28 Ağustos 2016

Zihin ve gönül dünyamızda “cemaat” kelimesi, Allah rızâsı için bir araya gelen güzîde bir topluluğu ifâde etmektedir. Müslüman aslâ ferdiyetçi, hodgâm ve bencil olamaz. Mü’min, mutlakâ İslâm cemaatinin bir mensubu, müdâvimi ve mütemmimi olmak zorundadır. Nitekim Fâtiha Sûresi’nde hep tekrarladığımız;

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ

“Ancak Sana kulluk eder ve ancak Sen’den yardım dileriz.” (el-Fâtiha, 5) niyâzı da, mü’minlere “cemaat” şuurunu telkin etmektedir.

Mesela cemaatle kılınan namaza yirmi yedi misli ecir verilmektedir. Cuma ve bayram namazları ferdî olarak kılınamaz. Yine hac, mü’minlerin ictimâî bir kongresi durumundadır.

Diğer taraftan bir mü’minin, kendisi dışındakilerden de mes’ûl olması ve bu mes’ûliyet duygusuyla dâimâ vakıfların kurulması, ictimâîleşmenin bir yansımasıdır. Bu yönüyle cemaatler, toplum için birer rahmet vesîlesidir.

Bütün bunların aksine, şâyet bir cemaat, fesat çıkarmak maksadıyla kurulmuşsa, bu merduttur ve Allâh’ın gazabını çekecek bir hâdisedir.

Bu noktada sapla samanı birbirine karıştırmamak gerekir. Meselâ bazı doktorlar, mesleklerini suistimâl ediyorlar diye tıp ilmi reddedilemez. Yine bazı hukukçular, mesleklerini istismar ediyor diye hukuktan vazgeçilemez. Bir şeyin kötü örnekleri var diye iyilerini ayrı tutma hassâsiyeti gözetmeden tamamını reddetmek, ya gâfilâne ya da art niyetli bir anlayışın neticesidir.