05 Ekim 2017

İnsan, kelimelerle düşünür; lisan ile tefekkür ufkunu genişletir. Bu sebeple, kelime kadrosu daraltılmış bir lisan ile, İslâmî tefekkürün derin ufuklarına yol bulmak mümkün değildir.

Eski Türkler şamanist idi. Lisanlarında mücerred kelimeler hemen hemen hiç yoktu. İslâm ile hidâyet bulmalarıyla bu ihtiyaç ortaya çıktı. Bu ihtiyacı da Kur’ân ve İslâm ilimlerinin lisânı olan Arapça’dan kelimeler alıp dilleriyle mezcetmek sûretiyle giderdiler. Ecdâdımız, İslâm’ı hayatın her safhasına intikâl ettirmek için Türk dilini âdeta Kur’ân ile yeniden inşâ etti.

Fakat maalesef yakın tarihimizde öz kültürümüze yabancılaşma ve batılılaşma cereyanının tesiriyle, lisânımıza karşı büyük bir düşmanlık zuhûr etti. Sözde sadeleştirme, millîleştirme, arı Türkçe adı altında, lisanımız fakirleştirildi, tahrip edildi. Dilimize girmiş olan batı menşeli kelimelere dokunulmazken, Arapça asıllı kelimelerimizi lisandan atma, onları eskimiş gösterme, o derin ve köklü kelimeler yerine, bir sürü uydurma, köksüz, sığ ve nesebi gayr-i sahih kelimeler dayatma hastalığı başgösterdi.

Bunun esas maksadıysa, milleti ve bilhassa yeni nesilleri, İslâmî kültürden uzaklaştırmaktı. Dolayısıyla dilde yaşanan bu kıyım, basit ve sıradan bir mesele değildir. Mü’minler olarak Kur’ân kültüründen gelen kelimelerimize titizlikle sahip çıkmalı, onları ısrarla kullanmalı ve yaşatmalıyız. Onların yerine ikāme edilmek istenen uydurma kelimelere de asla îtibar etmemeliyiz. Bunun aynı zamanda bir İslâm şahsiyet ve karakterini muhâfaza mes’ûliyeti olduğunu, hatırımızdan çıkarmamalıyız.