27 Eylül 2016

Kedilerin önüne en lezzetli kebaplar konulsa iştahla yemeye başlarlar. Lâkin önlerinden bir fare geçtiği zaman o leziz kebapları bırakıp farenin peşinden koşarlar.

Terbiye olmamış ham bir nefsin hâli de böyledir. Saâdeti bırakıp sefâletin peşinden koşar.

Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:

“Fare birçok yol bilir, fakat bildiği yollar hep toprak altındadır. O; her tarafta toprağı oymuş, delik deşik etmiştir. Fareye benzeyen nefis de, ancak dünyalık peşinde koşar, boş hülyaları kemirir. Zira fareye dünyadaki ihtiyacını temin edecek kadar akıl verilmiştir.”

Nefsine mağlup olanların aklı da akl-ı maâş’tır. Yani ancak dünyevî menfaatlerini düşünebilen bir akıldır. Mânevî terbiye ile olgunlaşarak nefsânî takıntıları aşabilenlerin aklı ise “akl-ı maâd”dır. Yani esas hayatın âhiret hayatı olduğunun şuur ve idrâkine ermiş gerçek bir akıldır.

Nitekim hadîs-i şerîfte gerçek akıl sahipleri şöyle târif edilir:

“Akıllı, nefsine hâkim olup onu hesaba çekerek ölümden sonrası için çalışan; ahmak ise nefsini hevâsına tâbî kıldığı hâlde Allah’tan (hayır) umandır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459)