11 Mart 2017

Zekâtın nisâbı bellidir. Yani maldan ne kadar fedakârlıkla onun asgarî mes’ûliyetinden kurtulabileceğimiz bellidir. Fakat Cenâb-ı Hak herkese malı dışında da ayrı ayrı hususiyetler, kâbiliyetler, istîdatlar ve imkânlar ihsân etmiştir. Bu nîmetlerin şükür borcunu ne kadar fedakârlıkla ödeyebileceğimiz ise meçhuldür. Bunun için ömür boyu dâimâ artan bir gayretle Allah yolunda hizmet etmekten başka çare yoktur.

Nitekim ashâb-ı kirâm, sadece hidâyet nîmetinin şükür borcu olan tebliğ mes’ûliyetinden ilâhî mîzanda kurtuluş berâtını alabilmek için, o zamanın şartlarında tâ Çin’e, Semerkand’a, Kafkaslara, Afrika içlerine gitmişlerdir. Ömürlerini Allah yolunda hizmete sarf etseler de hiçbir zaman bu gayretlerini kâfî görmemiş, ebedî kurtuluşları için Cenâb-ı Hakk’ın rahmet, mağfiret ve inâyetine sığınmışlardır.