04 Ocak 2020

Cenâb-ı Hak, mü’minleri birbirine kardeş kılmıştır. Rahmet Peygamberi Efendimiz de, müslümanların birbirini yıkayan iki el gibi olmasını, din kardeşini kendisine zimmetli bilmesini tâlim ve telkin buyurmuştur. Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- İslâm kardeşliğinin toplumlarda o derece hâkim olmasını istemiştir ki;

“Komşusu açken tok yatan kimse (kâmil) müʼmin değildir.” (Hâkim, II, 15)

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, merhamet etmekte ve korumakta bir vücûda benzerler. Vücûdun bir uzvu hasta olduğunda, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)

Bugün vatanımıza ilticâ etmiş olan, yahut sınırlarımıza yakın bölgelere sığınmış olan Suriyeli din kardeşlerimiz de ümmet-i Muhammed ailesinin fertleridir. İnancımız, Kitabʼımız, Peygamberimiz, kıblemiz aynıdır. Onlar, dört asır boyunca aynı tarihi ve coğrafyayı paylaştığımız Osmanlı vatandaşlarıdır, Abdülhamidlerin yetimleridir. Tarihimizde nasıl ki Balkan Harbi’nden sonra topraklarını bırakmak zorunda kalarak vatanımıza hicret eden muhâcirler olmuşsa bugün de benzeri bir fâciayı Suriyeli kardeşlerimiz yaşıyorlar.

Unutmayalım ki bugün, savaş mağduru Suriyeli muhâcirler vesîlesiyle İslâm kardeşliğinin gereğini ne kadar yerine getirebildiğimize dair mühim bir imtihandan geçiyoruz. Bugün, din kardeşlerimize yardım elimizi uzatarak bizi kardeş kılan Allâh’a ve Rasûl’üne vefâ borcumuzu ödeme günlerindeyiz.

Bilhassa bu günlerde Suriyeli kardeşlerimizi hatırımızdan çıkarmamalı, gücümüz nisbetinde onlara ikramda bulunmaya gayret etmeli, verecek hiçbir şey bulamıyorsak seherlerde gözyaşları içinde duâlar etmeliyiz…