Huzurlu Âile Yuvası

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2012 Ay: Aralık Sayı: 75

Efendim; Evlenmek isteyen gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? Bu konuda gençlerin dikkat etmesi gereken hususlar nelerdir?

Âile, toplumun çekirdeğidir. Bu sebeple İslâm, âilenin yapısına büyük bir ehemmiyet vermektedir. Tarihî bir hakîkattir ki; sağlam temeller üzerine inşâ edilen âileler, dâimâ toplumun yapısını koruyup güzelleştirmiştir. Buna mukâbil, birbirlerine rûhî bakımdan denk olmayan eşler ve nefsânî münâsebetlerle yanlış temeller üzerinde kurulmuş yuvalar, toplumlara büyük zararlar vermiştir. Bu sebeple İslâm’ın âile ile hedeflediği gâye, huzurlu ve mesʼud bir toplum meydana getirmektir.

Huzurlu bir âile yuvası kurabilmek için, İslâm’ın eş seçiminde ortaya koyduğu kâidelerin özünü, Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle hulâsa etmişlerdir:

“Kadın, dört sebepten biri için nikâhlanır: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen (diğerlerini geç), dindar olanı seç. (Aksi hâlde) sıkıntıya düşersin.” (Buhârî, Nikâh, 15; Müslim, Radâ, 53)

Şunu bilhassa ifâde etmek gerekir ki; evlenilecek bir hanımda aranması gereken en mühim şartı bildiren bu hadîs-i şerîf, aynı zamanda, evlenilecek bir erkekte aranması îcâb eden husûsa da işaret etmektedir.

Hakîkaten, hangi devirde olursa olsun, evlenecek kimselerin eş seçiminde dikkat ettikleri ölçüler, ekseriyetle; güzellik, soy-sop, zenginlik ve dindarlık olmuştur. Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- ise, evlenecek kimselere, eşlerini; güzellik ve zenginlik gibi nefsi cezbeden geçici sebeplerle değil, îman ve ahlâk gibi temel mânevî vasıflar sebebiyle tercih etmelerini tavsiye buyurmaktadır.

Güzellik, zenginlik ve nesep gibi hususlar, her an geçerliliğini kaybedebilecek olan maddî ve izâfî kıymetlerdir. Hakîkaten güzellik, günün birinde son bulur. Nitekim âyet-i kerîmede; “Kime uzun ömür verirsek, Biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?” (Yâsîn, 68) buyrulmaktadır.

Mal-mülk de, ya tükenir ya da bir felâket neticesinde yok olup gidebilir.

Yine nesep de, hiç akla gelmedik sıkıntılara ve eşler arasında huzursuzluğa yol açabilir.

Hâlbuki ibret ve hikmet nazarıyla bakıldığında, dînî duyguların ve îman gücünün, yani dindarlığın, âile için sürekli bir huzur ve saâdet kaynağı olduğu görülecektir. Çoğu kimse dindarlığı, sadece zor zamanlarda ve kara günlerde muhtaç olunan, mutluluk anlarında ise kendisine ihtiyaç duyulmayan bir vasıf sanmaktadır. Oysa dindarlık, her zaman ve her türlü şartlar altında insanı kulluk istikâmetinde tutan, sabır ve şükür ahlâkıyla da gönüllerin dengesini muhâfaza eden, dâimâ geçerli ve lüzumlu bir meziyettir.

Nitekim genç bir hanım için, hayatını Âlemler Sultânı Efendimiz’in yaşadığı şekilde tanzim etmeye çalışan, O’nun güzel ahlâkı ile ahlaklanmanın gayreti içinde olan, dolayısıyla âile değerlerine hürmetkâr bir beyden daha kıymetli ne olabilir? Üstelik Rasûl-i Ekrem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz:

“Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlarınızdır.” (Tirmizî, Radâ, 11) buyururken, bir hanım için, gönlü Allah ve Rasûlüʼnün muhabbetiyle dolu bir beyden daha kıymetli bir nasip düşünülebilir mi?

Aynı şekilde bir erkek için de, ümmetin anneleri gibi sâliha bir hanım olma gayretiyle müzeyyen bir hayat arkadaşından daha değerli ne olabilir?

Zira Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in beyânıyla:

“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı; dindar, sâliha bir kadındır.” (Müslim, Radâ, 64; Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)

Bu sebeple her mü’min için en kıymetli nasip, evlendiği kimsenin amel-i sâlih sahibi, müttakî bir kimse olmasıdır. Sâlih erkek, huzur sarayının sarsılmaz direği; sâliha kadın da, saâdet bahçelerinin en kıymetli tezyînâtıdır. Takvâ üzere yaşanan bir âile hayatı da, kulu ilâhî muhabbete götüren müstesnâ bir köprüdür.

Eş seçiminde küfüv, yani denklik de mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu denklik; zenginlik, sosyal çevre, görgü ve kültür beraberliği gibi çeşitli unsurlara bakılarak tayin edilmelidir. Eşler arasında evlendikten sonra bir problem teşkil etmemesi için buna işin en başında dikkat edilmelidir. Nitekim Hazret-i Mevlânâ bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Ayakkabının biri ayağına dar gelirse, ikisi de işe yaramaz.”

Daha sonra âilenin huzur içinde devamı, karşılıklı irâde ve olgunluğa bağlıdır. Olgunluk, îman ve güzel ahlâkın kazandıracağı kalbî kıvamdır; irâde ise, İslâmî emir ve yasaklara riâyet hususundaki sarsılmaz kararlılık ve azimdir.

Bu irâde ve olgunluk neticesinde, âileyi canlı tutan, karşılıklı muhabbet, sadâkat, hürmet, sabır, fedâkârlık ve mes’ûliyet gibi fazîletler de kendiliğinden ortaya çıkar.

Buraya kadar zikredilen konular, eş seçiminde dikkat edilmesi gereken hususlardı. Akla şöyle bir soru da gelebilir:

“Peki bir genç, hayatını birleştirmeyi düşündüğü bir kimseyle evlilik öncesi tanışma ve görüşme safhalarında nelere dikkat etmeli, hangi hudutlara riâyet etmelidir?”

Bu hususta da birkaç madde hâlinde şunları söyleyebiliriz:

  •  Eş seçiminden emin olduktan sonra bu safhayı geçerli bir mâzeret olmadıkça uzatmayıp nikâhta acele etmek gerekir. Çünkü Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-; bir defâsında Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’a hitâben şöyle buyurmuştur:

“Ey Ali! Üç şeyi geciktirme: Vakti giren namazı, hazırlanan cenâzeyi, dengini bulduğun bekâr kadını (veya erkeği evlendirmeyi.)” (Tirmizî, Salât, 13)

Zira nikâh geciktirildiği zaman araya fitne girebilir. Bu sebeple de söz kesildikten sonra en kısa zamanda hazırlıklar tamamlanıp nikâhı kıymak îcâb eder.

  • Nişanlanmış olan erkek ve kadın, birbirleri ile görüşürken, hiçbir zaman halvet hâlinde bulunmamaya, yani baş başa kalmamaya îtinâ göstermelidir. Zira hadîs-i şerîfte:

“Siz­den kim Al­lâh’a ve âhiret gü­nü­ne ina­nı­yor­sa, ya­nın­da mah­re­mi ol­ma­yan bir ka­dın­la baş ba­şa kal­ma­sın. Çün­kü bu­nu ya­par­sa üçün­cü­le­ri şey­tan olur.” buyrulmuştur. (Buhârî, Nikâh, 111, 112; Müs­lim, Hacc, 424)

  • Düğünden evvel evin bütün ihtiyaçlarının iğneden ipliğe tamamlanması hususu şart koşularak, taraflara veya âile büyüklerine maddî bir külfet yüklenmemelidir.
  • İki tarafın da evleneceği kimsenin anne-babasını, kendi anne-babası gibi görüp hürmette kusur etmemesi lâzımdır.
  • Karşılıklı haklarına hürmetkâr olmaları ve bu hürmeti muhabbetle perçinlemeleri elzemdir.
  • Düğün merasimlerine, bereket olması için toplumun her kesiminden insanlar dâvet edilmelidir. Nitekim Peygamber Efendimiz:

“Zenginlerin dâvet edilip fakirlerin çağırılmadığı düğün yemeği ne fenâ bir yemektir.” (Buhârî, Nikâh, 72) buyurmuştur.

  • Tesettüre uygun olmayan gelinliklerle, İslâmî olmayan merâsimlerden şiddetle kaçınılmalıdır. Meşrû hudutların çiğnendiği eğlencelerle evlilik gibi mukaddes bir yuvanın temeli daha baştan bozuk bir sûrette atılmamalıdır.

Son olarak, şunu unutmamak gerekir ki evlilik, aslâ basit ve nefsânî bir beraberlikten ibâret değildir. Dînî ve ahlâkî duygularla birleşmeyen eşlerin, böyle sığ heveslerle kurdukları âile yuvaları, maalesef yersiz boşanmalarla hüsrana uğramaktadır.

Cenâb-ı Hak, gençlerimize Kur’ân ve Sünnet muhtevâsında, râzı olacağı âile yuvaları kurabilmeyi ihsan buyursun. Daha bu dünyada iken Cennet hayatından hisseler ikram eylesin…

Âmîn…