, kulluğumuzu, hiçliğimizi unutmak, en büyük felâkettir.

Cenâb-ı Hak, îkaz sadedinde buyuruyor:

“Allâh’ın azâbından emin mi oldular? Fakat ziyâna uğrayan topluluktan başkası, Allâh’ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz.” (el-A‘râf, 99)

İşte asıl felâket, Allah’tan gâfil olmaktır.

Asıl felâket; ölümü, kabri, âhireti unutarak ömrü nisyan ve isyan ile ziyan etmektir.

Unutmayalım ki dünyevî felâketlerin zararı, gelip geçici olan fânî dünya hayatına mahsustur. Ruhları târumâr eden mânevî felâketlerin zararı ise -Allah korusun- sonsuz bir hayatı elîm bir azap faslına çevirmektir.

Cenâb-ı Hak, gönüllerimizi gafletten uyandırsın; kalplerimize intibah, sadırlarımıza inşirah, maddî-mânevî hastalıklarımıza şifâlar ihsân eylesin!..