12 Ekim 2016

Âyet-i kerîmede:

“…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akl-ı selîm sahipleri ibret ve öğüt alır.” (ez-Zümer, 9) buyrulmaktadır.

Âyette bahsedilen bilmek; sırf zihne kuru bilgileri istiflemek değildir.

Bilmek; dünyaya geliş ve gidişin sebebini kavramaktır, varlıkların hâl lisânından anlamaktır, hikmete âşinâ olarak ilâhî esrârı okumaktır.

Bilmek; ilâhî azamet tecellîlerine ve kudret nakışlarına âşinâ olup bunlarda sergilenen ibret ve hikmet tecellîlerinden kalben nasîb alabilmektir.

Bilmek; asıl ihtiyaca cevap vereni bulmaktır. Asıl ihtiyaç ise, âyet-i kerîmede bildirildiği üzere “müslüman olarak can verebilmek”tir. (Bkz. Âl-i İmrân, 102)

Bilmek; ölmeden evvel nefsin esaretinden kurtularak hakikat sabahına uyanabilmektir.

Bilmek; ilâhî hesâba çekilmeden evvel, kendini hesâba çekebilmektir…