14 Ekim 2018

Kur’ân’ın mânâ iklimine girmeyen gâfiller, hayatın ancak dış yüzünü bilirler de, derûnî âlemin hikmet ve hakîkatlerinden mahrum kalırlar. Onlar, ömür boyu dünyâ lezzetleri ve şehvetlerinin peşinde koşar dururlar; lâkin cihânın var oluş hikmetinden gâfildirler.

Onlar, bu dünya sofrasından oburca istifâde ederler. Lâkin sofranın gerçek sahibi olan “Rezzâk”ı tanımazlar.

Mezarlara yakınlarını gömerler de, toprağın altındaki büyük mâcerâdan habersiz yaşarlar. Onlar, selvilerin harfsiz-sözsüz lisânından anlamazlar.

Zelzele, fırtına ve türlü musîbetlerle îkaz tokadı yediklerinde bile hakîkatlere sırt dönerler, “tabiî âfetler” yaygarası ile sahte tesellîlere sığınırlar, kaçacak delik ararlar.

Ne gariptir ki, ilâhî mülkte yaşarlar, fakat mülkün gerçek sahibine düşman kesilirler…