08 Mayıs 2020

Ateistler ve deistler, bugünlerde “din mi bilim mi” sloganıyla genç nesillerin zihin ve kalp dünyalarına yeni bir fitne tohumu ekmeye çalışmaktadırlar.

Bunun cevabı gayet basittir:

Evvelâ, din ve bilim birbirinin alternatifi değildir. Bilim dediğimiz şey, Cenâb-ı Hakk’ın kâinata koyduğu kâidelerin tespitinden ibarettir. Nasıl ki Kur’ân-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakk’ın kavlî âyetlerinden oluşuyorsa, kâinat da onu yaratan Rabbimiz’in kevnî âyetlerinden oluşan diğer bir kitaptır.

Kur’ân-ı Kerîm, kâinat kitabındaki kevnî âyetler üzerinde düşünmeyi teşvik etmektedir. Böylece kulun eserden Müessir’e, sanattan Sanatkâr’a intikâl ederek mârifetullah’ta mesafe almasını murâd etmektedir. Kulun gördüğü her varlıkta Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve azamet tecellîlerini hatırlamasını telkin etmektedir.

Cenâb-ı Hak, kâinâta bu kâideleri koymasa, bunları keşfedecek idrâk kâbiliyetlerini insana vermese, insan nasıl “bilim” diye bir şey ortaya koyacaktı?! Nitekim Cenâb-ı Hak, kulluk mes’ûliyeti yüklemediği diğer mahlûkâta ilimle iştigâl edebilecek kâbiliyetleri vermiyor. Bunu yalnız insana bahşediyor. Âyet-i kerîmede de “…size ilimden ancak az bir şey verdik.” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 85)

Dolayısıyla bu kırıntı bilgilerle, sonsuz ve mutlak bilginin sahibi olan Cenâb-ı Hakk’a karşı bilimi putlaştırmak; ancak bunu yapan ateist ve deistlerin ne derin bir gaflet ve hamâkat çukurunda bulunduklarının bir göstergesidir.

İnsanlığa dîni vaz eden de Cenâb-ı Hak’tır, bilimi ihsân eden de. İkisi birbirinden ayrı değildir. İslâm, tarih boyunca bilimi teşvik etmiş, Batı dünyası cehâlet ve hurâfelerin karanlıkları içindeyken İslâm âlemi, ilim ve medeniyette göz kamaştıran bir seviyeye ulaşmıştır. Zira Kur’ân âyetleri ilme ışık tutmuştur. Yapılan ilmî keşifler, hiçbir Kur’ân âyetini tekzip edememiş, bilâkis te’yid etmiştir.

Dolayısıyla yegâne hak dîn olan İslâm’ın bilimle hiçbir problemi yoktur. Bilâkis Kur’ân-ı Kerîm önden gitmekte, bilim ise onu tasdik ederek ardından gelmektedir.

Nitekim insanın yaratılışı, anne sütü, daktiloskopi, dermatoloji, genetik, hıfz-ı sıhha (koruyucu hekimlik), botanik, astronomi, jeoloji, fizik, coğrafya, tarih ve benzeri ilimlere dair Kur’ân-ı Kerîm’de 14 asır evvelden bildirilen gerçekler, ancak yakın zamanda bilim çevrelerince tespit edilebilmiş ve günümüzde Kur’ân’ın yegâne hak kitap olduğu, tekrar tekrar ispat edilmiştir.

Batı’da ise din tahrif edilmiş olduğu için ilmî keşiflerle tenâkuza düşmüş, topluma ve yönetime hâkim olan kilise otoritesi bu durumu örtbas edebilmek için, bilime köstek olmuştur. Dolayısıyla bilimi savunarak dîne cephe almak, Batı’da revaç bulan ve oradan dünyaya yayılan bir tavırdır. Fakat İslâm dünyasında bu tavrın mâkes bulacağı doğru bir zemin mevcut değildir.

Dolayısıyla “din mi bilim mi” suali; sînesi îman dolu genç nesillerin temiz dimağlarına şüphe ve inkâr tohumları atmak isteyen şer odakların kustuğu zehirlerden biridir. Bu gibi virüslere karşı da son derece dikkatli ve tedbirli olmak, her müslümanın vazifesidir.